Yazar D. Mehmet Doğan, Türkiye’de Anayasa'nın aileyi esas aldığını ve “toplumun temeli ailedir” ifadesinin yer aldığına dikkat çekerek, "Fakat aile merkezli yaklaşımların bilhassa son yıllarda terk edildiğini, şiddeti erkekleştirerek iki cinsin karşılıklılık esasının bir kenara bırakıldığını görüyoruz" dedi.
AİLE KORUNAMAZSA KADIN DA HAKKIYLA KORUNAMAZ, ERKEK DE
Kadın-erkek konusunu aileyi hiçe sayan "saldırgan feminizm seviyesinde" ele almayı eleştiren Doğan, "5 milyon erkeğe eğitim vermeye kalkışmak ancak böyle bir arkaplanla açıklanabilir. Devlet madem aileyi temel olarak almış, uygulamalarda kadının veya erkeğin korunması değil ailenin korunması merkeze konulmalıdır. Eğer aile korunamazsa, ayakta tutulamazsa kadın da hakkıyla korunamaz, erkek de. Ve asıl olan çocuklara olur. Şunu unutmayalım: Milletin geleceğini tehdit eden bir mesele ile karşı karşıyayız" şeklinde yazdı.
Son yıllarda aile dışı çözümlerin cinsler arası gayri meşru ilişkileri yaygınlaştırmaktan başka bir işe yaramadığını vurgulayan Doğan, Gerçek Hayat Dergisi'ndeki yazısını şöyle sürdürdü:
KADIN VE ERKEĞİN MEŞRU BERABERLİĞİ EVLİLİKTİR
"Ailenin çözülmesi en şiddetli tesirini çocuklar üzerinde göstermektedir. Evlilik dışında beraberlikler, arkadaşlıklar vs. neredeyse ailenin beraberliği kadar olağan karşılanır hale gelmiştir. Televizyonlarda aileyi şiddet unsuru olarak gösteren dizilerden biri bitmeden diğeri başlamaktadır. Kadın ve erkeğin meşru beraberliği evliliktir, bu kabul üzerinden yürünmedikçe ne kadınlar ve ne de erkekler gerçekten mutlu olabilir. Gayri meşru ilişkilerin toplumun geleceğini nasıl etkileyeceğini tahmin edemiyorsak, yapılacak bir şey yoktur: Millet varlığının nasıl tahrib edildiğini seyretmekten başka!
ERKEĞİ KOCA VE BABA, KADINI KARI VE ANNE GÖRMEYEN ANLAYIŞ
"Bugün aile merkezli düşünülmediği için erkek ve kadın üzerinden yürünmektedir. Aile merkezli düşünüldüğünde baba ve anne devreye girer. Erkeği koca ve baba olarak görmeyen, kadını karı ve anne olarak saymayan bir bakış açısı insanî çözümler ortaya koyamaz. Bugün ortaya çıkan sonuçlar ailenin ve aile içindeki rollerin inkâr edilmesinde aranmalıdır. Bilhassa kadının aile dışında tanımlanması, onun anneliğinin bir değer olmaktan çıkarılması bir eşitlik davası gibi görülüyor. Bu noktada eşitlik adaletin önündeki en büyük engel haline gelmektedir.
ANNELİĞİN REDDİ, KARİYERCİLİK SOSYAL YAPIYI CİDDİ SARSINTILARA MARUZ BIRAKACAK
"Anneliğin reddi, mücerred kadınlık ideolojisi, kariyercilik Türkiye’nin sosyal yapısını uzun vadede ciddi sarsıntılara maruz bırakacaktır, hatta şimdiki görmezden gelinen sarsıntılar büyük yıkımların işaretini vermektedir.
Anne şefkati, baba merhameti olmadan çocukların geleceği karanlıktır. Bu karanlığın ülkemizde gittikçe daha fazla hissedildiğini fark etmemek mümkün değildir. Boşanma temayülünün zirveye tırmandığı bir zamanda, çocukların geleceğini nasıl teminat altına alabiliriz.
OYUN KADIN ÜZERİNDEN OYNANIYOR!
Bugünkü düzen oyununu kadın üzerinden oynamaktadır. Kadını eş olmaktan, anne olmaktan uzaklaştırdıktan sonra çatışma, münaferet had safhaya varmaktadır. Kadın eğer çocuk sahibi olmuşsa, anne olmayı değil kariyeri tercih etmektedir. Bunun da bir başka şekilde çocuğu sokağa bırakma fiili olduğu ortada.
Kadınların çalışması toplumumuzun yabancısı olan bir şey değildir. Her devirde kadınlarımızın aileyi ihmal etmeden çalıştığı tarihî hakikattir. Mal mülk sahibi olmak, Avrupa’da ancak 19. Asırda kadınlara tanınmışken, bizde tabiî bir hak olarak bilinir. Osmanlı döneminde vakıf yapanların yüzde kırka yakınının kadınlar olması bir fikir verebilir.
KADINLARIN HER ALANDA ÇALIŞMASI MATAH BİR ŞEY DEĞİLDİR
Kadınların ille de her alanda çalışması, kendini göstermesi, beklenmemelidir. Ayrıca bu matah bir şey de değildir. Bu komünist rejimlerde, faşist rejimlerde en had safhada görülmüştür. Kadınların her türlü ağır ve pis işlerde istihdam edildiği menfur rejimlere benzemenin âlemi yoktur.