Hukukun adaletin hürriyetin zıddına inkilap edip zulüm olarak tecelli ettiği
kalplerde ise imanın filizlenip neşvü nema bulduğu nurlu hayatlar, Bediüzzaman ve talebeleri…
Doğunun yalçın kayalıklı dağlarında dünyaya gelen,ele avuca sığmayan bir çocukluk ve gençlik dönemi geçiren,önce alabildiğine özgür sonra esaret zındanlarında ve sürgünlerinde hayatını devam ettirmek zorunda kalan ve kaderin celalli tecellisi altında bir hayat süren, ”ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyerek, hürriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlayan ve anlatan cevval bir insan için olmazsa olmaz özelliği O’nun özgürlüğüdür.
Kısa bir dönem için medrese eğitimi alan, bu arada bir çok medrese değiştirmek zorunda kalan, medreselerde ise, -adeta ahir zamanın dar zamanında olduğunun farkına varamamış bir gafletle ilmin özünden çok, kabuklarıyla meşgul olan bir anlayışla tedris edilmesine anlam veremeyen- ve bu nedenle sık sık hocalarıyla, arkadaşlarıyla tartışan, medrese sisteminin köhnemişliğini tesbit ederek bu vahim durumdan çıkış çareleri arayan bir ilim ve irfan sevdalısının en önemli arzusu elbette eğitim sisteminin ıslah edilmesidir.
Önce Padişahlık dönemindeki nisbi istibdada karşı çıkan, sonra kabul edilemez bulduğu daha koyu bir istibdat rejimiyle yüzleşen, meşrutiyeti ve cumhuriyeti din namına destekleyen, kararların istişare ile alınması prensibi ile şura sistemine vurgu yapan, zaman cemaat zamanıdır, şahıs dahi bile olsa ehliyetli bir heyet karşısında mağlup olmaya mahkumdur’ diyen, yüksek siyaset dehası bir şahsiyet için hürriyetçi,katılımcı,seçmeye dayalı bir sistem olmazsa olmazıdır.
“Irkçılık bütün bütün azim bir tehlikedir” ikazında bulunup, “mü’minler kardeştir” ilahi fermanına tahşidat yapan, milletin adı anılınca hep İslamiyet milliyetini nazarlara sunan, en korktuğu şeyin milleti islamiye içindeki ihtilaf ve tefrikalar olduğunu vurgulayan, bir İslam şeairini hayata geçirmenin şahsi farzlardan kat kat daha ehemmiyetli olduğu hakikatini anlatan bir İslam alimi için en mühim farz vazifesi elbette ittihadı İslamdır.
Bir kişinin cinayetiyle yakınları, köyü, kasabası, şehri mes’ul olamaz, cemiyet için dahi olsa ferd feda edilemez, hak haktır hakkın büyüğüne küçüğüne bakılmaz, bir gemide bir masum dokuz cani olsa bile o tek masumun hakkı hatırı için o gemi batırılamaz, bir kişi hakkında sevapları ve iyi özellikleri göz ardı edilerek sırf günahlarına ve olumsuz sıfatlarına bakılarak tamamen kötüdür hükmü verilemez, sırf vehimlerden, kuşkulardan ibaret sözde gerekçe ve saiklerle bir kimse ya da bir dava mahkum edilemez, diyerek; bugün ideal hukukun da kabul ettiği, ”Suçun şahsiliği ilkesine, şüpheden sanık yararlanır ilkesine ve adaleti mahza,adaleti hakikiye,tam adalet ilkelerine vurgu yapan bir dava adamı için “haktan hukuktan,adaletten daha önemli ne olabilir ki!
Üstelik bu haklar ve prensipler toplumun tamamını ilgilendiren ve adetullah hükmüne geçen haklar olup yalnızca kulların değil Allah’ın haklarıdır.O nedenle Bediüzzaman “toplumun umumunu ilgilendiren hakların aynı zamanda adetullah hükmünde olduğunun bilincinde ve farkında olan savcılara ve adliyecilere haklarımı helal ediyorum” diyor.Çünkü,hiç kimseye kini yok, husumeti yok,dünyaya ilişkin bir talebi yok.Tek derdi iman davası ve tek karşı çıktığı şey,Risale-i Nurların ve Kur’an-ı Kerim nüshalarının adi birer vesika gibi müsadere edilmesi,toplatılması ve böylece hakkın,hukukun,adaletin tersyüz edilerek zulüme vasıta olarak kullanılmasıdır.Elbette zulüm ve haksızlık karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır.
Ama gel gör ki, bu deha şahsa ve talebelerine kader,hak hukuk adalet hürriyet anlamında pek cömert davranmamış, zahiren ve nisbeten herkes için makul olan ancak bir nevi dünyevi anlamlarda ihtiva eden bu taleplerin aksiyle muamele görmüşlerdir.Zira,dünyada olduğu gibi risale-i nurlarda da baskın olarak tecelli eden hikmet esması,hakiim ismi üstadın ve talebelerinin hayatında da haakim olmuş,bilahere zaman her şeyi tevil ve tasvir etmiştir.
Öyle ki, sevki İlahi Üstadı ve talebelerini zahiren geniş daireden uzaklaştırmış, Veraseti Nübüvvet cihetiyle en önemli davası olan,iman,Kur’an ve İlayı Kelimetullah davasına bütün mesailerini teksif etmeleri için zemin hazırlamıştır. Zira, kader kendisine, önceden söz vermiş olduğu “İslamiyetin sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu bütün dünyaya isbat edeceğim” sözünü hatırlattıktan sonra bu sözlere ilaveten” milletimin imanını selamette görmezsem cenneti de istemem orası da bana zindan olur, eğer onların imanını selamette görsem,cehennemin alevleri arasında yanmaya razıyım, bedenim yanarken gönlüm gül gülistan olur,iman yolunda dünyamı da feda ettim ahretimi de…” adanmışlık cümlelerini söyletmiştir.
Sonunda kader O adanmış ruhlar için, mülk alemini kapatmış melekut alemini sonuna kadar açmıştır.Tıpkı Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin (radıyallahu anhüm) bağlamında Ali Beyti Nebeviye dünya saltanatını kapatıp ahiret saltanatını açtığı gibi.Zira, O Risale-i Nur Şahsı Manevisi ki, Hz.Hasan’ın (r.a.) yarım kalan altı aylık hilafetinin devamı ve tamamlayıcısıdır.Bugün manevi hilafetin nerede olduğunu merak edenlere,arayanlara da bir müjdedir.
Öncelikle bu inanç ve muştularla, başta rahmetin ve yüksek ahlakın en ekmel timsali Peygamberi Zişan Efendimiz’e (a.s.v) ve O’nun Aaal ve Ashabına salat ve selamdan sonra, kökleri, Nuru Muhammedi’de, gövdesi Anadolu’da, dal ve budakları dünyanın dört bir yanına uzanmış ve meyveleri cennete ve ebede dökülen; ISPARTA KAHRAMANLARININ, ANADOLU AĞABEYLERİNİN, NUR TALEBELERİNİN “MEKANLARI FİRDEVS, RUHLARI MİRAÇ OLSUN.”
Bütün kardeş ve dostlara selam olsun.
*Haşiye: (Cebriyenin Kaderciliği anlamında değil)