Sabah çok erkenden uyandım.
Çalışma odasına gittim.
Perdeler yarıya kadar indirilmişti.
Oda sıcaktı.
Gri bir gökyüzü vardı dışarıda.
Pencerelerde yağmur taneleri birikiyor sonra yavaşça aşağıya doğru süzülüyordu.
Gökyüzünün grisinin yansıdığı pencerelerdeki damlalara bakarken odanın sessiz huzurunu da hissediyordum.
Yağmurun usul damlalarıyla sanki daha da artan sükûnete kendimi bırakarak pencereden dışarı baktım
O dakikalarda büyük bir ihtimalle Amsterdam uçağının yolcuları havaalanına varıyorlardı.
Umutları vardı, kederleri vardı.
Her biri ayrı bir yaşam hikâyesinin patikasından yürüyerek ortak bir kadere yaklaşıyorlardı.
Biraz uykuluydular herhalde.
Ben sabah gazetelerine bakarken onlar da kendi gazetelerini almış olmalıydılar.
Bir ömrün belki de en korkunç bölümünü yaşıyorlardı.
Kaderleri belirlenmişti ama onlar o kaderden habersizdiler.
Kaderimizin belirlendiği anla, o kaderi öğrendiğimiz an arasındaki o saf cehaletimiz bana hep insanoğlunun en acıklı çaresizliği olarak gözükür.
Onlar işlemlerini yaptırırlarken, kahvelerini içerken...
Uçağa birileri yakıt koyuyordu herhalde.
Bir iddiaya göre yakıt miktarı yetersizdi.
Bu doğruysa, kaderleri yakıt depolarının başında belirlenmişti.
Pilotlar da o sıralarda uçağa binmiş olmalılar.
Kaptan pilot çok tecrübeliydi.
O binlerce uçuşundan birine daha çıkarken telaşsızdı sanırım.
Bir de genç bir pilot vardı eğitim uçuşuna çıkan.
O heyecanını saklamaya uğraşıyordu.
Belki mesleki şakalar yaptılar aralarında.
Belki ailelerinden konuştular.
Sonra yolcular uçağa bindiler.
O koca uçak homurtularla havalandı.
Ben çay içiyordum salonda.
Gazeteleri okumaya başlamıştım.
Aynı anda benimle aynı gazetenin aynı satırlarını okuyan yolcular da vardı belki uçakta.
Aynı satırları okuyorduk.
Başka başka şeyler düşünüyorduk.
Başka başka kaderlerimiz vardı.
Salonun geniş pencerelerine yağmur çarpıyordu.
Onlar o sıralarda bulutların üstüne çıkıp yağmurdan kurtulmuşlardı.
Her şey sakin, her şey sıradandı.
Kader belirdiğinde heyecanlanırız hepimiz, belirlenmiş bir kadere, o kader anından haberdar olana kadar sakince gideriz.
O an gelene kadar her şey sıradandır.
Uçuş sırasında genç eğitim pilotuna uçağın denetimini verdiler mi bilmiyorum.
Bir iddiaya göre iniş sırasında genç pilot uçağı yönetiyordu.
Heyecanından, tecrübesizliğinden bir hata yaptı belki...
Belki de hatayı yapan, usta pilotlardan biriydi...
Belki de hata yoktu sadece yakıt aniden bitmişti...
Belki de uçağın motoru kopuvermişti.
Henüz bunların hiç birinin doğruluğundan emin değiliz.
Ama bir şey oldu işte...
Uçak aniden alçaldı...
Pisti tutturamadıklarını gördü usta pilot.
Önündeki lövyeye var gücüyle asılarak uçağın burnunu kaldırmaya çalıştı ama yere çok yakındılar.
Burun havalandığında kuyruk yere çarptı.
Ya da pisti tutturamayacaklarını anlayınca pilot en güvenli noktayı seçip oraya inmeye çabaladı.
Ve yere çarparak indiler.
Hangisi olursa olsun büyük bir gürültüyle parçalanan çeliğin sesini duydular, yere vurmanın sarsıntısını hissettiler.
İlk anda ölenler oldu.
Yaralananlar.
Daha şanslı olanlar, iri beyaz bir nar gibi kabuğu çatlayıp açılan uçağın çatlaklarından çıktılar.
Yerler çamurdu.
Ben hâlâ gazetelerimi okuyordum.
Bir sigara yakmıştım.
Onların kaderinden haberim yoktu.
Sonra uçağın düştüğünü duydum.
Hepsi öldü sandım.
Sonra yöneticiler birer birer açıklama yapıp müjdeyi verdi, kimse ölmemişti.
Mucizeye sevindim.
Sonra gerçeği öğrendim.
Kader, uçak yolcuları arasından dokuzunu alıp götürmüştü.
Seksene yakını yaralanmıştı.
İki yerinden kırılmış bir uçak çamurların içinde duruyordu.
Yağmur hâlâ yağıyordu.
Gökyüzü griydi.
O huzurlu sükûnet bitmiş, kader, hiç tanımadığım insanların sancılı acısını getirmişti.
Taraf