Kadın Kimliğinin Batılılaşma ile İmtihanı ve Bu İmtihanda İlk Eşik: Tanzimat

Meleknur ÖZDORUK

Batı uzun yıllar boyunca Ortaçağ’ın karanlık dünyasında açlık, sefalet, cehalet, zulüm içerisindeyken; Osmanlı bütün o şaşaa ve ihtişamıyla hükümferma zamanlarını yaşar. Ne var ki, savaş meydanlarında alınan yenilgiler ve birtakım kurumsal, toplumsal çözülmeler Osmanlı’nın nazarını, bu kez Reform ve Rönesans’ı yaşamış olan Batı’ya yöneltir. Batılılaşma çabalarının tohumları Osmanlı’nın toprak yitirmeye başladığı hengâmda, askerî, toplumsal ve ekonomik düzenin bozulmasına karşı bir kurtuluş reçetesi olarak ortaya çıkar.

Tanzimat, ana çizgileriyle sosyal, siyasal, iktisadi ve edebi mecralardaki değişim ve düzenlemeleriyle Osmanlı tarih ve kültür hayatında önemli bir yer teşkil eder. Bu süreci Osmanlı toplumunda salt bürokratik bir yenileşme hareketi olarak değil, toplumun her alanına yayılan bir değişim furyasının eşiği, dahası hayat tasavvurunun başka bir yöne çevrilmesi olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Osmanlı’da İslâm kültüründen beslenen hâkim görünüm, Tanzimat’la birlikte kırılmaya uğramıştır. Batı’da gelişen bilim ve sanat anlayışları,  din algıları, maddeye dayalı eşya ve hayat yönelimleri zaman içinde Osmanlı’da akis bulmaya başlar.  Böylece bizde de seküler bakışla temellenen yeni bir hayat anlayışı kısmi bir çevrede gelişmeye başlar. Uzun süren tartışma ve sancıların yanı başında gerçekleşen bu zihnî temayüller, geleneği bütünüyle reddedenlerin yanı sıra, onun muhafazasına çalışanları da etkilemiş; tesiri günümüze kadar gelen düalizmi gündeme getirmiştir.

Batılılaşma sürecinin önemli bir adımı olarak kabul edilen Tanzimat döneminin kadınlara bakan çehresi, birtakım değişim ve yeniliklerle belirginleşmektedir. Yenileşme döneminden itibaren yapılan kanuni düzenlemelerin yanında kadına ilişkin söylemlerin de arttığı görülür. Dahası bu dönüşümün önemli bir kahramanı olan kadın, -bazı kesimlerde- kendini sorgulama ve Batılı hemcinsiyle kıyaslama yoluna gitmiş; bu bağlamda gerçekleşen içselleştirilemeyen bazı sathi değişimlerin ötesinde, öz’le çelişmenin sonucu olarak zihnî kırılmalar yaşamaktan kurtulamamıştır.

Tezâkir-i Cevdet ve Ma’ruzât adlı eserlerinde devrin siyasî, toplumsal ve ahlakî yapısından bahseden Cevdet Paşa, Kırım Muhaberesi sonrası İstanbul’da değişen yaşamı anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul’da başlayan debdebeli ve israflı hayatı tasvir eden Ahmet Cevdet Paşa’dan bu durumu şöyle aktarır: O, “Zengin Mısırlı paşa, bey ve hanımların eski başkente gelip yerleşmelerinin, alafranga yaşayış modalarının şehirli arasına girmesinde büyük tesiri olduğunu ve biraz sonra başlayan Kırım muharebesi dolayısıyla ecnebîlerle temas genişleyince bu cereyanın büsbütün genişlediğini söyler.” (Tanpınar, 2003: 133)

O zamanlardan bu yana yaşanan Batılılaşma sürecindeki değişimlerin kadın üzerinden tespiti, bir kimlik tanımlamasını şekillendirir. Kadınlar cemiyet hayatındaki varoluşları, aile içindeki konumları, hatta giyim kuşamlarıyla başka bir medeniyet dairesini imlerler.

