Şuur, hayatın bir şubesidir. Hayat, Allah'ın sıfatıdır. Allah'ın hayat sıfatı her şeyi kuşatmıştır. İnsan diğer yaratıklardan akıl ve şuurla farklılık kazanır.
Aklın vazifesi İslamiyet'i anlamaktır. Şuurun vazifesi İslamiyet'i ölçülü yaşamaktır. İnsanlarda en tehlikeli iki hal vardır: Bunlar ifrat ve tefrittir. İnsan hangi konuda ifrata veya tefrite giderse çok büyük zararlar görür? İşte bu zararlardan insanı koruyacak olan, şuurdur. Dikkat edilirse kainatta her varlık, ölçülü ve ahenklidir. İnsan da şuur ile ölçülü ve ahenkli olur. İslamiyet, her Müslüman'ın dünyasını cennet eder amma Müslüman'ın şuurlu olması şartıyla... Sırat-ı müstakimin bir manası da "ifrattan ve tefritten uzak, orta yol" demektir. Fertte şuur, kendisini Müslümanca idare etmesidir. Ailede şuur, Müslümanca yaşamalarıdır. Devlette şuur, devletler içinde yerini koruyabilmesidir.
Şuurlu Müslümanlar İslam gemisinin mürettebatıdır. Yolcular yatsa, uyusa, eğlense de mürettebat uyanıktır. Bu mürettebatın kimisi dümende kimisi makine dairesinde; her biri bir vazife başındadır. Mürettebat kati olarak bilir ki, kendi vazifesini ihmal ederse, gemi batacaktır. İslam gemisinin batmasıyla maddi-manevi vebal, vazifesini bırakan mürettebatın olacak. Mürettebat, pencereden yolculara bakar fakat içlerine girmez. O, ter içinde, yorgun, vazifesine devam etmektedir.
Şuurlu Müslümanlar sünnet-i seniyye kumaşını dokuyan fabrikanın çarkları hükmündedir. Mesela yıllarca üretim yapan Kayseri bez fabrikasını hayal edelim... Bu fabrikadaki dişlilerin bütünü kumaş dokuyor. O dişlilerden biri dese ki, "yahu sen de çok küçüksün", küçük dişli de dese ki, "sen de pek büyüksün amma çok yavaş dönüyorsun", bu dişliler birbirine küsüp dönemeyecekler. Dönmeyince kumaş dokunmayacak. İş yapmayan fabrikayı, sahibi kapatacak. Müslümanlar da sünnet-i seniyye fabrikasının çarkları hükmündedir. Eğer Müslümanlar birbirlerine düşüp, İslamiyet'i yaşamazsa, sünnet-i seniyye kumaşını dokumazsa, Allah da o kavme çeşitli felaketler gönderir, ateşe atar. O zaman anlarlar ki ya İslamiyet ya da perişaniyet!..
Şuurlu Müslüman bilir ki, gideceği bir yer olmadığı gibi, ayrılacağı bir kimse de yoktur. Bu vatanda ve vatandaşlarımızın arasında dinimizi öğrenmeye ve yaşamaya çalışacağız. Çok kere dikenler arasında yeşermiş bir fasulye gibi, ayakta durmak için belki dikene sarılacağız. Ben ayyaşların, kumarbazların, din düşmanlarının içinde yıllarca kaldım. İşimden atmakla, öldürmekle, hapse atmakla tehdit ettiler. Çalışmalarıma devam ettim. Yani İslamiyet'i yaşayabildiğim kadar yaşadım. Çünkü şahsıma ve İslam düşmanlarına karşı yapabileceğim bir şey yoktu. İslamiyet'ten de ayrılmazdım. "İnsanı korursa Allah korur. Allah'ın korumadığını hiç kimse koruyamaz." dedim ve devam ettim. İslamiyet'i öğrenmemenin, yaşamamanın bahanesi olamaz! Şöyle düşünüyordum: Peygamberlerin bütünü, insanları hem dünya hem ahiret felaketlerinden kurtarmak istediler. Ama, Lut (as). karısını kurtaramadı. Nuh (as). hayvanları gemiye bindirdiği halde oğlunu gemiye alamadı. Peygamberimiz, Ebu Leheb gibi yakınlarını Müslüman edemedi. Çünkü hidayet Allah'a aittir. Bizim arkadaş da, "anamı bacımı yola getiremedim, çıldıracağım!" diyor. İyisi mi "Sen kendini yola getir" dedim.
Bir çekirdekten bir ağacı yaratan Rabb'imiz...
Şu küçücük gayretlerimizi çekirdek yap. Neşv-ü nema olsun. Dalları dünyanın dört bucağına yayılsın. Ta ki, o dallardan düşen meyveleri görenler, "bu meyvelerin ağacı nerede?" desinler. Ve anlasınlar ki bu meyvenin ağacı İslamiyet'tir...
Zaman