Hesna Şener Dünyaya Meydan Okuyor
“Şeytan saltanatını deniz üzerine kurmuştur.” diyen Hz. Muhammed (asm) çölde doğmuş, ihtimal ki bir kez olsun denize giremeden dünyadan göçüp gitmiştir. 19. yüzyılın ilk yarısına kadar deniz daha çok tedavi amaçlı kullanılırken bu yıllardan itibaren eğlence ve spor amaçlı olarak da kullanılmaya başlar. 1776 yılında kurulan, Yeni Dünya olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri Hıristiyan öğretilere dayalı bir toplum düzeni kurmak için mücadele eder. Öyle ki 1920 yılında New York’un ünlü Long Beach plajında kadınlar denize girmeye başladığı zaman ahlak polisleri devreye girer. Ellerindeki mezuralarla (metre) kadınların etek (şort) boylarını ölçerler; kısa olanları plajdan atarlar.
O günlerde yeni bir dünya kurma özlemi çeken Bediüzzaman İstanbul’da Yuşa Tepesinden denizi seyretmektedir. Buharlı gemilerin bacalarından tüten dumanlar İstanbul’u kirletip şehrin siluetini karartırken, beş yıl önce gençlikten ihtiyarlığa evrilen 45 yaşındaki Bediüzzaman zaman denizinde sessiz bir gemi gibi yolculuğa çıkmıştır. Gözlerinde dünyanın faniliği tütmekte, mazi bir sis perdesi halinde dünyasını örtmektedir. Gönlündeki yorgunluğu ve gözündeki buğuyu gidermek, zamanın perdelerini aralamak için uzaklara daldıkça dalar. 3 yıl sonra beklenmedik bir olay olur, Osmanlı İmparatorluğu yıkılır, yerine dünyevi değerler üzerine temellendirilen Türkiye kurulur. Bediüzzaman garibüzzamandır; kılığı kıyafetiyle, tavırlarıyla, duruşuyla apayrı bir insandır. Bu halleriyle Yeni Devlet onu kendisi için sakıncalı görür ve Barla’ya sürgün eder.
Barla’nın Ufak Tefek Denizleri
Bediüzzaman bu sefer Yokuşbaşı Çeşmesinin önündeki ahşap evinin penceresinden seyreder Barla Denizini. Yalnızlık ona iyi gelir. Bir yanına kâinat kitabını diğer yanına da onun tercümanı Kur’an-ı Kerim’i alır. Denizin sayfalarını çevirircesine okur, okur, okur. Ardından nefes nefese, dünyaya nefes verecek, insanların içindeki karanlığı aydınlatacak Nurlu eserlerini sayfalara döker. 1934 yılına gelindiğinde, hayatı boyunca hiç evlenmeyen, ihtimal ki bir kadının eline eli bile değmemiş biri olarak kadınlar için örtünmenin yaratılışlarının gereği olduğunu anlatan Tesettür Risalesini yazar. İlerleyen yıllarda kadınlara yönelik mesajlarını sürdürerek Hanımlar Rehberiyle anılan kitabı yazacaktır.
Eskişehir Yolunda Bir Sözde Muhalif
3 Aralık 1934 tarihine gelindiğinde Türkiye’de Kılık Kıyafet Kanunu çıkarılır. Bundan böyle kadınlar çarşaf giyemeyecek, erkekler sarık takamayacaktır. 14 yıl önce New York’un ünlü Long Beach sahilinde daha uzun kıyafet giydirmek için kadınlara baskı yapan polisler, yerini Türkiye’de çarşıda, pazarda çarşaf ve sarık denetimi yapan polislere bırakır. Bu denetimden Bediüzzaman da payını alır, başındaki sarığın çıkarılması için tacizlere maruz kalır. Fakat o, “Bu sarık bu başla çıkar.” deyip tehditlere boyun eğmez. İşte tam da burada açılır hapishanelerin küflü zincirleri. Her daim Kılık Kıyafet Kanuna muhalefet etmekle suçlanan Bediüzzaman tutuklanarak Eskişehir Hapishanesine gönderilir. Gerekçe Kılık Kıyafet Kanuna aykırı şekilde yayın yapmak, yani Tesettür Risalesi yazmaktır. O gün mahkemenin başkanlık kürsüsünde gölgesinden bile korkan bir erkek vardır. Maalesef Bediüzzaman hakkında 11 ay hapis cezası verilir. Daha sonra defalarca hakkında dava açılacak olan Bediüzzaman sadece Eskişehir Mahkemesinde ceza alacak, bu ceza da Tesettür Risalesi yüzünden olacaktır.
