Risale Haber yazarı İsmail Berk, bu sabah kılınan sabah namazını ve yazının yazıldığı anda yapılan Cuma namazı hazırlıklarını anlatıyor...
Kabe’de bir Cuma sabahı ve namazı
Yahya Kemal, “İstanbul’da bir Cuma sabahı”nı yazarken yaşadıklarını ve aktardıklarını, eminim Kabe’de bir Cuma sabahı ile taçlandırıp, şair ruhunu konuştursaydı, benim ifadeden aciz kaldığım ruhu edibane yansıtırdı.
Akşamın 01:30 sularında Said hocayla, sabah namazına Harem-i Şerif’e gitmeyi düşünmüştük. Sabah 04:00’e kurulu saat bizi uyandırdığında hazırlanıp, yola koyulmamızla maraton başladı. Zira yürüyerek gidecektik. Yol arkadaşlarımı takip ettikçe, tabanvaya kuvvet gideceğimizi anladım. Hafif ayağıma vuran terliği, kaybettiğimin yerine alınca, tam uyumlu olamadı doğrusu.
Olsun yorulmaya değerdi. Vuran ayak da olsa, yürümek istemeyen nefis de olsa, yorulan beden de olsa, direnen şeytan da olsa yürümeye değerdi. Yol arkadaşım bir Said daha vardı. Said Kutlu. Diğer Said bir başka arkadaşıyla, yola revan olunca, ağırlaşmamız ve onların hızı, bizim onlara yetişmemize yetmedi. Olsun aynı yere gidiyorduk ya. Aynı kıblede buluşacaktık ya.
Burada birbirini kaybetmek normal. Çünkü kalabalık, izdiham var. Ve birbirinizi bazen beklemek gerekmiyor. Çünkü tanımlı noktanızı ve buluşma tarifinizi netleştirememişseniz, cep telefonuyla da ulaşılamıyorsa, programı devam ettirip, nihai yerde buluşmayı göze almak gerekiyor. Böyle durumlarda bir defa sakin olacaksınız. Çünkü en emin belde burası. Hem de Harem bölgesi. Beldetül Emin. Çünkü Muhammedül Emin’den veraset bir hayat, bir tarz ve bir huzur kaplamış her anı.
Bir de kaybolmak, burada güzel bir şey aslında. Kaybolmak gerekiyor. Kayıp etmemiz gerekiyor bazen etrafımızı, çoğu zamanda kendimizi. Sebebine gelince, buraya mahsus kendimizi bulmak için. Sahip olduklarımızı kaybetmeliyiz ki, sahibimizi bulalım. Olanı bırakmalıyız ki, olacak bizi bulsun.
Hülasa burada her şey güzel, tatlı, ibretamiz ve hikmetlerle dolu.
Yaşadığımız her şey çok güzel. Takılıp durmaya gerek yok. Arkana bakmana da. Yürüyeceksin. Yürüyorsun ve yürüdükçe yorgunluğun zevke, lezzete ve inşiraha dönüşüyor.
Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardın Mescid-i Haram’ın ilk görüntüsünü, caddenin bitimine işaret bir binaydı. O da peygamber Efendimizin (a.s.m) doğduğu ev. Şu an kütüphane olarak kullanılıyor. Ziyaret alanı olarak rağbet edilmiyor. Suudilerin böyle bir tavrı var. Daha çok Kabe’ye yöneliş var.
Mescid-i Haram etrafında bir yönelişin içinde ilerliyorduk ki, trafiğimiz tıkandı. Herkes seccadelerini sermiş, okunacak sabah ezanını bekliyor. Said Kutlu’nun ikazıyla geri dönüp, bir başka akan insan seline dahil olduk ve ilerledik. İlerledikçe, her an bir yerde durmamız endişesi ve vakıasıyla, Kabe’yi görmeliyiz arzu ve iradesi birbirini dengeledikçe, bir taraftan da ilerliyorduk. Aşılması gereken yoğunluğun ardından kendimizi içeriye daha yakın bir noktada gördük. Biraz daha ilerleyince, dolu bir iki kapının görevlilerinin içeriye kimseyi almadığını gördük.
Nihayet üst katlara asansör işaretine yönlendiren bir noktadayız. Şükür dış çemberde içeriye, bir “bab”dan girdik. Yani kapıdan. İsmine doğrusu dikkat etmeden. Kral ailesinin yerleştiği yakın binanın bitişiği bir babdan girdik.
