Kaddafi’nin öldüğünü mü sanıyorsunuz?

Kaddafi öldü ve her şey bitti sonunda. Yer gök adalet doldu şimdi. Libya da, Türkiye de, Amerika da sevinebilir artık… Acaba gerçekler böyle mi?

Oğuz DÜZGÜN'ün yazısı

Kur’ân-ı Kerim’in Firavunlardan, Nemrutlardan, Ebu Leheblerden ısrarla bahsetmesinin sırrını daha iyi anlıyorum şimdi.

Kelam-ı İlahi yani “vahiy”, “ezeli” olduğu gibi “ebedi” de... Çünkü “ezeli ve ebedi olanın sözü” Kur’ân-ı Kerim.

Bu nedenle düne hitap ettiği gibi bugüne de, bugüne hitap ettiği gibi de yarına da hitap eden bir Kutsal Kitap var elimizde.

Evet, Kâbil ile başlayan “zâlimler kervanı”, kıtalar ve asırlar arasında dolaşmaya devam ediyor.

Dün Firavun, Nemrut, Ebu Cehil bedenlerinde görünen “zulmün ruhu”, bugünkü fâni bedenlerinde yaşamaya devam ediyor. Kur’ân-ı Kerim’in ilgili ayetlerini bu bakış açısıyla okuyup, uyanık olmamız gerekli.

Kaddafi bedensel olarak öldü ama dünyanın başka başka coğrafyalarında zulüm nefes almaya devam ediyor.

Ya da bundan sonra Libya’yı çok huzurlu bir gelecek bekliyor da diyemiyoruz, ama yine de “her şey eskisinden daha iyi” avuntusu kaslarımızı gevşetmeye yetiyor.

Dolayısıyla “mutlak sevince” hakkımız yok hali hazırda. Zira zulmün felsefesi, derin yapısı, uru, kanserli dokusu yaşamaya devam ediyor.

Dünya vücudunun herhangi bir yerinde, herhangi bir şekilde yeniden alevlenebilir zulüm ateşi ve alevleniyor da.

Daha önceki yazılarımda da bahsettim bu gerçekten. Wall Street, Yunanistan, Ankara, Avrupa, Rusya, Kıbrıs ya da İsrail, asla bütün dünyadan bağımsız alanlar değiller.

Bir vücudun organları gibi, birbirleriyle “olumluluk” ya da “olumsuzluk” alışverişinde bulunuyorlar.

Söz gelimi, bir Avrupa ülkesi, örneğin Almanya, herhangi bir ülkede yaşanan bir Tsunami felaketini, basit bir kanalizasyon taşkını olarak tanıttığında, zulümle sevişmeye başlıyor.

Bütün felaketler için varsayabiliriz bu örneği. Terör, hukuk, bilim, siyaset alanında da olabilir, hiç fark etmez. Güzellikleri görmemek, eksikliklere odaklanmak!

Bir ülkenin halkına yapılan bir zulmü başka bir ülke hoş gördüğünde, ya da doğal bir hak olarak desteklediğinde, işte tam da o zaman, “zulüm kanseri” damarlarındaki alyuvarları kemirmeye başlıyor.

Bu saatten sonra, kendi başını yakacak zulüm yangınlarının hesabını yapmalı. Öyle çok da gururuna yenilmeden.

Suriyede bunun hesabını yapmalı, Amerika da, Almanya da, İsrail de, Türkiye de, İran da…

Evet, Kaddafi’nin, Firavun’un ya da bilmem hangi zalimin ölümüyle “zulüm” ortadan kalkmıyor. Öyleyse fazlaca sevinmeye gerek yok!

Aslında bütün o zalimlerin bağlı oldukları “zulüm felsefesinin” kökü kurutulmadan, sadece silahın gücüne sarılmak da bir çözüm değil. Evet, zulmün de bir felsefesi var ve asıl bu felsefenin kökünü kurutmak gerekiyor.

Ahir zamanda dünya çapında gerçekleşeceği müjdelenen o “adalet dolu dönemin” başlaması için bu mücadele gerekli.Yoksa daha ne çok Kaddafiler, Beşar Esedler, ne 28 Şubatlar görmeye devam edeceğiz.

İnsanlarını “göbeğini kaşıyan, bidon, örümcek kafalı, aptal adamlar” olarak gören zihniyet ile Kaddafi’nin “insan” anlayışı arasında paralellik olup olmadığını ispat eden var mı, bilmiyorum?