Ses Bombası: Hesna Şener
Bediüzzaman 11 aylık hapis süresini doldurduktan sonra Kastamonu’ya sürülür. 1943 yılına gelindiğinde bu sefer yine hapishane yolu görünür. Bir grup talebesiyle birlikte Denizli Hapsine konulur. İdam talebiyle yargılama başlar. Hâkimler hükümetin ağır baskısı altındadır. 11 duruşma yapılmış ama masumlar bir türlü serbest bırakılmamıştır. Takvimler 14 Haziran 1944 tarihini gösterirken sürpriz bir gelişme olur. Hâkimlerden birisi hastalanır. Yerine Türkiye’nin ilk kadın hâkimlerinden Hesna Şener duruşmaya katılacaktır.
Duruşmadan bir gün önce Bediüzzaman Polis Memuru Süleyman Gültekin’i çağırır. “Adliyeye gidebilir misin?” der. Süleyman “memnuniyetle”, deyince “Git, Hâkime Hesnâ Hanım’ı bul. Benim ona hususi selamlarımı söyle. Ayrıca de ki, o benim dünya ve ahiret kardeşimdir.”
Hâkim Heyeti Bediüzzaman ve talebeleri hakkında vereceği kararı konuşurken Süleyman odaya girer. Hesna Hanım’ın sesi bir bahar havası gibi odayı doldurmuştur. O Bediüzzaman’da bir nur, bir ışık seziyor, pervasızca onu savunuyordur. Bediüzzaman’a mutlaka beraat vermeleri gerektiğini, aksi halde vicdanlarını ve meslek haysiyetlerini çiğnemiş olacaklarını, Bediüzzaman’ın ilm-i hakikat sahibi biri olduğunu, duvarın ötesini de gördüğünü, böyle bir zata vicdan sahibi hiçbir hukukçunun ceza veremeyeceğini söylüyordur.
O anda Süleyman’la göz göze gelirler. Süleyman sakin bir sesle, “Beni Bediüzzaman gönderdi” der. Bir anda ortam buz keser. Odadakiler Hesna Hanım’ın bahar neşesi serpen sesiyle çalkalanıp dururlarken birden yüzlerinin şekilleri değişir. Adeta donup kalırlar.
Oysa Hesna Hanım başka haller içredir. Baharı sesinde taşımaya devam etmektedir. Bediüzzaman ismini işitir işitmez kendinden geçer. Bu ne güzel tevafuk böyle Allah’ım... Hüngür hüngür ağlamaya başlar. “Anlat!” der. “Anlat o ilm-i hakikat sahibi zatın neler söylediğini…”
Süleyman, Hesna Hanım’dan aldığı cesaretle öyle güzel şeyler anlatır ki kimsenin konuşacak mecali kalmaz.
Adını denizlere, dağlara, kutuplara yazdım
Mahkeme günü gelir. 15 Haziran 1944 tarihidir. Hesna Hanım Alay Müftüsü Nuri Efendinin kızına yakışanı yapar, beraat kararı verir. Bu kıyamete kadar açılacak nur davalarına emsal teşkil eder. Hapishane kapıları açılır. 25 Eylül 1943 yılında başlayan Denizli hapsi sona erer.
Hesna Şener bu kararıyla erkeklerin korktuğu bir davada kendini ortaya koyarak mahşerde kendine şefaatçi olacak Kur’ân davasına sahip çıkar. “Adil hâkime” unvanını alır. Böylece Nur’lar aleyhine açılacak davalara kapıyı kapattırır. Milyonlarca Nur Şakirdinin dua kapıları sonsuza kadar kendisi için açılır. Kazandıkları bütün haseneler, sevaplar tamamen onun defterine de yazılır. Bediüzzaman’ın da özel duasına mazhar olur. Talebeliğe ve manevî evlatlığa kabul edilir.
