Kader takdirden gelir. Takdir, ilimle ölçüyle, düzenli, planlı ve program dâhilinde yapmak demektir. Allah her şeyi ilim, iradesi ile takdir etmiş ve kudreti ile yaratmaktadır. İradesi olmayan varlıkların tümü mutlak Allah'ın iradesine tabidir. Akıl, şuur, irade ve hürriyeti kendi elinde olan varlıklar da ikiye ayrılır. Birincisi nefis sahibi olan insan ve cin gibi varlıklardır. İkincisi ise nefis sahibi olmayan meleklerdir. Meleklerde nefis olmadığı için onlarda akıl ve ilim galiptir.
İnsan iradesi tercih sebepleri tahtında yönlenir. Sebep yoksa sonuca hükmetmemiz mümkün olmaz. Tercih sebepleri tahtında hükmeder. Bazen de tercihini kötüye de kullanabilir.
İradenin kullanımında insan hür olmakla beraber akla şöyle bir soru gelmektedir. Her şeyi bilen yüce Allah insanın iradesini nasıl kullanacağını bildiğine göre bu durumda cüz’î iradeye bir müdahale söz konusu olmaz mı? Burada bir cebir söz konusu olmaz mı?
Hiçbir şey Allah'ın irade ve kaderinin dışında olamaz. Ancak insan ile ilgili kaderi ikiye ayrılır. Birincisi insanın iradesi ile işlediği ve hür olduğu fiilleridir. İkincisi ise insan iradesi dışında kalan ve mecbur olduğu ızdırari kaderdir. Birincisi irade ve ihtiyar dairesinde olduğu için bu fiillerinden sorumludur.
Allah saadetin sebeplerini de, felaketin sebeplerini de yaratmıştır. Sebeplerini ve sonuçlarını insanlara haber vermiştir. Saadete götüren sebeplere sarılanlara saadeti vereceğini ve ondan razı olacağını haber vermiştir. Şekavetin sebeplerini yaratmıştır ve sonuçlarını insanlara haber vermiştir. Şekavete sebep olan şeyleri yapanları cehenneme atacağını ve onlardan razı olmayacağını haber vermiştir. İnsanın mükellefiyet ve hürriyet sınırların içinde olan ve iradesi ile sebep olduğu hususlarda mükelleftir. Burada da insanın iradesi adi bir şarttır. İnsan iradesi ile iyiyi tercih etmedikçe Allah onu takdir etmemekte ve sorumlu tutmamaktadır. İnsan kendisini değiştirmedikçe, Allah insanı değiştirmemektedir.
Ruhlar yaratılmadan önce ve çocuk anne karnında iken cenin safhasında iken said ve şaki olduğu yazılmıştır. Ancak bu yazı hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılma şeklindedir. Yani, kâfir olacak ve mü’min olacak şeklinde bir hüküm olarak değil, iman eder, Salih amel sahibi olursa said olacak, inkâr ve küfür vasıflarını kazanırsa şaki olacaktır şeklindedir. Vasfı Allah yaratır, hüküm ise bizim kesbimiz sonucu oluşur. Biz imanlıların vasıflarını kazanırsak mü’min hükmünü kesb ederiz. Küfür vasıflarını elde edersek o zaman kâfir hükmünü alırız. Yüce Allah kaderimizi vasıf olarak yazmıştır, sonuçtaki hüküm ise bizim kesbimiz sonucu oluşan bir durumdur. Küfür vasıfları bizi cehenneme mahkûm ederken, mü’mine ait vasıflar ise bize cenneti kazandırır.
Şayet vasıf ile hükmü karıştırırsak o zaman “Allah kulun nasıl amel işleyeceğini ezelde sonsuz ilmi ile bildiği için yazmıştır; yazdığı bildiği için kişi said ve şaki olmaz” gibi anlamsız bir cümle kullanırız. “Allah bildiği ve yazdığı için kul cennetlik ve cehennemlik olmaz” şeklinde bir cümle sakat bir cümledir. Çünkü hiçbir şey Allahın bilgisi dışında olmaz ve yazdığı mutlaka olur.
