“İnne’l-Yabâniyyete hâmiletün bidevletin İslâmiyyeti, fesetelidü yevmen mâ!” (Muhakkak ki Japonya bir İslam devletine hâmiledir ve gelecekte onu doğuracaktır-Bir tanzir)
Japonya Başbakan’ı Şinzo (Shinzo) Abe’nin Marmaray’ın açılış merasiminde ellerini açıp Müslümanların duasına iştirak edişi, nezaketten öte anlamları olan güzel bir hareketti. En azından görmüş olduk ki, günümüz Japonlar’ı İslâm’a karşı bir korku beslemek şöyle dursun, samimi bir merakla dinimizin güzelliklerini görmek, bu güzellikleri bizlerle birlikte yaşamak arzusundalar.
Zira Japon Başbakan’ın özgürce el açıp Müslümanlarla birlikte dua edişi, Japon kamuoyunun İslâmi ritüellerle herhangi bir problemi olmadığını açıkça gösteriyor. Yani Japonya Başbakanı’nın halkından tepki görmek gibi bir korkusu yoksa, Japonların kimi Avrupalılar ya da ABD’liler gibi İslam’a karşı önyargıları da yok demektir. Önyargının olmadığı nazarlar tarafından hakikatler daha çabuk ve daha net fark edilir elbette.
Bu yazımda Japonların İslam dinini tanıyıp kabul etmelerinin neden çok mümkün bir ihtimal olduğunu delilleriyle anlatmak istiyorum. Omoto inancı üzerine önceki senelerde yaptığım kimi araştırmaları da kullanarak, kaderi bir plan tarafından Japon milletinin İslam dinini kabule nasıl hazırlandığını ortaya koymaya çalışacağım inşaAllah.
Öncelikle şunu ifade edelim ki Omoto (Oomoto), 19. yüz yılın sonlarında ortaya çıkmış bir Japon dininin adıdır. Elbette buradaki din kavramını “ilahi din” anlamında kullanmıyorum. Zira son din İslam’dır ve İslam’dan sonra din adıyla ortaya çıkmış bütün “felsefi görüşler” beşeri görüşlerdir. Bu sebeple Omoto dininin de “beşeri dinler” kategorisi içine girdiğini söylemem gerekiyor öncelikle.
Bu beşeri dinin kurucusu ise Nao Deguchi adlı bir bayandır. Deguchi kocasının ölümünden sonra 56 yaşındayken kendisini değişik bir âlemde bulduğunu iddia eder. Trans halindeyken İlahi sesler işitmeye başladığını belirtir. Duyduğunu iddia ettiği ses, ona “kalkmasını, kalemi (fırçayı) eline alıp yazmasını” emretmiştir. İmkansızlıklardan dolayı hiçbir okulda “öğrenim göremeyen” yani bir nevi “Ümmi” olan Deguchi, bir anda yazmaya başlar. Japonların Hiragana alfabesiyle 27 yıl boyunca tam 200 bin sayfa yazar.
Daha sonraları Nao Deguchi’nin yazmış olduğu bu sayfalar, Onisaburo Deguchi tarafından Japonların şu anda kullandığı Kanji alfabesiyle yazılarak kitap (İlahi Mesajlar) haline getirilir. Bu yazılanlar, Omoto yolunda ilerleyenler tarafından Kutsal Kitap olarak kabul edilir. Bu çalışmaların ardından artık Japonların da bir kutsal kitabı olmuştur. Omoto dini her ne kadar barışçı bir beşeri din olsa da, bu beşeri dinin Japonların binlerce yıllık geleneksel dini olan Şinto’nun mantıksızlıklarını, yanlış uygulamalarını ortadan kaldırmayı isteyecek kadar mücadeleci bir yönünün de olduğu muhakkaktır.
Omoto, Japonya’da yer etmiş diğer bir beşeri din olan Budizm’in “Yaratıcı”dan hiç bahsetmeyen yapısına da bir alternatif oluşturmaktadır. Şunu da ifade edelim ki, pek çok ritüeliyle oldukça geleneksel özellikler taşıyan Omoto yolu, Japon inanç sistemine getirdiği devrim niteliğindeki esaslarının pek çoğunu Kur’ân-ı Kerim’den almış gözükmektedir.