Hesna Şener biraz rahat giyinen bir hanımdır. Memuriyet nedeniyle tesettüre riayet edemez. Bunu dert eder. Tesettür Risalesi’ne beraat verince biraz rahatlar. Bu kararıyla Risale-i Nur’da bahsedilen şefkat kahramanları arasına girer. Bir gün Bediüzzaman, Ali İhsan Tola’dan kendisine selam gönderir. Ali İhsan açık-saçık kadınların yanından bile geçmediği için selamı iletmez. İkinci kez Üstadın yanına vardığında Bediüzzaman yine aynı şeyleri söyler. Fakat yine gelip Hesna Hanıma söylemez. Üçüncüsünde kızarak, “Sen hâlâ gitmedin mi?” deyince, ‘Artık gitmek bana farz oldu’ diyerek Hesna Hanımın yanına gelir.
O gün Denizli sıcaktır. Hesna Hanım kısa kollu bluz giymiştir. Eteği de dizindedir. Ali İhsan odaya girer. Selâm verir. Kapıya yakın bir yere durur. Çekiniyordur. Hesna Şener, “Gel bakalım koca Nurcu!” deyince rahatlar. Cesaretlenir. Şaka ve iltifat yollu, “Sen de Nurcusun!” der. Öyle ya Hesna Şener Risalelere berat vermekle en büyük Nurculardan olmuş, adı Hafız Ali ve Hasan Feyzi’nin yanına altın harflerle yazılmıştır.
Ali İhsan Tola, “Üstad’dan selâm getirdim. Sırf seni görmek için beni Denizli’ye gönderdi. ‘Mânevî evlâdım Hesnâ’ya selâm söyle’ dedi.” deyince Hesna Hanım darmadağın olur. Kendini tutamaz, ağlamaya başlar.
Aman ya Rabbi! Aman ya Rabbi! Asrın en büyüğü, en bediisi, en güzel adamı Hesna’ya “mânevî evlâdım” diyormuş. Canlar feda olsun ona.
Biraz kendini toparlayınca dili çözülür:
“Hey Ali İhsan, hey koca Nurcu! Söyle bakalım, ne olacak şu benim halim? Baksana, ne dünyaya yaradık, ne âhirete... Enaniyetten ne evlenebildim, ne de tesettürlü bir hayat yaşayabildim... Bu halimi düşününce, bazen rahmetli babama bile kızıyorum. Tutturdu okuttu, üniversiteye gönderdi beni. Zaman zaman, “Keşke beni köyümüzün sümüklü çobanı Hasan Efendi’ye verseydi de, hiç okula göndermeseydi” diyorum kendi kendime... Evlenseydim, hiç olmazsa dinimin vecibelerini daha rahat yaşardım. Çoluk çocuk sahibi olurdum... Fakat elden ne gelir? Demek ki bizim de mukadderatımız böyle imiş...”
Ali İhsan teselli etmeye çalışır:
“Üzülme Hesnâ Hanım. Hâkim olmasaydın Üstadı ve talebelerini kim beraat ettirecekti? Hocanın duasını nasıl alacaktın? Onun manevi kızı olmak da küçümsenecek bir şey değil… Hazret-i Bediüzzaman gibi bir zâtın hususî duasına mazhar olmak gibi büyük bir şansın var. Bu az bir şey mi? Denizli’ye sizi ziyarete sırf bunun için geldim. Üstadımız Said Nursî'nin size selâmını getirdim. Beni o gönderdi. Sizin için dua ettiğini ve sizi talebeliğe kabul ettiğini ifade buyurdu. Ona manevî evlât olmak, o kadar basit bir şey mi? Bu sana yeter!”
“O mübarek zât, bizi bu halimizle kabul eder mi?”
“Evet, sizi hem talebeliğe, hem de mânevî evlâtlığa kabul ediyor. Hatta sizin için hususî duâ ettiğini söyledi.”
“Ama yine de ona lâyık bir talebe olamadığıma üzülüyorum.”
“Üstad, tam üç kere beni çağırarak size selâmını getirmemi istedi. Tembellik ettiğim için, üçüncüsünde beni azarladı. Denizli’ye sırf sizi ziyaret etmeye beni mecbur etti. Emin olun, size çok değer veriyor. Risâle–i Nur’un beraatına karar verenlerden olduğunuz için, sizin veliler kadar büyük hizmet ettiğinizi söyleyip her daim duâlar ediyor...”
Böyle yarım saat kadar konuştuktan sonra Ali İhsan ayrılır. Hesna tek kelimeyle çarpılır. Eve gider. İçine çekilir. Kimseyle görüşmez. Sekiz-on gün işe gelmez.
