Azize Çiğdem Eroğlu’nun yazısı
İnsan kainatın, var olma sebebi. Alemlerin yaratıcısı Yüce Rabbimiz tarafından kendisine verilmiş olan ne varsa, hepsinin en üstünü. Yani, eşref-i mahlukat. İmanı, kulluğu cihetiyle melekleri geçebilecekken; küfür noktasında ise, esfel-i safiline düşebilecek kadar alçalmaya müsait.
Üstün özelliklerle donatılan insan, kadın ve erkek olarak bir bütünlük oluşturmaktadır. Fiziksel olarak daha güçlü yaratılan erkeğe nazaran kadın, naif bir yaratılışa sahip.
Her ne kadar farklı özelliklerle yaratılmış olsalar da, birbirlerini tamamlayıcı bir kabiliyete sahip, iki insan.
Erkek, cesareti ile ön plana çıkarken; kadın ‘ şefkat kahramanı ‘ olarak tanımlanır.
Kelime itibarı ile şefkat; bir şeyin üzerine titreme, merhamet ve sevgi dolu olmak anlamına gelir. Bu özellikler, kadındaki annelik duygusuyla birleşince, en vahşi hayvanı dahi yavrusu karşısında mükemmel bir anne konumuna getirmektedir.
Şefkat, çelimsiz bir anne tavuğu, aslanın önüne atlayıp, yavrusunu kurtarmak adına cesaretlendirir.
Hayvanlar aleminde durum böyleyken; çok üstün donanımlara sahip olan insanın anneliği elbette ki tartışılmaz. Toplumu meydana getiren aile ise, ailenin temel taşı ‘kadın’dır.
“Yuvayı diş kuş yapar” ifadesi, yaşanılmış tecrübelerden sonra dile getirilmiş ve anlam kazanmıştır.
Kadın, aile içinde birçok göreve sahip olsa da, annelik sıfatıyla daha bir önem kazanmaktadır. Bu görev, “şefkat kahramanı” ifadesiyle bir bütünlük oluşturmaktadır.
Günümüzde kadınlar, gerek ekonomik şartlar, gerek fiziksel görünüm endişesi, gerekse rahatına düşkünlük noktasında, anneliği ikinci plana atmaktadırlar. Elbette, bunu genelleştirmek, doğru olmaz, fakat kadına verilen ‘annelik’ gibi bir misyonun önemi düşünüldüğünde, çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle ekonomik şartlar veya ekonomik anlamda özgürlük sahibi olmak adına, iş hayatına atılmasıyla kadın, annelik görevini ikinci, hatta üçüncü plana atmaktadır. Kariyer yapma planları, bu duyguyu yaşama isteğini köreltip, kadını, parasal anlamda özgür olma bahanesiyle anne olma hayallerini ertelemesine, bazen de bu hayalinden tamamen vazgeçmesine sebep olmaktadır.
Çalışan kadın; anne olsa bile, gün boyu işte olması nedeniyle çocuğunu, bakıcının (ki, bu da başlı başına tartışılması gereken bir konudur) insafına bırakıp, işe gitmektedir. Gün boyu evde olmayan anne, akşam eve gelince, ‘çocuğumla geçireceğim vakit az da olsa verimli olmasına dikkat ediyorum’ diyerek, kendini bir nebze de olsa avutmaya çalışmaktadır. Bu konumda olan bir anne, çocuğuyla geçireceği az bir zaman dilimi ne kadar kaliteli olursa olsun, çocuk için yeterli olmayacaktır. Teşbihte hata olmasın! Hayvanlar aleminde annelik, bizlere örnek teşkil edecek bir durum sergilemektedir. Şöyle ki; anne yavrusunu tam olarak hayata hazırlama sürecinde yanından ayrılmamaktadır. Kendisine ihtiyacı olan yavrusunu şefkatiyle sarıp sarmalamakta, koruyup, kollamaktadır.
Bu noktada yazdıklarıma itiraz edecek çalışan anneler, elbette olacaktır. Hatta seslerini duyar, gibiyim. Peki, soruyorum; gün içinde iş nedeniyle uzun bir müddet evden uzak kalan bir annenin evladının, sevgiye, şefkate olan özlemini, kim, tam olarak karşılayabilir?
Yanlış anlaşılmasın! Kadının, çalışma hayatında olmasına karşı değilim ama çocuğun, annesine ihtiyacı olduğu saatleri telafi edeceği düşünülen hiçbir şey beni, bu noktada ikna edemez. Annenin işte olduğu saatlerde çocuğa; babaanne, anneanne gibi aileden birinin bakması bile, çocukla anne arasında geçmesi gereken zamanı telafi etmeyeceği kanaatindeyim.
İkinci olarak, günümüz kadınını annelik duygusundan uzaklaştıran sebeplerden biri de, hamilelik sürecinde fiziksel görünümünün bozulacağı kaygısı. Kilo almamak, fit bir görünüme sahip olmak, vücudunun bozulmaması gibi sebeplerden dolayı bu duyguyu tatmak istemeyen kadınların sayısı da her geçen gün; maalesef, artmaktadır. Dış görünümüne önem veren hanımlara, saygım var. Bu, onların tercihi ama vücut ölçülerini korumak uğruna; ’annelik’ gibi, kadına değer üstüne değer katan bir duygudan mahrum olmak, ne kadar doğru?
Günümüz kadınını; annelikten uzaklaştıran üçüncü sebep ise, bir çocuğun sorumluluğunu almamak düşüncesi.
Dokuz ay sürecek bir hamilelik döneminin ardından, dünyaya merhaba diyen yavrusunun, yetişkin bir fert olana kadar devam edecek olan zorlu süreçte, çocuğun bakımını üstlenmek, zamanından, rahatından feragat etmek, v.s gibi, kadına bu konuda geri adım atmasının sebepleri olarak sayılabilir. Çünkü, anne olmak, ömür boyu sürecek olan bir sorumluluk demektir. Halbuki; evladının bir gülümsemesi bile, rahatım bozulmasın, zahmet çekmeyeyim gibi olumsuz düşüncelerden bir anda sıyrılmasına vesile olabilmektedir.
Çalışan hanımlar nezdinde hepimize, önemli bir hatırlatma! Yaşam, sadece dünya hayatından ibaret değildir. Ebedi bir hayat için yaratılan insanın, sonsuz mutluluğu erişebilme yolunda, başarıyla yürümesine yardımcı olacak yeterli donanıma sahip insanın, mutlu sonla bitmesine vesile olacak vazifelerini yerine getirirken, mazeret bulma gibi lüksümüz olamaz.
Peygamber Efendimiz (sav), “Cennet, annelerin ayakları altındadır” buyurmaktadır.
Ne dersiniz? Bu müjde, bu yolda çekilecek tüm zahmetlere değmez mi?
Sevgiyle kalın…