8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanıyor. Târihin altında yatan bir bayram neş’esi değil, bir trajedi. 1857 Mart’ının üzerinden bir buçuk asır akmış. Hikâye elim ama sıradan, farklılığı ilk oluşunda.
8 Mart 1857, New York’ta bir tekstil fabrikasındayız. Kırk bin işçinin çalıştığı fabrikada grev var. Sebep, çalışma şartlarının kötülüğü. Grevin hedefi, biraz daha iyi çalışma şartlarına kavuşmak. Biraz daha iyi çalışma şartları demek, sermayedarın menfaatine dokunmak demek. Tabiiatıyla grevcilere, “Emriniz olur!” denmiyor. Polis binanın etrafına barikatlar kurduktan sonra harekete geçip işçileri fabrikaya kapatıyor. İçeride çıkan yangının bedeli: Ekseriyeti kadın 129 işçinin ölümü... Bu toplu cinâyetin kadın günü olarak kutlanmaya başlandığı târih: 1921...
Mimsiz medeniyetin yuvalarından çıkarıp sokağa ve piyasanın insafına terkettiği kadının trajedisi hız kesmek yerine, artarak devam eder. İstatistikler Batı Medeniyetinin kadını mahvettiğini belgeler... Şiddet, tahkir, tecavüz, paralı fuhuşa teşvik ve zorlanma, fuhuş köleliği, savaşlarda kasdî ve programlı tecavüze maruz kalma, düşük ücret ve insan olmaktan çıkarılıp sadece bir dişi olarak reklâm sektörü ve ekonominin emrine verilmesi kadını mahveden trajedinin temel unsurları.
Hikmeti kaybeden Batı Felsefesi, ister istemez abesiyete hükmeder... Allah yok ve ölüm, hayatımızı yokluğa mahkum eden bir hakikatse, hikmet elbet de abesiyete inkılâb eder... O zaman, “Eninde sonunda yok olunacaksa niçin yaşamalı, niçin ızdırab çekmeli?” diye sorar Egzistansiyalist. Böylesi bir abese katlanmaktansa ölmek daha pırıltılı değil mi? Bu durumda intihar, neden meşru bir hak olmasın?..
Yaşamayı göze alanları ise sadece arzu ve zevkleri ayakta tutar... Ölüm, yokluğa mahkum edinceye kadar her zevki meşru gören Batı Medeniyetinin bu çılgın çocuğu, öldürmeyi de hak sayar. Zevk ve arzularına hizmet edecekse, başkasını öldürmek de yemek yemek, su içmek kadar tabiî bir haktır.
Dinsizliği esas alan ve ölüm sonrası bir hayata ihtimal vermeyen Batı Medeniyetinin meş’um bir zekâ ve zâlim bir kuvvete dayanması kaçınılmazdır. Yaşamaya, hayattan zevk almaya hakkı olanlar, kuvvetli olanlardır. Hürmete şâyân tek değer, zevklerin kapısını sonuna kadar aralayan para. Öncelik kuvvetli olanındır. Zayıfın yegâne mazhariyeti, kuvvetliye hizmet ettiği ölçüde yaşamasına müsaade edilmesi.
Her şartın tartışmasız zayıfı, kadın... İhtiras ve zevkleri istikametinde cemiyeti şekillendiren erkek, kadını birinci malzeme olarak kullanır. Hayvaniyetini onunla teskin eder, dişiliğini ve zayıflığını kullanarak onun sırtından para kazanır. Kuvvetlinin habis çehresini şekillendirdiği Batı Medeniyeti bütünüyle erkek merkezlidir; kadının yeri, erkeğin hayatına dişiliğiyle çeşni katmak, ucuz iş gücü ve reklâm metaı olmaktır.
Ortaçağ mahkûmu, giyotine boynunu çâresizlik içinde uzatıyordu... Bu günün kadını Batı Medeniyetinin dişileştirme tuzağına gülerek atlıyor. Beğenilme, sevilme ve ilgi görme arzusu içinde kıvranan kadın, kendisini alkışlayan her eli öpmeye dünden râzı. Anneliği, şefkat ve iffeti değersizleştirilen kadının tek sermayesi, erkeğin hayvanî iştihalarına bir han-ı yağma gibi açılan dişi güzelliğinden ibaret. Ve zavallı kadın, şuursuzca bir cömertlik içinde erkeğin iştihalarına hitapla insanlıktan dişiliğe düşmeyi bir hak kazanma zannı içinde sevinçle selamlıyor.
Adı kullanılarak kendisine tahsis edilen bir kaç günü neş’e içinde kutlayan kadın, yılın gerisini ezilerek, istismar edilerek, ucuz çalıştırılarak ızdırab içinde geçiriyor. Bütünüyle huzurlu yaşadığı farzedilenler, 20-35 yaş grubunda ve güzel olanlar... Çirkin ve orta yaşın üzerindekilerin bu surî, sahte, kısa ve geçici saâdetten tek hisseleri, gıpta içinde ızdırab çekmek, me’yusiyetle eleme gark olmaktır.
Ortaçağ Avrupası kadının insan mı, şeytan mı olduğunu hararetle tartışırken Müslüman Kadın erkeğinin yanıbaşında, onunla eşit, hür ve insanca yaşıyordu. Evladı Cennete annesinin ayaklarının altından geçirerek buyur eden, kadına şefkat kahramanı payesi ile ihtiram gösteren İslâmiyeti kadın haklarına hasım göstermeye çalışan Batı Medeniyetine muhabbetle perestiş, şuur sekâmeti ve zifirî bir cehalettir.
İnsanî ve ulvî değerleri anneliği, bacılığı, eşliği kadından koparıp alan ve yerine sadece bir avuç genç ve güzel olanın muvakkat ten güzeliğini koyup zâhiren memnun eden Batı Medeniyetinin bütün çirkinliklerine bir cinnet sarası içinde kapılarımızı ardına kadar açmışız. Heyhat!..
Bisiklet tekerinden uçak parçasına, çikolatadan elma şekerine, inşaattan mâdene kadar ilgili ilgisiz her pazarlama ve reklâmda kadının dişiliğini kullanan Batı Medeniyetine alkış tutan zavallı kadın, ne zaman uyanacaksın? İnsan olduğunu ne zaman hatırlayacak ve ne zaman haykıracaksın? Erkeklerin şortla gezindiği sâhillerde anadan üryan dolaşmanın bir imtiyaz değil, alçakça bir aşağılanma olduğunu ne zaman farkedeceksin? Bir avuç azınlığın sahte ve geçici saâdetinin hiçbir zaman hemcinsine huzur bahşetmeyeceğini, bunun korkunç bir serâb olduğunu ne zaman anlayıp ayılacaksın?
Kadın!.. Sen de insansın, dişiliğe râzı olma!.. Bu hayasızca yaftayı bir nişan-ı zişan gibi boynunda taşımaktan vaz geç ve insan ol! Ruhundan önce tenine tutulan alkışlara râm olma, reklâmların mebzul malzemesi olarak kullanılmaya itiraz et, insan olduğunu hatırla!