Ali İhsan, Hesna’nın yanından ayrıldıktan sonra hemen Üstada gider. Durumu arz eder. Üstad çok sevinir.
“Ali İhsan, ben onun ismini gavsların, kutupların yanına yazdım. Ona ben onlarla beraber dua ediyorum. Erkekler korktu ama o kendisini ortaya koyarak Kur’ân davasına taraftar çıktı. Yarın mahşerde Kur’ân ona şefaatçi olacak! İnşallah bu hizmeti onun kurtuluşuna vesile olur. Ne o, Hesna tesettürsüz diye darılıyor muydun? İşte tesettüre riâyet etmiyor dediğin Hesna, Tesettür Risâlesi’ni de beraat ettirdi. Essebebü kel-fâil (Sebep olan yapan gibidir.) sırrınca, bütün sizin kazandığınız haseneler, sevaplar tamamen ona da yazılıyor. İşte bütün hasene, o beğenmediğiniz Hesnâ’nın şecaat ve cesaretiyle oldu!”
Bediüzzaman başka bir gün gene sözü Hesna’sına getirir.
“Hesna tesettürlü olsaydı bu davaya sokmazlardı. Onu kendilerinden biliyorlardı. Hesnâ kendini davaya feda etti. Bütün nur talebelerinin kazandıkları hasene Hesna’nın bu kararına bağlı. Tamamının kazandığı hasene bir defa da Hesna’ya yazıldı…”
Denizli Şehrinden Bikini Adasına
Hesna Şener 1944 yılının Haziran ayında Tesettür Risalesini yazan Bediüzzaman’ı ve talebelerine beraat kararı verse de dünya kötüleşmeye devam eder. 2 yıl sonra Amerika, Pasifik Okyanusundaki Bikini Adasında atom bombasını dener. Bu dünyada tam bir bomba etkisi yapar. 25 yıl önce plajlardaki kadınların bile ahiret hayatlarını düşünüp onlara tesettüre uygun giyinmeye zorlayan ABD gitmiş; yerine kadın, kız, çocuk demeden bir anda bir bomba ile milyonlarca insanı katledebilecek bir ABD gelmiştir. Bu denemeden dört gün sonra bu sefer moda dünyasının kalbi Paris’ten bir ses yükselir. Modacı bir erkek Louis Rerard kadınlara deniz kıyafeti biçer. Göğüs ve kalça bölgesinin kapalı, göbek bölgesinin açık olduğu bu kıyafete bikini adını verir. Gerekçesi de ilginçtir. Güya bu kıyafet Bikini Adasındaki atom bombası gibi dünyada bomba etkisi yapacaktır. Oysa bu sözde buluş bırakın bomba kadar, bir balon kadar bile ses getirmeyecek ve yıllar içinde bu kıyafeti kimin, niçin ürettiği unutulacaktır. Tıpkı 1934 yılında Tesettür Risalesini yazarak kadınların özgürlüğünü kısıtladığını iddia ederek Bediüzzaman’ın özgürlüğünü kısıtlayıp hapse atan Eskişehir Mahkemesi hakiminin unutulduğu gibi…
Oysa 2 yıl önce Türkiye’nin denizi olmayan, dolayısıyla bikini giyilecek bir yeri olmayan ama Denizli olarak adlandırılan şehrinde tesettürün insana uygun olduğunu söyleyip kadınlara hak ettiği değeri vermek için Bediüzzaman’ın Tesettür Risalesi’ne beraat veren Hesna Şener unutulmaz. Bir ses bombası gibi sesi Bediüzzaman’ın sesinin ulaştığı her yere ulaşır. Bediüzzaman ahir ömrüne kadar Hesna’yı unutmayacağını söyler. Gerçekten de unutulmaz. Hayır ve dualarla anılır ve kıyamete kadar da anılmaya devam edecektir.
Bugün New York’un ünlü Long Beach sahilinde, Pasifik’in Bikini Adasında, Louis Rerard’ın memleketi Paris’in sözde moda merkezlerinde artık tesettürlü kadınlar dolaşıyorsa bunda vücudu tesettürsüz ama ruhu alabildiğine tesettürlü, örtülü Hesna Şener’in pay o kadar büyüktür ki… O halde böyle bir kadın hayır ve dualarla anılmayı hak etmiyor mu? Haydi dudaklarımız kıpırdasın. Gönlümüzden kopup gelen Fatihalarla Hesna Şener’in ruhu biraz daha rahatlasın.