Hiç şüphesiz ki “Allah ölüden diri çıkarır.” Bugün kalbimi mahzun eden bir “ölüm” haberinin ardından, hem de bu ölüm haberinin içinden “diri” bir uyanış haberi aldım. Uğradığı silahlı saldırı sonucu vefat eden Cevdet Baybara (Kerem Emre Ulucan) kardeşimin defnine dair vasiyet haberi beni sevindirdi.
İnsan “ölüm”den “sevinme” çıkarır mı? Hakkım var mı sevinmeye?
Var!
www.risalehaber.com ’dan Said Özadalı, Kerem Emre Ulucan müstearıyla yazan Hafız Cevdet kardeşimizin son zamanlarda ölüm üzerinde sıkça konuştuğunu, yakın çevresine “ölürsek Filipinler'de defnedilelim" dediğini kaydediyor. İnşaallah, Kur’ân’ın hadimi ve hafızı Cevdet kardeşimizin kabri, Filipinler’in Dato dağında olacak. Hem mümince yaşayışının hatırası olan kabriyle, habersizlere İslam’dan haber verecek. Hem “Hüvel Bâki” okutan başucundaki taşla tebliğine devam edecek. Allah’a yakın olmayı, “memleket” toprağına indirgemeyen, her yerin rahmete yakın olduğunu idrak eden bir ruhun vasiyetidir bu.
Sık sık Avrupa’ya gittiğim için, biliyorum. Kârlı bir sektör haline gelen “cenaze işleri” girişimcileri, Müslüman Türk işçilerimizin cenazelerinin memlekete nakliyle meşgul. Ömrünün yarısından daha fazlasını, son nefesini verdiği Avrupa şehrinde geçirmiş bir büyüğümüzün cenazesi niye ille de doğduğu memlekete taşınır? Ya da niye böyle bir vasiyette bulunulur?
Daha çok dua almaksa maksat, yakınları zaten memlekette değil, “orada”… Fatiha hediyelerinin kendilerine ulaşamaması kaygısıysa sorun, Allah her yerden her yere rahmetini eriştirir.
Bilsek ki, mezar bir “şeair”dir; “İslam sembolü”dür; o sembolü hiç olmazsa, ölümümüz vesilesiyle, o yabancı topraklara hiç kazınmamacasına dikebiliriz. Minare gibi… Mezar taşımız, hiç olmazsa yüzündeki yazıyla, adımızın hemen yanı başında, bir ayetin kıyamete kadar şahitliğini yapar. Kim olursa olsun, oradan geçenlere “Burada bir Müslüman da yaşadı” diye haykırır. Unutmuş olanlara bir de Kur’ân var, bir de İslam var, bir de Muhammed Aleyhisselatü Vesselam ver diye yeni seçeneği hatırlatır, asıl kapıyı gösterir.
İnsan bir kere ölür; ve bu en etkili tebliğimiz için fırsattır. Bu biricik fırsatı yakaladığımda-işte buraya vasiyet olarak kaydediyorum-uzaklarda ölmüşsem beni “uzak”lara bir “yakın”lık nişanesi olarak defnedin. Ölümüm bari tebliğ fırsatım olsun. Toprağım Yâre susamışların dudağına sunulacak serin sular dolu bir testi gibi orada öylece dursun.
Bakın, “Nur”larla yaşayan, kabri de “Nur” d/olası zarif bir ruhun ettiğine:
Sonradan Müslüman olan ve geniş bir aşireti bulunan Dato Anduhan Juhu'nun teklifi üzerine Cevdet Baybara'nın Cagayan De Oro şehrinde bulunan Dato Dağı’ndaki Sultan Ahmet Camii’nin bahçesine defnedilecek ve bu alan Müslüman Mezarlığı olarak belirlenecek.
Oh, canıma değsin!
Dato dağına, kıyamete kadar silinmemecesine “kelime-i şehadet” yazdıracak Kerem Emre Ulucan… Mezar ziyaretçilerinin ağzına “Fatiha”lar koyacak… Kendisi üzerinden Kur’ân’ı okutmaya devam edecek…
Söyleyin hele, bu habere sevinilmez mi?
Berlin’de niye daha çok yaşanmasın bu sevinç? Kopenhag hak etmiyor mu böylesini? Alp Dağları’nın eteklerine yakışmaz mı “Hüve’l Baki” yazılı taşlar? Rotterdam’ın yeşiline de minareler gibi mezar taşları diksek güzel olmaz mı?
Güzel olmaz mı?
Kerem Emre Ulucan da, bu vasiyetin sahibi olarak, böyle bir yazıya imza atardı. Böyle bir hasreti paylaşırdı. Öyleyse onun yazısı yerine kabul edin bu yazıyı.
Onun söylediğini hiç korkmadan söyleyelim: “Nerede ölmüşsem oraya defnedin beni. Sanmayın ki yalnız kalır kabrim, yalnız kalırım kabrimde. Rabbimle oldum her daim. Rabbim de benimle olur elbet… O beni hiç terk etmedi ki…”
Bakın, buradan bile gidebiliyor Fatiha’mız Kerem Emre Ulucan’a… Bir rahmet yağmuru olarak dokunuyor Dato dağının göğsüne? Niye okumayalım hemen?