Birbirine mukabil; insanlar Tekbîr-Tekbir,
Ortada Ulu Kâbe; gözler mıhlanan menzîl.
Çevresinde pervaneler, zikrederek dönüyor;
Siyahında aşk ateşi, sükûn bulup sönüyor.
Her dilden, her renkten, aynı kelâm söylenir;
Bismillâh Allahûekber, yüksek sesle dillenir
Her şavt’ta ayrı dua; ayrı dilek dillerde;
Her bir kul, sevdiğine; esenler dilemekte
Mültezem’e iltizam, her kulun bir emeli;
Hatim’de ayrı hûşu; namazın mükemmeli.
Makam-ı İbrahim’e selâmlar ince-ince,
Bir uğultu duyulur; Hacer’i Esved’e gelince.
Meraklı her bir Hacı; O taşı ellemeye;
Allahûekber nidasını; başında söylemeye.
İzdiham çok, ulaşmak güç, uzaktan mahzûn selâm,
Tamamlandı yedi şavtım, şimdi; namaz ve duam.
Duam gözde yaş oldu, teskîn oldu hasretim;
Soğuk zemzem nûş ederek, kayboldu hararetim.
Her derdime deva deyip, içmişem kana-kana;
Cennetten gelen ikram; Hâcer anayla bana.
Seyre daldım Kâbe’yi, siyahında nurlandım;
Amûd-u Nurânîyle; yükseldim adım-adım.
Kuşak olmuş âyetler, çevrelemiş her yanı;
Kare-kare, turra-turra, ışık saçan şamdanı.
Arşa çıkıp, baktım yere; merkeziymiş dünyanın;
Kalbi orda atıyor, şimdi bütün dünyanın.
Göze nurdur, şifa verir, Karası’nın kare’si;
Her bir yandan uğultuyla duyulur; Kur’ân sesi.
Burdaki bu muhabbet, hoşgörüler ne hoştur;
Dünyada hüküm sürse; tüm boğuşmalar boştur.
Kat-kat Kâbe’nin damı, her katı dolu Müslim;
Siyah nokta odaklarda; kaydedilen resim.
Sonra Safa Tepesinden, selâmlanıp başlanır;
Yeşil Işık ortasında; koşulup yavaşlanır.
Merve’de ayrı selâm, soluklanıp koşulur,
Dualar hep dillerde; lerze gelir coşulur.
Dört gidiş, üç gelişle tamamlanır Sa’yımız;
Tıraş olup tamamlanır; mebrûr olur umremiz.
İşte böyle on beş gün; tadı damakta kaldı;
Bizden boşalan yeri; yeni ihvanlar aldı.