Bu dönemde devletin kurtuluşu için öne sürülen ideolojilerin, kadın algısı üzerinden de yansıma bulduğu görülür. Kendini Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık içinde konumlandıran aydınlar, bağlı bulundukları ideolojinin doğrularına göre kadın modelleri ortaya koymuşlardır. Öte yandan İslam dininin, yaşam biçimi üzerinde belirleyici olduğu Osmanlı toplum yapısında kadın rolünü belirleyen dönemin aydın erkekleri, yazılarında dinî söylemlere atıfta bulunmuşlardır. İslam’ın kadına ayrıcalıklı bir kıymet verdiği,  kadını haklarından mahrum bırakan sebeplerin dini kaynaklı olmadığı sıklıkla ifade edilmiştir. Mesela Ahmet Mithat Efendi eserlerinde, İslâm hukukunun Batı’ya nazaran kadına daha geniş haklar verdiğini delilleriyle açıklamıştır.

Dönemin önde gelen aydınlarından ilk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım da meseleye İslami bir pencereden bakar. Yazara göre, Osmanlı kadınları, ideal Müslüman kadınlarını, kendilerine model seçmelidirler. “Ancak Osmanlı kadınları bu kadınları tanımadıkları için kendilerine başka dünyalardan örnek kadınlar aramaktadırlar. Bu noktada, kadınlara unuttuklarını hatırlatmak görevini de Fatma Aliye Hanım erkeklere yüklemektedir.” (Canbaz, 2005: 25)

Bu nevi beyanlarla, modernleşme tartışmalarında gündeme gelen kadın hakları hususunda, alt katmanda Müslümanlığı eleştiren oryantalist nazara karşı ortak bir müdafaa geliştirilmeye çalışılmıştır.

Tanzimat döneminin karakteristik özelliği olan çağdaşlaşmanın insan hayatının her safhasına yayıldığı gözlemlenir. Osmanlı aristokrasisindeki bu değişim, zamanla Batı taklidi bir yaşamı da beraberinde getirir. Mesela 1754’te İstanbul’a gelen Baron De Tott’un karısı, ziyaretine gittiği Üçüncü Ahmet’in kızının yaşadığı mekânın Fransız üslûbuyla döşendiğini hayretle izler. (Barbarosoğlu, 1995: 110)

Batı medeniyetinin koşulsuz taklidinin Aydınlanma ile eş tutulması,  Batılılaşma serüvenimizin de temelini oluşturur. Bu noktada da oryantalleşme meselesi gündeme gelir.

Öte yandan Tanzimat sonrasında değişimin geniş bir yelpazede ve süratli oluşu, dikey bir açılımla takibi, Türk aydınının hâlihazırda bile devam eden trajedisi, alafrangalık kavramını öne çıkarmış ve bu kavramın kodlarına birçok anlam yüklemiştir. Tabir olarak Avrupaî tarz anlamına karşılık gelen alafrangalık, Batı’nın kullandığı alaturka kavramının zıddıdır. Batı’nın yaşadığı dönüşüm seyri, sosyo kültürel muhteviyatı, inanç kaynakları ve bilimsel birikimi bütünsel bir bakışla değerlendirilmeden; kendi öz kimliğini reddederek ve mevcut durumu doğru okuyamadan, tamamen yüzeysel bir taklit ile kendini Batı’ya uyarlama çabası, alafrangalığın serencamıdır.

---

Kadın kimliğinin Osmanlı’nın son demlerinde başlayıp Cumhuriyet döneminde sürat kazanan değişim serüvenine Bediüzzaman Hazretleri, Yirmi Dördüncü Lem’a’da işaret eder. Bu kimlik çözülmesi, dünya ve ahirete baktığı gibi toplumu da derinden sarsar:

“ (…) bi­çare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâm’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma katiyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.” (Yirmi Dördüncü Lem’a)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.