Jüpiter kimin Müşterisi?

ÇOCUKLAR İÇİN MESNEVÎ-İ NURİYE

Selamün aleyküm arkadaşlar. Kankanız Cikcik yine huzurlarınızda. Ta, ta, ta, taaaa! Yani tam karşınızda. Öhöm. Tamam, kabul, bedenim tam karşınızda değil. Evet. Şu an kafesimde dinlenmekteyim. Fakat yazdıklarım karşınızda olduğuna göre ben de bir açıdan karşınızda sayılırım. Öyle sayın lütfen. Ben hepiniz karşımdaymışsınız gibi konuşuyorum. Hem hepinizi yanaklarınızdan da çokça gagalıyorum. Estağfirullah. Yani öpüyorum. Kuş dilinde gagalamak 'öpmek' demektir. Bazen kızdığımızda da gagaladığımız olur. Ama o zaman zaten acısından anlarsınız.

Bugün size Salih Kayra'yla beraber Türkmen halasının aldığı gezegenler kitabına bakarken yaşadığımız bir macerayı anlatmak istiyorum. "Bir kitaba bakarken nasıl macera yaşanabilir ki?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Akıllım, yaşamanın kendisi de bir kitaba bakmak sayılmaz mı? Öyle ya, dünyaya geldiğimiz günden beri bir kitap okur gibi, hatta binlerce kitap okur gibi, sürekli yeni şeyler öğreniyoruz. Önce yürüyoruz. Sonra konuşuyoruz. Sonra arkadaşlarımızla oyunlar oynuyoruz. Sonra okula başlıyoruz. Say sayabildiğince. Yani, Allah, annemize gönderdiği anda bizi, kitap okuma yolculuğumuz da başlıyor gibi. Hatta geçenlerde Salih Kayracığım güzel birşey söyledi. Dedi ki: "Cikcikciğim, belki de biz, kitapların içinde yaşayan kahramanlar gibiyiz. Kendi hayatımızın kahramanı da biziz. Ve belki de görevimiz, o hayatı, Allah'ın da bizden razı olacağı bir mutlu sonla bitirebilmek." Evet. Ben de kankam Salih Kayra gibi düşünüyorum arkadaşlar. el-Hayy olan Allah, yani hayatın gerçek sahibi olup bizi de hayat sahibi yapan Rabbimiz, hayatı bize bağışlamakla eğitim almamızı sağlıyor. Hayat demek kitap okumaya başlamak demek.

Belki biraz da bu yüzden güzeller güzeli Peygamber Efendimiz Aleyhissalatuvesselama ilk vahiy "Oku!" emriyle geldi. Ona emredilen "Oku!" aslında hepimize 'hayatın hediye ediliş amacını' öğretiyordu. Evet. Biz de hayatımızı güzellikleri okumakla geçirmeliyiz. Dünyamıza güzellikler katmalıyız. Güzel güzel şeyler öğrenmeliyiz. Kendimizi güzellikle yetiştirmeliyiz. Böylece yalnız güzelliklerin girebileceği cennete hazır hale gelebiliriz. Akıllım, nasıl ki, okula başlamadan önce anaokuluna gidiliyor, böylelikle okula hazırlanılmış olunuyor, öyle de, dünya hayatımız da cennetin anaokulu sayılabilir. Oraya layık olabilmek için okuyoruz biz de, işte, elimizdeki şu kitabı...

Daha doğrusu, Salih Kayracığımın ellerinde olan kitabı, çünkü benim ellerim yok. Kanatlarım var. Kitapları Salih Kayra açıyor. Ben de omzuna konuyorum. Beraber okuyoruz. Sayfayı bitirdiği zaman soruyor: "Sen de okudun mu Cikcik?" Eğer bir kere "Ciiik!" dersem "Okudum!" demek. Yok, iki kere "Cik, cik!" dersem, "Daha bitirmedim!" demek. Hem de bazen kafamıza takılan yerleri aramızda konuşuyoruz. Geçenlerde de öyle oldu işte. Aynen. Salih Kayra gezegenlerin özelliklerini bana anlatıyordu. Sıra Jüpiter'e geldiğinde dedi ki: "Biliyor musun Cikcik, eğer Allah Jüpiter'i yaratmasaymış, Dünya'da hayat olmazmış!" Şaşırdım tabii tıpkı sizin gibi. Gagam hayretten bir karış açıldı. "Neden öyle olsun ki?" diye sordum hemen. Çünkü ben de Salih Kayra kadar meraklıyım. Anlatmaya başladı:

- Çünkü, Jüpiter, Dünya'ya doğru gelen göktaşlarını bizden uzak tutmakla görevliymiş. Yaaaa! Eğer Allah, onu o görevle yaratmasa, şu an Dünya çoktan düşen kocaman kayalardan ötürü paramparça olmuş bir haldeymiş.