Alevilerisırf inançlarından dolayı türlü hakaretle aşağılayanlar, ya da Kürtleri ikinci sınıf insan kategorisinde görmek isteyenler kime benzediklerine iyi baksınlar!

24 gencimiz şehit edildiğinde, Sivas’ta, Başbağlar’da, ya da Karabağ’da pek çok insanımız kırıma uğradığında da görmüştük aslında biz o karanlık yüzü.

Bediüzzaman onlarca yıl hapis hapis, sürgün sürgün dolaştırılmasından da “Kaddafi”ler sorumlu değil miydi?

Ama o büyük insan, “kader adildir” diyerek zulmedenlerine bile hakkını helal etmeyi başardı. İşte “zulmün felsefesini” yenmenin muhteşem örneklerinden biri!

Bediüzzaman, ömrü boyunca ülkenin her bir tarafına adalet ve merhamet ektiği için, bütün adalet ve merhamet tohumları bugün ağaç oldu, meyve veriyor.

İslamcıları da, laikleri de, solcuları da, Alevileride mutlu edecek, adil ve merhametli meyveler!

Ama zulüm eken de zulüm biçiyor.Boşnakları, Azerileri, Cezayirlileri katledenlerin yüzlerinde de sinsi bir Kaddafi gülümsemiyor mu?

Kaddafibile, Hz. Muhammed’in asla yapmayacağı bir şekilde, yargısızca, linç edilerek katledilmişti ve bu son da zaten onun ekip biçtiği bir zulümdü!

Oysa bizim Peygamberimizden ve Kur’an’dan öğrendiğimiz: “Düşmana bile insanca davranmak, ona asla zulmetmemektir.” Ama kader elbette adalet eder.

Demek ki zulüm, gün geliyor, tüm acı sonuçlarıyla zulmü silah olarak kullananların da eteğine dolanıveriyor. Ne acı!

Zulümle, soykırımlarla yükselmiş kimi devletlerin kısa sürede hazin çöküşü ne acı! İşte Osmanlı’ya isyan eden Sırplar, Araplar, Ermeniler, Yunanlar, Bulgarlar…

Geçmişte Osmanlı Devleti reayası olan ülkelerin vatandaşlarının pek çoğu, Osmanlı’da var olduğunu düşündükleri zulümlerin, aslında, nefsi ve siyasi vehimler olduğunu anladılar bile.

Libya bayrağındaki Ay Yıldız, krizle boğuşan Yunanistan’dan gelen Türkiye ile birleşme önerileri, Arap ülkelerinin Türkiye’nin izinden gitme çabaları, hep bu pişmanlığı kanıtlıyor.  

Zulmün temel felsefesini yendiğimizde, terörü, kini, soykırımları ve nefreti de yeneceğimize emin olabilirsiniz.  Peki nedir zulmün temel felsefesi ve nasıl kurtulacağız bu zulümlerden?

Aslında her fırsatta yazıyorum köşemde. Kurtuluşun o muhteşem anahtarlarını hepimiz elimizde tutuyoruz aslında:

1-     Bediüzzaman’ın pek çok eserinde anlattığı gibi, Allah’ı kabul etmeyen kimi insanlar vehimlerini ilah olarak kabul ederler ve sorumluluktan azade olduklarını düşündükleri için, her türlü zulmü işleyebilirler. O halde insanların tahkiki imanı kazanması adına, hem devletçe, hem de ferdi olarak çalışmamız gerekiyor.

2-     Zulmün temel felsefesi olan “güçlü olan haklıdır” prensibi, ruhlardan, beyinlerden tamamen kazınana kadar, hem devletin eğitim kurumları, hem de sivil toplum kuruluşları tüm gayretleriyle çalışmalıdır.

3-     Evlerimizde ve bütün okullarımızda “Ahlak Eğitimi” ciddi bir şekilde yapılmalı ve yetişen yeni nesil, “nefis ve enesine (egosuna)” söz geçirebilen bir nesil olmalıdır.

4-     Bütün dünyayı kuşatacak bir dünya birlikteliğini (Balasafa) yaşama sokmalıyız.

Bütün bu düsturlar hayata geçirildiğinde, “küfür devam eder, ama zulüm devam etmez” sözü yerini bulacaktır.

İşte ancak o zaman, insanları, kıtalar ve asırlar dolaşan birerKaddafi haline getiren “zulüm felsefesi”nin tasallutu kırılacak.

Rotahaber

Güncel Haberleri