Bir,iki derken,üçüncü katta terastaydık. Burada bir hamleye daha ihtiyacımız vardı. Bu arada bir şey daha söyleyelim. Asansörden çıkarken,gözümüzün odaklandığı ve çıkarken kısmen görünen Kabe’yi görmüş ve “Sevdim seni mahbubuma, canan diye geldim.” Nakaratı gayr-i ihtiyari bize bir coşku hali verdi.
Nasıl geldiğimizi, bizi taşıyan vücut sistemimizin sızılarını, nefsin isyanlarını ve hak ettiği yorgunluğunu unutmuştuk artık.
Terasta,Kabe’yi gören en öne varmamız gerekiyordu. Gözümüze kestirdiğimiz bir yere yöneldik. Ön saflar dolu olmasına rağmen,terasın korkulukları ile ön saf arasında ayakta durulacak kadar seyirlik mümkün oluyor.
Tam önünde durduğumuz bir aileydi. Eşlerin yanında onlarla beraber bir arkadaşları daha vardı. Neyse göz ucuyla onlarla ilk yumuşa tonu yakaladık. Bütün bunlar sözsüz anlaşmalar. Zaten kalbin devrede olduğu,ruhun dirildiği ve hayat bulduğu böylesi bir atmosferde sözün adı mı olur?
Evet usulca,seyrin en huzur verici yerindeydim. Oldukça sühuletli olmuştu bu noktaya varmak. Şimdi sıra çantadaki cihazlara uzanmaktaydı. Fotoğraf makinesinin hafızasının dolu olduğu bir an için aklıma geldi.Eyvah demeye fırsat bulamadan,çünkü burası olumsuzluğun zerresini bile hayal etmeye uygun değil,insanın olumsuz hayallerinde bile haya ettiği/utandığı bir yer. Zaten akıl ve kalp ittifakı en güçlü ve müttehit koalisyonunu burada yapıyor. Tam beraberlik burada yaşanıyor.
Çare vardı. Çünkü burası,çarelerin çaresi bir adres. Kainatın kalbi burada. Çarpan imanlı yüreklerde burada. Gelemeyenlerin adına ve dualarıyla buradalar.
Cep telefonumun videosu uygundu. Denenebilirdi. Tam bu hazırlık yapılmışken, “Allahü ekber Allahu ekber..”ezanıyla,hem kamera hem ses kaydı devredeydi. Yersiz bir korku bile kovulmuştu. Ya video kaydı kesilirse.
Üstelik az önce ortak alanı kullandığım o iki kardeşten birisinin çekimi yapmasını,beni ve kabeyi beraber görüntülemesini de sözsüz iletişim ile başarmıştık. Rabbim nasip etmişti.
Hem kayıt,hem bizzat müşahede alanı,hem ezanın lütufkar daveti,hem Kabe etrafında tavaf yapan müminlerin yavaş yavaş ezan bitimine doğru bulundukları noktada durma anı ve en önemlisi kalbimin kayıtlarına şahitlik eden meleklere teknolojinin de belge değerinde kayıt tutmasıydı.
Bir adım gerileyip,aralarına yerleşmeliydi. Çünkü arkalara dönmeme imkan yok. Onların hafif sıkışıklığına taliptim. Beni aralarına almalarını istiyordum. Az önce kayıtlarımı alan kardeşten.göz temasıyla ve hal diliyle yardım istedim. Türkçe kısmen konuşabiliyordu. O an Azeri olduklarını tahmin etmiştim. Ama İran havası hakimdi. Sabır dedi.Sabır dedi. Sonunda,sağındaki kardeşimizin sünneti bitirmesiyle,azıcık sağa kayması ile sünnetleri kılmaya başladık.
Namazda secde edeceğimiz noktaya,ya da daha kendi önümüze baktığımız hallerin geçerli olmayacağı bir andı. 45 derecelik bir bakış eğimi ile Kabe’yle yüzyüzeydim. Gözlerim faltaşı olmuştu adeta.
Nasıl bir duygu,nasıl bir hal,nasıl bir kuşatma,nasıl bir rahmet sağanağı,nasıl bir gök kubbe şefkati,nasıl bir insan duruşu,çevrelemesi,yakınlaşması,dairevi duruşu ve bağlı ellerle bağlandığı bir an.
Anlatamadığımı,anlatamayacağımı ve anlatmayacağımızı itiraf ederek,zahir alemin seyrinden bir katre sunacağız bu bahr-i ummandan. Bu ruhlar okyanusundan,bu saadet asrından,bu inkişaf deryasından ve nurani alemden.