- Aaaaa! Ne diyorsun? Subhanallah! Peki nasıl başarabiliyor ki göktaşlarını uzak tutabilmeyi?

- Çok güçlü bir çekim gücü var. Hem çok hızlı dönüyor hem çok büyük. Oy, oy, oy. Hem de bir gaz gezegeni akıllım. Yani göktaşları ona çarpsa bile kırılıp dökülmüyor. Afiyetle midesine indiriyor çarpanların hepsini. Daha başkalarını da savurup uzaklaştırıyor. Tam bir muhafız gibi. Hani padişahların etrafında iriyarı askerler oluyor ya onları korumak için. İşte tıpkı onlar gibi birşey şu Jüpiter denen asker de. Hatta ben onun adını Jüpiter'den alıp 'Muhafız' olarak değiştirdim. 'Muhafız gezegen' diyeceğim bundan sonra. Nasıl buldun verdiğim ismi? Yakışmış mı?

- Çok beğendim. Gerçekten de ismini hakediyor. Ben de çok mutlu oldum böyle bir muhafızımız olduğu için.

- Hem yalnızca Jüpiter de değil. Ay da Dünyamızın etrafında kalkan gibi tehlikeleri savuşturuyormuş. Hem de Ay olmasa Dünyamız yörüngesinden çıkarmış biliyor musun? Yani yine hayatımızın devamı mümkün olmazmış.

- Yani, 'Büyük Muhafız' Jüpiter, 'Küçük Muhafız' Ay. Peki başka muhafızlar var mı?

- Oohoooo, akıllım, say say bitmiyor. Sen ne diyorsun. Bir sürü... Sistemimizin dışından tut, ta hücrelerimizin çekirdeğine kadar zırhlarla döşenmişiz. Her yer koruyucu kalkanlarla dolu. DNA'yı bile koruyacak görevliler var. Abimin biyoloji kitabı yanımda olsaydı oradaki resimleri sana gösterirdim. Hayretten gagan donar kalırdı. O derece.

- Zaten neredeyse düşüp bayılacağım yahu. Vay be. Nasıl mucizelerle birlikte yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Ben de canlılığımı sadece yediğim yeme, içtiğim suya, aldığım havaya bağlı sanıyordum. Onlar da az şey değil ama, senin anlattıklarını dinleyince, hayatta kalmak için bütün evrene ihtiyacım varmış gibi hissettim. O halde şöyle diyebilir miyiz kanka: Kim bu galaksileri, yıldızları, gezegenleri yaratmışsa hayatı da o yaratmıştır. Çünkü hepsi aynı planın parçasıdır. Benim güzel kanatlarımı takdir edip böyle cici bici yaratanla Jüpiter'i yaratan aynıdır.

- Aynen kanka. Zaten, baksana şu resme, Jüpiter de en az senin kadar cici bici. Şu güzelim renklere bak. Oyuncakçıda böyle bir top görsem hemen müşterisi olurdum. Bu arada, bak aklıma geldi, Jüpiter'e müslümanlar 'Müşteri' derlerdi eskiden. Aynen. Dedelerimiz Jüpiter kelimesini kullanmazlardı. 'Müşteri' diye anarlardı onu yani.

- Zaten yakınındaki her göktaşına 'müşteri' olduğu için, yani 'alıcı' gibi çalıştığı için, ona çok yakışmış derim. Bense, kankacığım, Bediüzzaman Dede'den okuduğum birkaç güzel cümleyi hatırladım sen bunlardan bahsedince... Diyor ki o Mesnevî-i Nuriye'sinde: "Kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur. Demek, dağınık bir nev'in icadındaki suhulet-i harika, vahdet ve tevhid sırrına bağlıdır."

- Ben bu cümleleri anlayamadım. Biraz açar mısın? Ne söyleniyor şimdi burada?

- Tıpkı yukarıda hayata dair konuştuklarımız gibi bir sır var burada da. Şöyle aklına yaklaştırmak istiyorum: Elinde tuttuğun kitabı düşünelim. Bu kitabın içerisinde neler var? Kelimeler, resimler, harfler, kağıtlar, mürekkep vs. Yani bir kitabı oluşturmak için birçok şeyin biraraya getirilmesi gerekiyor. Bu sadece görünen kısmı üstelik. Bir de o kelimelerin arkasındaki manalar, yani anlamlar, var. Eğer biz yüz ayrı kişiye "Bize bir kitap sayfası hazırlayın!" diye emir verseydik, sonra da o sayfaları toplayıp tek bir kitap yapsaydık, sahiden bir kitap ortaya çıkar mıydı dersin?

