Sathî bir nazar için pek acib bir sualdir bu. Zîra yüzeysel bir nazar insanın sadece bedenini, cismini nazara alır. Halbuki insan kâinatın bir enmuzecidir. Her ne ki kâinatta var insanda dahî vardır. Kâinattaki her bir âlemden bir numune insanın cevherinde vedia (emanet) bırakılmıştır.
“İşte, insanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insana, bütün esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsânâtını tattırmak için öyle iştahlı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-ı mat'umatıyla kerîmâne doldurmuş.
Hem bu maddî mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise, duyguları vasıtasıyla, o sofra-i nimetten her çeşit istifadelerle, teşekkürâtın her nev'ini yapar.
Ve bu hayat midesinden sonra, bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızık ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semâvat ve zemin genişliğinde o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder.
Ve insaniyet midesinden sonra, hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızık ister bir mânevî mide hükmüne getirip, onun rızık sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, esmâ-i İlâhiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile ism-i Rahmânı ve ism-i Hakîmi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder, "Elhamdü lillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ hakîmiyyetihî" der. Ve hâkezâ, bu mânevî mide-i kübrâ ile hadsiz nimet-i İlâhiyeden istifade edebilir. Ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiye zevkinin daha başka bir dairesi var.” (Otuzuncu Lem’a Altıncı Nükte Beşinci şua’dan)
“Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat'umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.
Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.
Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.
Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.
Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.
Yani, cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyet, mahdut bir cüzsün. Onun ihsanıyla, cüz'î bir cüzden, küllî bir küll-ü nuranî hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete; ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.” (Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal İkinci Meyve)
Demek ki bizim maddi midemizden gayrı da midelerimiz var. Rezzak-ı Hakîm maddi midemizi enva-i çeşit nebatât ve hayvanât ile beslediği gibi sair midelerimizi de kendilerine münasib nimetlerle besler. Bedenimizdeki mideyi beslemeye yine bedenimizdeki eller vasıta olduğu gibi hayat midemiz ise duygularımız vasıtası ile beslenir ve hayat midesi önünde çok geniş bir sofra serilmiştir. Şimdilik ayrıntılarına girmiyoruz.
İnsaniyet midesinin elleri ise akıl, fikir ve hayaldir ve semavat ve arz onun önünde açılmış sofradır.
İslamiyet ve imân midesinin önündeki sofra ise Esma-i İlahiyyedir.
Muhabbet midesi önündeki sofra ise haddi hududu olmayan bir sofradır ve ondan alınan lezzet de namütenahidir.
Evet bizler bu zamanın çocukları olarak maalesef maddi midemiz haricindeki midelerimizi güzelce beslemekten aciziz. Nazarlar tamamen maddi midenin beslenmesine tevcih edilmiş. Böyle bir zamanda bir şahıs tek başı ile mukabele edemiyor.
Dünya hayatını ahiret hayatına bilerek ve severek tercih etmek hastalığı bütün vücudu saran bir kansere inkılab etmiş.
Rabbim şahs-ı maneviye takva dairesinde girerek muhafaza olmakla rızıklandırsın bizleri inşallah.
Mezkur meseleyi Risale-i Nur Külliyatından sair yerlere de çalışarak işlemek niyet etmiştim lâkin zaman zaman Risale-i Nur’a yine Risale-i Nur ile güzel izahlar getirmenin de enaniyeti besleyerek temayüz etmeye sebeb olduğunu düşünüyorum.
Risale-i Nur’un okuyucuları olan bizlere tevdi ettiği on beş vazife içinde izah ve şerh vazifesi de olduğu nazara alınırsa bu belki de şeytanın sağdan yaklaşması kabilindendir. Allahu a’lem bissavab (doğrusunu Allah bilir)…