Gözlerim odaklandığı Kebe duvarında/cephesinde,Kabe kapısı,Makam-ı İbrahim ve Hacarül esvedi bir andave bir arada, kendini bir üçgen gibi tamamladıkları alanda bulmuştu.
İmamla namaza durulduğunda,bitişik bir kare daha vardı. O da imamdı. Aynı cepheyi kullanmıştı. Cemaat,saf saf dairevi bir ahengin sessiz,sabitlenmiş halkalar halindeydi. Yansıyan umumi renk beyazdı. İhramlardan çok hac kıyafetleri hakimdi. Çoğunluk açık renkleri,özellikle beyazı tercih etmişti. Safiyetin sembolu,temizlenme iradesinin tezahürüydü beyaz renk.
Ayrıca Arap dünyasında beyaz renk her zaman kullanılan,özellikle entari ve sarık ile birbirini tamamlayan,siyah saçları bile öreten bir berraklık sembolüdür.
Bu satırları,namazla başlayıp,sonrasında ikametimize geldiğimiz ana kadar devam eden yaklaşık bir saatlik sürenin sonunda yazılmıştır. Biraz eksik,hemen bayatlayan bir hız ve bilgi akışında yazdığımı da itiraf edeyim.
Anında ve saatinde kesitler sunmaya çalışmıştık geçmiş yıllarda nasip olan iki günlüğümüzde de. Bu defa,üç gündür bu hale müsait olamadım/olmadım.
Bazen kalem olmadı,kağıt “bana yaz” derken.Bazen kağıt kaleme arkadaş olacak zamanı bulamadı. Bazen de,ruhumun akışı “Beni bende bırak” dedi.Bende bütün hallere razıydım ve fıtriliği bozmamaya itina gösterdim. Resullahın bir duası bizim için kılavuz niteliğinde:
“Ya Rabbi,riyasız bir hac nasip eyle.” Bütün zerrelerimizle buna layık olmayı,bu sırrı korumayı ve bu arada duygularımıza bu zaviyeden bir bakışla ortak etmeyi de istiyoruz.
Bu zihni gidişin içinde,Kabe’yle hemhal bir noktada,sabahın bereketli feyzinde tefekkürün şahikalarını yaşatacak en güzel manzaraların aklımızla hayalimize suret ve resim giydirdikleri anı/anları sadece yaşamak ve o an yazmamakta bir hal ve kabul.
Avdet edenleri sonra yazmak öne çıktı bu defa bizde öyle yaptık. Baktık ki,kalanları yazmak daha kalıcı,düşünüleni muhafaza etme hassasiyetiyle emaneti paylaşmak arzusu,sonradanda almanız gereken, yazmanız gerekeni size veriyor.
Zoru kolaylaştırıyor.
İmam azap ayetlerini okurken, titreyen sesi,kırılan nefesi,ağlayan ses tonu ve cemaatte meydana getirdiği huşu ve ağlama hali,bir iç silkinişin sessiz dalgası gibi korunmak istense de,içinden ağlamayı dışa vuran bir mesuliyet titremesi vardı herkeste.
Sağımdaki kardeşimiz,bu ayetlerle birlikte gözyaşlarının hıçkırığı kulağımıza misafirdi.Solumda hakeza. Selam verilişinde,sağımdaki İran azerisinin gözyaşları vardı,yüzünde mesken tutmuş damlalarla.
Rikkat hali,masumiyetin tezahürüydü o an gönüllerde.
Bir sabah tefekkürü… Fıtrat uyumu…Huzur elçileri…Şefkat sığınağı… Mümin ve müminelerin rahatlığı bir aradaydı.
Gök kubbe küçülmüştü. Mana büyümüştü. Kainat kendi merkezine oturmuştu.
Bereket,sabahın rüzgarıydı. Dua müminin silahıydı. Hayat,eğilmenin ve aczin adıydı…
Kabe’yi seyrederken doyumsuzlaşıyorsunuz. Her şeyi unutuyorsunuz. İnsan selini bile az görüyorsunuz. Kabe makamında,bir başka makama ve görüntüye yer yok.
Namazın ardından kılınan cenaze namazından sonra,tavaf hareketliliği yine başlıyor.
Her kes bulunduğu noktadan sonrasına tavafına devam ediyor. Adeta mecrasını arayan suyun akışı gibi önünü açıyor.genişleyen yeni safların kat kat artışını ve hareketini o kadar net fark ediyorsunuz ki,inkişafın hayat bulduğu bütün teşebbüslerin zembereğini kurmaya başlıyorsunuz.