Allah'ın ilmi muhît olduğu için insanın karakterini, karakterine tesir eden sebepleri, insanın istidat ve kabiliyetlerini, bu kabiliyet ve istidadın nemalanması için gerekli olan şartları ve bunu oluşturan sebepleri bilen Allah bunun gereğini ve sonuçlarını bilir ve ona göre yazar ve bildiği ve yazdığı gibi sonuçlanır.
İnsan hayrı ve şerri bildiği halde nefsine ve hevasına uyarak iradesini yönlendirir. Bazen de bencillikten kaynaklanan duyguları ile öfkesine ve şehvetine göre hareket eder. Allah'ın iradesi kulun iradesini yaratacağı şeyler için bir şart-ı âdî olarak yaratmıştır. Yaratılışın yüzlerce sebepleri arasında bir sebep kılmıştır. Malumdur ki bir şeyin varlığı bütün şartların varlığına bağlıdır. Şartın birisi olmazsa o şey vücuda gelmez. Mesela, bir kitabın vücut bulması için insanın mükemmel bir istidat ve kabiliyet içinde yaratılmış olması yanında, kitap yazacak ilmi seviyeye kazanmak için kişinin gayreti ve uzun yıllar çalışması gerekir. Bütün bunlardan sonra kişinin kitap yazma isteği ve iradesini bu yolda kullanmazsa kitap vücuda gelmez. Burada insanın cüzî iradesi bir şart-ı adidir. Dolayısıyla insanın cüz’î iradesini Allah külli iradesinin tecellisine diğer sebepler gibi bir sebep ve bir şart-ı adi kılmıştır. İnsan iradesi olmazsa o iş olmaz. İnsan iradesi ise ya hayrı veya şerri ister. Her ikisini de yaratan Allah’tır.
Ancak Allah'ın imana ve hayra rızası vardır, küfre ve şerre rızası yoktur. Allah'ın irade etmesi ve yaratması şer değil, insanın bunu iradesi ile kesbetmesi hayır ve şerdir. Zira bu hayır ve şer insana bakan yönü iledir. Allah'a bakan yönü ile yaratma ve irade bakımından hayır ve şerdir denemez. Allah'ın hikmeti hem hayrı, hem şerri gerektirir. Zira cenneti ve cehennemi isteyen ve yaratan Allah’tır. Elbette cennetin sebeplerini ve sonuçlarını da irade eden ve yaratan Allah’tır. Hikmeti bunu gerektirir. Allah'ın cehennemi ve azap meleklerini yaratması ve onları cehennemde görevlendirmesi haksızlık ve zulüm, şer ve azap olarak nitelendirilemez. Aynı şekilde cenneti ve cennetin sakinlerini yaratmış olması da cehennemliklere göre haksızlık olarak değerlendirilemez. Allah'a bakan yönü ile her ikisi de hayırdır. Ancak insana bakan yönü ile değerlendirdiğimiz zaman insan için cennet ve cennetin sebepleri olan iman ve Salih amel hayırdır; cehennem ve cehennemin sebepleri olan küfür ve ameller şer olarak değerlendirilir.
Yani devletin hapishanesi de vardır, sarayları da vardır. Devletin hikmeti her ikisini de gerektirir. Bir devletin hapishanesinin olmaması o devlet için bir noksanlıktır. Ama vatandaşlara göre hapse girmesi şer, sarayda olması ise hayır olarak değerlendirilir. Hiç kimse hapse girmek istemez ve herkes sarayda yaşamak ister. O zaman saraya layık olması, hapse girecek sebeplerden ve suçlardan uzak durması gerekir. Kişi hapse sebep olan suçları işlerse, devlet neden onu hapse attı diye suçlanamaz bilakis suçluyu hapse atmaması veya atamaması onun için bir noksanlık olur.
Bu sebeplerden dolayı bunu bilen vatandaş iradesini kendisi için hayır olan şeye göre kullanması gerekir. Kendisi hakkında şer olana yönlendirmesi devlet açısından değil, kendi açısından şer olur. Kişi iradesini iyiye yönlendirmeyince devlet neden hapishaneye atıyor diye suçlanamaz. Kişi ve vatandaş neden iradesini hayra kullanmadı ve kendi faydasını düşünmedi diye suçlanır ve kişi sorumlu olur.