Bu dinin liderlerinden olan Onisaburo Deguchi’nin 1898 yılında 37-38 yaşlarında Takakuma dağındaki bir mağarada inzivaya çekilmesi olayı Hz. Muhammed’in Mekke’deki Hira mağarasında inzivaya çekilişini hatırlatır. Hz. Muhammed’in hayatı 1870 yılında Japonca’ya çevrildiğine göre, Deguchi bu kitabı okumuş ve onun manevi etkisinde de kalmış olabilir. (https://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Japan)
Bu beşeri dinle İslam dünyası arasındaki ilk resmi ilişkilerin Onisaburo döneminde başlatılması da, Onisaburo’nun İslam dinine duyduğu hayranlığı açıkça göstermektedir. Bu hayranlık da muhtemelen Onisaburo’ya, Nao Deguchi’den miras kalmıştır. Zira hiçbir okula gitmeyen (Ümmi!) Nao’nun “kalk ve yaz” emrini alması ve ardından vahiy aldığını iddia etmesi olayı ile, Hz. Muhammed’in “Ey örtüsüne bürünen, Kalk!” ardından da “Oku!” emrini alması gerçekleri arasındaki benzerlik de tesadüfi olmasa gerek.
O da en azından 1870 yılında yayımlanmış olan Hz. Muhammed’in hayatını anlatan kitabı bir şekilde okumuş olmalıdır. Omoto dini mensuplarının da İslam dinine sempatiyle baktığı gözlenmektedir. Mesela 1990’lı yıllarda Şeyh Kuftaro’nun misafiri olarak Mekke-Medine gibi kutsal topraklara yolculuk eden Omoto yolu mensupları, Hz. Muhammed’in peygamberliğini de kabul ettiklerini belirtirler. https://www.oomoto.jp/enDokon/htmls/t504.html
Omoto yolu genel özellikleri itibariyle “Monoteist’tir” (Tek İlahçıdır) ki, bu yönüyle binlerce Tanrı’ya inanan Japonlar arasında sarsıcı bir ihtilal meydana getirmiştir. Elbette akıl çağı olan 20. yy’da, bilimin merkezi haline gelmeye başlamış bir ülkede böyle bir oluşumun meydana çıkması normaldi. Üstelik bu dönemde Japonya’ya yoğun bir misyoner akını vardır. Misyonerlere göre bu paganist toplum Jesus’un kurtarıcılığıyla tanışmalı ve bu insanlar Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesini kabul etmelidir.
Ancak bu durum hem Japon kalmak, hem de akıl, ruh ve kalplerini doyurmak isteyen Japonları tatmin etmemiştir. Zira Hıristiyanlık, Japonlar için bambaşka bir kültürün adıdır. Bu yeni kültür, onların binlerce yıllık geleneklerinden de kopmaları anlamına gelecektir. Bulgarlar, Macarlar, Finler gibi pek çok kavim Hıristiyanlaştıktan sonra milli kimlik ve geleneklerini de kaybetmişlerdir. Adeta bu din vasıtasıyla asimle edilmişlerdir. Elbette geleneklerine bağlı Japonlar böyle bir asimilasyonu asla kabul edemezlerdi.
Aslında Japonların gelenekleriyle oldukça uyumlu ve onları asimle etmeyecek bir din vardı ama Japonlar, çeşitli nedenlerden dolayı bu dinle tanışamadılar. Bu din de İslam diniydi tabii ki. Abdülhamid Han, Japonya’ya gönderdiği Ertuğrul Fırkateyniyle muhtemelen Japonlara İslam dinini de tanıtmayı amaçlıyordu. Sanırım o da Japon milletinin İslam’ı kolayca kabule yatkın bir millet olduğunun bilincindeydi.
Japonların kıyafetleri, ailevi yaşantıları, dilleri, yemekleri, kahramanlıkları, ibadet şekilleri, ibadethane formları, İslam dini tarafından yok edilmeyecek belli başlı unsurlardı. Zira onlar rükuya ve secdeye yabancı değillerdi. Müslümanlar gibi evlerine ve ibadethanelerine ayakkabılarını çıkararak giriyorlardı. Temizlik de çok önemliydi kültürlerinde. Onlarda da vatan için şehid olma anlayışı vardı. Farklı şekillerde de olsa Kurban yan “Ema” gelenekleri vardı. Anneye babaya sınırsız bir saygı duyuyorlardı.
Samuraylık gibi geleneklerini Bedr’in Arslanlarının cihat ruhuyla sentezleyebilecekleri ise çok açıktı. İslam dinini kabul ettiklerinde bunlar gibi pek çok özelliklerini de muhafaza etmeye devam edeceklerdi. Onlar İslam’ı kabul etmekle bu benzer ritüellerin anlamlarını değiştirecekler, beşerilikten çıkarıp ulvileştireceklerdi sadece.