Dua faslı,dualaşma,duayla buluşma,dua olma,dua alma ve dua sunma,iç içe yaşanan haller.
…
Şimdi Arabistan saatiyle saat 11:21
Zilhiccenin 7. günü. Arafat öncesi hacıların son Cuması. Şu an itibariyle Cumaya 46 dakika var. Mehmet Paksu hocamla birlikte terastayız. Hacer'ül Esved, kabenin kapısı, Makam-ı İbrahim bizim birinci cepheden gördüğümüz yerler.
Saat 11:23. Hacerül Esvede dokunmak isteyen bir hacı ciddi anlamda engellendi, hala direniyor çünkü Kabe’ye dokunma ve tavaf şu an itibariyle durmuş durumda. Makam-ı İbrahim'e dokunan muhtemelen Endonezyalı. Son hazırlıklar yapılıyor. Güvenlik görevlileri diğer temizlik işçileri yeşil iş elbisesi giymişler. Sabah namazından bu yana cuma için mevzilenen, yerini almak isteyen bir çok hacıya rastladım. Yani sabah namazından dönüp bir daha gitmek nasıl olur veya saat kaçta gelsem Kabe’yi gören yere gelirim diye düşünüyor.
Biz bir saatte terasa çıkabildik. Alt taraflar kapalı. 11:03 itibariyle buradaydık bulunduğum yer itibariyle Hacer'ül Esvedle Rüknü Yemani arası tamamen üç saf kadar boşluk bırakılmış durumda.
Kabe kapısının olduğu taraf da kısmen boşaltılıyor, mesafe açıyorlar. Hutbe okunacak minber şu an hazır onun alt temizliği yapılıyor. Bu arada hava oldukça sıcak, ama 30 derecenin üzerinde olduğu kesin. En güzel olanı insanlar bir esinti hissediyorlar.
Bulunduğum yerden sağ tarafıma baktığımda binalar yıkılmış ve açık bir alan var. İnşallah ileride onlar Kabenin etrafının tanzimi için değerlendirilecek. Tam arkamda Safa ile Merve’nin 3. kat inşaatı devam ediyor. Böylece 3 kat halinde sa'y yapılacak. Bir anektod daha; kral ailesinin binası son kat hariç Kabeyi göremeyecek. Söylenen o ki kralın kendi binası ve Kabeyi daraltan Hilton, Continental otellerinin de yıkılacağı.
Çoğunluk şu anda ya Kur’an okuyor ya sessizce bir tefekküre dalmış dua ediyor. Benim gibi Kabeyi tamamen terastan görenlerin çoğunluğu fotoğraf çekiyor.
Şu an saat 11:32. 3. kata bakıyorum tamamen dolu. 3. katta tavaf yapılan koridor bile durmuş gibi. Bu kadar insan birbirinin sırtında namaz kılabilir öyle görünüyor. Hakim renk beyaz. Arada özellikle başlardaki renkli örtüler var. Şu anda herkes gerçekten çok heyecanlı ve samimi ve mutlaka cumayı içerde kılma telaşı herkesin ortak rüyası.
Kabenin zemine yakın meyilli kornaklı yerleri temzileniyor. Tavaf tamamen durmuş görevliler yol açıyorlar. Tahminim bir protokol katılacak. Onlara özel alan açılacak. Hummalı bir faaliyet var. Ama en güzeli şu anda belki milyonlar olduğu yoğunukta büyük bir itina ve huzur içinde yutkunarak, gülümseyerek, hoş görerek bu en müstesna anı değerlendirmeye çalışıyor.
Buranın vakti icabet anı her an olsa gerek. Burada davet var, kabul var daha ne diyebilirim ki. Artık hiç bir şey diyememenin ve kendinle kalmanın tam zamanı. Telefonla aktarabileceğim bunlar. Yaşanılanı ve görüneni ve duyulanı şu anda ifade etmek mümkün değil. Dünyanın her tarafından ırklar, diller, renkler, davranışlar, hareketler bu kadar farklı ve çeşitli ve birbirini ilk defa görenler, kucaklaşanlar, sukunetle, muavenetle, duayla, muhabbetle, konuşmadan anlaşıyor hissederek sarılıyorlar. Rabbim Kabesinin, bu gönül evinin hepimizin gönlünde yol açacak bir sembol, mana ifade olarak hazırlamış. Cenab-ı Hak herkese bu anı ve duyguyu yaşatsın inşallah. Her mümin kardeşimize imanın yaşandığı her an ve dakikanın yaşandığı bir vesile olsun.