Yüce Allah “Bizi de, yaptıklarımızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat, 37:96) İnsanın fiillerin yapılmasında rolü iradesini kullanmaktan ve azmetmekten ibarettir. Sonucu yaratan Allah’tır. Teşebbüs insandan yaratmak Allah’tandır. Kul istidat ve kabiliyeti, fiili ve teşebbüsü, kast ve niyeti ile Allah’tan ister, iradesini isteme yönünde kullanır, “Müsebbibü’l-Esbab” olan Allah da sebeplerini ve sonuçlarını yaratır. İsteyen kuldur, sebepleri ve sonuçları yaratan Allah’tır. Şayet Allah bir şeyin olmasını murad etmezse insanın istemesi, kastı, çalışması ve sebepleri bir araya getirmesi sonucu meydana getirmez. Allah'ın iradesi asıl sebep, insanın iradesi ve sebeplere sarılması ise adi ve basit bir şarttır. Diğer şartlar içinde bir şarttır, o şart-ı adi olmazsa o iş olmaz. Sonuçta bizi yaratan Allah bizim yaptıklarımızı da yaratır. Yoksa o iş ve teşebbüs vücut bulmaz.
Yemek, konuşmak, iş yapmak, bina yapmak, bahçeyi tanzim etmek, tohum ekmek, ağaç dikmek gibi bütün işlerimiz ve fiillerimiz böyledir. Aynı şekilde okumak, öğrenmek, berber iş yapmak ve ortak teşebbüslerde bulunmak ve evlenmek, eğitim vermek gibi bütün insana ait fiilleri bu ölçü ile ele alabilir ve anlamlandırarak anlayabiliriz. Bütününde kural şudur: “Kul ister Allah yaratır.” Şayet kulun istediği isteğine uygun meydana gelirse veya bütün teşebbüsleri boşa çıkarsa her iki durumda da kader hükmünü icra etmiş ve Allah'ın ilmi, iradesi ve kudreti ile yaratılmış olur.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus şudur: “Geçmişe kader denir.” Geleceğe ise teklif noktasında bakılır. Zira gelecek bir saniye sonrası da olsa bizce meçhul olduğu için buna kader diyemeyiz. Gelecek irademize bırakılmıştır. Geleceği şekillendirmek için Allah insana irade ve hürriyet denen bir “yetki” vermiştir. İnsan bu yetkiyi kullanıp kullanamamasına göre ceza ve mükâfatı hak eder. İnsan iradesi ile Allah'ın kendisine tanıdığı yetkiyi ya hayra kullanır veya şerre kullanır. Bunu yaparken hayırdan Allah'ın razı olduğunu, şerden ise razı olmadığını bilir.
Allah'ın razı ve memnun olmadığı şeyi yaparsa cezaya çarpılacağını da bilerek hareket ederse elbette cezayı hak eder ve bunun sorumluluğunu Allah'a yükleyemez. Zira şer ve günah insan iradesi ile meydana gelmiştir. Dolayısıyla sorumluluk da ona aittir. İnsana bakan yönü ile şer olan bir husus ise kâinatın genel işleyiş hikmetine ve Allah'a bakan yönü ile şer olmayabilir. Zira insanın hayır olsun şer olsun bütün fiilleri sonuçta yaratılış hikmetine uygundur. Hayır ve şer insanın cüz’i istifadesine ve zararınadır. Yani fayda görecek olan da zarar görecek olan da insandır. İnsanın hayır ve şerrinden ne kâinat faydalanır, ne de zarar görür. Allah'a göre ise kul isterse şer işlesin, ister hayır işlesin fark etmez. Yaratılış hikmetine uygun hareket etmiştir. Hayrın mükâfatını verir kulunu cennete alır, şerrin cezasını verir cehennemine atar. Her ikisi de Allah'ın adaletine, hikmetine ve yaratmasına uygundur. Zira hikmeti cennetin de cehennemin de insanlar tarafından doldurulmasını murat etmiştir ve zaten öyle olmaktadır…