Oldukça dindar olmalarına rağmen milliyetlerini, dillerini ve geleneklerini, bin küsur yıldır halen muhafaza eden Türkler, Farslar, Araplar, Zenciler ve diğer Müslüman milletler, İslam dininin asimilasyoncu bir din olmadığını açıkça ispat ediyordu. Elbette Japonlardan da bireysel olarak İslam dinini kabul edenler oldu ama Türkler gibi topluca Müslüman olmadılar henüz. Bu da ayrı bir inceleme konusu olarak duruyor karşımızda.
Hıristiyanlık, Budizm ve Şinto dinleri arasında sıkışıp kalan Japonya, akla ve mantığa eski inanışlarından daha uygun, hem de Kutsal Kitaplarla uyumlu yeni bir inanç sistemine ihtiyaç duydular. Bu manevi ihtiyacın ardından Omoto gibi bir dinin ortaya çıkması kaçınılmaz gibi gözüküyordu. Bu dinin Ruhsal Liderlerinin kadınlardan oluşması da ayrı bir anlamı haviydi. Tabii ki onlar bu liderliği erkek liderlerle paylaşıyorlardı. Bu durum da Ying Yang felsefesinin manevi hayata geçirildiğini gösteriyordu.
Ayrıca Japonya’nın hakim dini olan “Şinto”da İmparator “Güneşin Oğlu” olarak anılıyordu. İmparator aynı zamanda “Tanrı” olarak kabul ediliyordu. Belki de Omotocular, bu inanışı yıkmak için kadınları “Ruhâni Lider” olarak kabul ediyorlardı. Bu da ayrı bir araştırma konusu olarak karşımızda duruyor.
Omoto dini, Japonları çok Tanrıcılıktan kurtarmak amacına hizmet için oluşturulmuş gibi gözüküyor. Yeni din, Japonların geleneksel Tanrılar inancını İslam’ın Esma-yı Hüsna inanışına yakınlaştırıp Sonsuz İlah’ın işlevleri, fonksiyonları olarak görüyor. Bütün bu Tanrı isimlerinin aslında Tek bir İlah’ın farklı fonksiyonları olduğunu kabul ederek değişik bir Panteizm örneği sergiliyor. İngilizce’ye çevrilmiş Kitaplarında şu sözler geçiyor:
85. God is one only. He is the holy God, without beginning and without end. (Allah birdir, tektir. O başlangıcı ve sonu olmayan mukaddes İlahtır)
Görüldüğü gibi “Başlangıcı ve sonu olmayan bir Tek Allah”ı kabul ediyor Omotocular. Bu inanışın Kur’ân-ı Kerim kaynaklı olduğu aşikar. İslam dinindeki Allah inancıyla birebir şrtüşüyor. “Vahid”, “Ezeli” ve “Ebedi” olan Allah.. Şimdi karşılaştırma yapabilmek amacıyla yukarıdaki sözlerle aynı gerçeği ifade eden birkaç Kur’an ayetinin mealini aşağıya yazıyorum:
“De ki: "O, Allah'tır, bir tektir." "Allah Samed'dir. (Her şey O'na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.)" Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir)." "Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir." (İhlas Suresi)
“O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son'dur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir. (Hadid-57)”
Görüldüğü gibi Omoto dininin Kutsal Kitabındaki sözler, Kur’an-ı Kerim’deki ilgili ayetlerin meali gibi gözüküyor. Bu gibi benzerlikler bize, Omoto dininin İslam dininden ve Kur’an-ı Kerim’den etkilenmiş olabileceği fikrini veriyor. Zaten Omoto dininin kurucuları İslamiyeti araştırmışlar, daha 1924’lerde zamanın Müslümanlarıyla diyalog kurmuşlardır. Omoto şeflerinin müridleriyle birlikte zaman zaman Kabe’yi, Medine’yi ziyaret ettikleri de bilinmektedir. (Learning in Likely Places: Varieties of Apprenticeship in Japan- sh 83)
Geleneklerindeki binlerce Tanrı ismini, geleneksel inanıştan farklı bir şekilde algılıyorlar Omotocular. Onlara göre bu isimler “her şeyin kaynağı olan Sonsuz Yaratıcı’dan gelmişlerdir” İslam dinindeki Esma-yı Hüsna (Allah’ın Güzel İsimleri) inanışının Omoto dinine bu şekilde uyarlanmış olabileceğini düşünmeden edemiyoruz. Japonları on binlerce farklı Tanrı inanışından bir derece kurtaran bu beşeri dinin oluşumu, bu necip milletin İslam dinine geçiş sürecinin ilk adımlarını da oluşturabilir. Bunu ebette zaman gösterecektir ancak Japonların İslam dinine sempatiyle baktıkları da bir gerçektir
Omoto dininin kutsal kitabında Kur’an-ı Kerim kaynaklı olduğu belli olan pek çok ifade vardır:
88. The movement of the sky and the earth and the changes of the seasons, are all the power of God.
(Göğün ve yerin hareketleri, mevsimlerdeki değişiklikler ancak Allah’ın kudretiyle gerçekleşir)
Bu sözleri aşağıdaki Kur’an-ı Kerim ayetlerini okumuş birisi söylemiş gibidir:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
47- Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim her şeye gücümüz yeter (Zariyat)
67- Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle onun elindedir. Gökler de onun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir. (Zümer)
284- Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey Allah’ındır. (Bakara)
Omoto’nun Kutsal Kitabındaki ahiret inancı da, Kur’andaki pek çok ayetle benzerlik gösterir:
724- …….Ölümünden sonra Allah’la karşılaşacağın o zamana hazırlan ve senin ruhunu her şeyden koruyabilecek olan Allah’a ibadet et!
Ancak 19. yy’da söylenmiş bu anlamlı sözlerin, 14 asır önce nazil olduğu bilinen Kuran-ı Kerim’deki pek çok ayete benzerliği o kadar açıktır ki, bunu anlamak için alim olmaya da gerek yoktur.
Bildiğimiz kadarıyla İslamiyet Japonya’da 1850’li yıllardan beri konuşuluyor. 1870 yılında Hz. Muhammed’in hayatı Japonca’ya çevriliyor ve siyer-i nebi Japonlar tarafından ilgiyle karşılanıyor. Bu dönemde Japonlar İslam dinini ve bu dinin inanç sistemini de öğrenmeye başlıyorlar. Yine aynı dönemde Osmanlı devletinin Japonya’yla ilgilendiği de çok iyi biliniyor. Ayrıca bölgedeki Müslüman ülkelerden yapılan göçler de Japonya’da İslam’ın tanınmasını sağlamış olmalıdır. Muhtemelen bazı İslami kitaplar daha erken dönemlerde Japonca’ya da çevrilmiştir.
Japonlar’ın İslam’a duydukları ilgiyi ispatlayan tarihi bir başka olayı Japon Kumandan Nogi Maresuke’nin hayatını incelerken buluyoruz:
“Osmanlı döneminde yayımlanan Resimli Mecmua’nın 31. Numaralı sayısına göre 1911 yılında, Nogi bir heyetle birlikte İstanbul'a gelmişti. İslam dinini daha önceden araştıran Nogi, merak ettiği bazı konuları danışmak için, İstanbul'daki İslam alimleriyle görüştü. İstanbul uleması, Nogi'nin sorularına net cevap veremedikleri için Nogi'nin bu sorularını Said Nursi'ye sordular. Daha çok hadislerle ilgili olan soruları cevaplayan Nursi, daha sonra bu soruların bir kısmını Şualar isimli eserinde yayınlamıştır. Nursi, daha sonra Afyon mahkemesi savunmasında bu olayı şu şekilde anlatmıştır"...Hürriyet'ten evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın başkumandanı islâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sordular.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Nogi_Maresuke)
Bütün bu örnekler gösteriyor ki, Japonlar İslam dinini merak etmişler, araştırmışlar ve bugün kitleler halinde kabul edecek olgunluğa erişmişlerdir.
Omoto adlı beşeri din, binlerce farklı Tanrı’ya inanılan bir toplumun içinde çıkmış, Japonları “Tek Yaratıcı” inancı hakkında ciddi manada düşünmeye sevk etmiştir. Herhangi bir Kutsal Kitap tecrübesi olmayan Japonlar, sonradan oluşturulan bu beşeri din sayesinde Kutsal Kitap kavramıyla tanışmıştır. Bu da Japonları, Kur’an-ı Kerim’le tanıştırmak isteyen ilahi bir planın tecellisi olabilir.
Bütün bu gerçeklerden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, biz Müslümanlar İslam dininin güzelliklerini davranış dilimizle güzelce sergilediğimizde, Japon milleti de Kur’an-ı Kerim’e iman edip İslam’ın nurlu yoluna girmekte tereddüt yaşamayacaktır. Bu arada Japonya’nın İslam’ı henüz kitleler halinde kabul etmeyişinin ardında, köklü Şinto gelenekselciliğinin baskıcı etkisinin bulunduğunu da belirtelim.
Bu mevzunun ise başka bir araştırma konusu olduğunu belirterek, Japonya’nın İslamla barışık geleceğini selamlayalım en içten duygularımızla:
-Konnichiwa watashi no Nihonjin kyoudai-tachi! (OD)