- Mümkün değil Cikcikçiğim. Onlara ne türde bir kitap hazırlayacaklarını ince ince öğretmezsen, ince ince görevlerini paylaştırmazsan, sonra da yaptıklarını takip etmezsen böyle bir kitap oluşturmayı beceremezler. Çünkü birbirlerinden haberleri yok! 'Bir kitap sayfası hazırlayacakları' dışında hiçbir bilgiye sahip değiller. Belki birisi roman hazırlar. Ötekisi atlas hazırlar. Bir başkası fıkra kitabına çalışır. Berikisi şiir metinlerini derler. Yani bir elden yönetilmedikleri için düzenli bir eser ellerinden çıkamaz. Düzen birlik gerektirir. Yüz kişiden, değil kitap sayfası, sadece birer harf yazmalarını istesen, sonra onları birleştirsen, onlardan dahi anlamlı kelime çıkaramazsın. Anlamı yakalamak için bütünü görmek gerekir. Evvelden tasarlayıp amaçlamak gerekir. Fiileri de ona göre işlemek gerekir.

- Çok iyi söyledin Salih Kayra. Evet. O yüzden kitap yazmasını birbirinden habersiz 'yüz ayrı kişiye' değil 'bir kişiye' görev olarak veriyorlar. İşte bu kitabın yazarı da bir kişi. Zira tevhidde, yani birlikte, kolaylık var. Eğer biz bir kitabı tek yazara vermezsek, o zaman herbir kelimesini, harfini, detayını, sayfasını başka başka sebeplerle açıklamak zorunda kalacağız. Bu da işimizi çok güçleştirecek. Çünkü tek harfi için gereken herşey bütünü için de gerekiyor. Bütünü için gereken herşey herbir harfi için de gerekiyor. Bir ağacın bütün meyvalarını aynı ağacın sistemiyle açıklamak varken herbir meyveyi başka nedenlerle açıklamaya çalışırsak meyveler sayısınca ağaçlar bulmak zorunda kalmaz mıyız? Veya bir ordudaki her askerin techizatını tekbir devlet sistemiyle açıklamayıp herbir askere ayrı ayrı techizat fabrikası hayal edince işleri zorlaştırmaz mıyız? Öyle ya, tekbir askere gereken, bütün askerlere de gerekir. Bu kitabı hangi matbaa basmışsa aynı kitaba sahip bütün çocukların kitaplarını da o matbaa basmıştır. Herbir kitap için ayrı matbaa hayal etmeye kalkışırsak, kitap basma işi o kadar müşkülleşir ki, imkansız hale gelir.

- Şimdi dediklerini biraz anlıyor gibiyim Cikcikçiğim. Tamam. Yani diyorsun ki: Bir sistemin parçalarının tamamını o sistemi üreten tekbir fabrikaya vermek, birbirinden habersiz binlerce fabrikayla açıklamaktan daha kolaydır, çünkü parçalar arasındaki uyum 'bütünü kuşatmayı' gerektirir. Tıpkı hayat sisteminin evrenin bütün parçalarını kuşatması gibi. Dünya'da çiçek açması için Güneş'in ışığı kadar Jüpiter'in muhafızlığı da gerektiği gibi. Bunlar birbirinden farklı gibi görünseler de aynı sistemin parçaları aslında. Aynı amaca hizmet ediyorlar. O halde bütünü kuşatan, yani el-Muhît olan, Allahımız ancak onların yaratanı olabilir. Eğer başka nedenlerle açıklamaya çalışırsak 'birbirinden habersiz, kör, sağır...' ortakların sonu gelmez. Öyle bir ortaklıktan da kimseye hayır çıkmaz.

- Tam isabet Salih Kayracığım. Zekana maşaallah! Çok iyi söyledin. Bana diyecek birşey bırakmadın artık.

Evet, arkadaşlar, bu maceramız da burada bitti. Gerçi kitabın başından bir yere ayrılmadık. Fakat beynimiz Güneş Sistemini gezdi. Jüpiter'e uğradı, Ay'a selam verdi, Güneş'i ziyaret etti. Macera yaşamak için illa fizikî olarak hareket etmeye gerek yok. İnsan zihniyle de maceralar yaşayabilir. İşte biz böyle maceralara da 'tefekkür' diyoruz. Bediüzzaman Dede'nin başka başka cümleleriyle yeni yeni maceralar yaşamak üzere, şimdilik Allah'a emanetsiniz, sonra inşaallah tekrar görüşeceğiz. Cikcik kankanız yine o tombik tombik yanaklarınızdan gagalayarak vedalaşıyor!

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.