Düşmüşüm “tembellik” zindanına.
Çekmişim elimi her şeyden; hareket ve faaliyetten.
Tam bir keyif sürecine girmiştim ki, içimden;
“Bunca miskinlik yeter! ‘Kalk ve uyar’” sesi sarstı beni.
“Hareket yoksa bereket de olmaz” dedim kendi nefsime.
Gayrete geldim, kuşandım silahımı, bindim şevk adlı atıma, çıktım cihat meydanına.
Heyhat! O da ne?
Şiddetli mi şiddetli bir düşman çıktı karşıma.
Nâmı cihandan büyük, “ümitsizlik” derler adına.
Ezdi geçti ruh dünyamı; manen sarstı beni, gücüm kalmadı doğrulmaya.
Birden, “Allah’tan ümidinizi kesmeyiniz!” seslenişini işittim suflör meleğinden.
Bu ses, kıldan ince, kılıçtan keskindi. Biçilmiş gibi acıdı içim.
Ümitlendim, cesaretlendim, gayrete geldim, toparlanıp kalktım.
O cesaretle derhal; “Allah’tan ümidinizi kesmeyiniz!” kılıcını, kuşandım.
Ümitsizliğe karşı salladım, salladım; sonunda geçirdim dizginleri elime.
Şükürler olsun ümitsizlikten kurtuldum. Bir derece ümidim ziyadeleşti.
Ümidim arttıkça, “hakka hizmet” davasına başladım.
Hizmetin ucundan biraz da ben tutayım dedim. Takdir edenler oldu.
Mahareti kendimden bildim. Havalara girdim.
Sanki büyük bir zafer kazanmışım gibi, “üstünlük taslama” hissi depreşti içimde.
Bu his öyle bir baskı kurdu ki, ruhumu, kalbimi sardı, sıktı, sıktı;
Hakk’a hizmetimin yerini başladı işgal etmeye.
Bilemedim. Meğer bu da ikinci bir düşmanmış.
Zoraki kazandığım gayretin vurdu başına; tepe takla düşürdü şevk atından.
Yine yerlerde sürünüyordum. Çâresizdim; bir çıkış, bir çâre aradım.
Birden “Allah için (yolunda) olunuz!” hakikatli sadası yetişti imdadıma.
Aceleyle kalkıp, ona sarıldım, bu yanlış hissimin işini çabuktan bitireyim dedim.
Ne çâre ki, “acele” ettim; uymadım usule, isyan ettim sebeplerin kurallarına; basamakları ikişer-üçer-beşer atlamaya çalıştım.
Şeytana gün doğmuştu; karıştı işime. Kayıp gitti gayretkeşliğimin ayakları; bir daha düştü.
Sabrım tükenmişti. Direncim azalmıştı. Çok pişmandım.
Bu defa; “İbadette ve musibette sabırlı olun, direnin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın. Her an cihada hazırlıklı, uyanık ve kararlı olun” fermanı okundu yüzüme.
Bu sabır fermanına sarıldım, siper yaptım, korunmak için.
Sonra, ne yapayım? Huy işte! Tabiatım medeni idi. “Hak arama” sevdası düştü içime.
Kendimin ve insanların hukukunu muhafaza sorumluluğu hissettim kendimde.
Ben bu sorumluluk ve arayış içindeyken zihnimde birtakım fikirler dolaşıyordu. Meydanda başkalarının fikirleri de vardı. Onlar çok sönük, kendi fikirlerim “yıldız gibi parlak” geldi bana.
Sevindim. Gururlandım. Sarhoş oldum. “Ben herkesten iyiyim” demeye başladım. “Kendini beğenmişlik” sardı ruhumu, esiri oldum. Enaniyetim palazlandı.
Artık sadece kendimi beğenmeye, kendimi düşünmeye başladım.
Bu tasavvur, “sönük fikirli” dediklerimi çok rahatsız etti. Hepsi de dağılıp gittiler.
Yalnızlaştım. Onların buğzuna maruz kaldım, perişan oldum, savruldum.
Gayretimin beli kırıldı. Basiretim bağlandı.
Başka parlak fikirlerinin olabileceğini idrak edemedim.
Bütün emellerim, arzularım darmadağın oldu gitti.
Her şeye rağmen Allah’tan ümidimi kesemezdim.
Bir şeyler yapmalıydım, tekrar silkelendim.
"İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır" hakikatiyle kendime geldim.
Gayreti gayet yüksek olan bu mücahid, beni cehde sevk etti.
Başıma bela olan kendini beğenmişlikten ve enaniyetten uzaklaştım.
Etrafımda el ensede yatan çok tembeller vardı. Bunlar cehdimi kırıyorlardı.
“Üzüm üzüme baka baka kararır” hesabı, üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi, bana da bir rehavet çöktü, ruhumu bir tembellik sardı.
“Herkes yatarken ben neden çalışayım?” demeye başladım, ben de yattım.
Böylece, gördüklerime uydum, “görenek belası”nın hücumuna maruz kaldım, o da fırsat bulup sokuldu solumdan koynuma.
Bu tembelliğin bir getirisi, bir sonu yoktu. Kurtulmalıydım bu sinsi düşmandan.
Bir güvenli liman, bir sığınak aradım.
Onu da; "Tevekkül etmek isteyenler, sadece Allah'a tevekkül etsinler.” hakikatinde buldum. Ona sığındım, çabalarıma kuvvetli bir dayanak yaptım.
Bir zaman sonra, kendimi çok yorgun hissediyordum, acizliğim depreşti, nefsime olan itimadım sarsıldı. İşleri savsaklamaya, “Boş ver, başkaları yapsın.” demeye başladım. “Bu işleri başkaları benden daha iyi yapar.” diye düşündüm. Tam bu sırada, “işi birbirine bırakmak” olan gaddar bir düşman fırsat bulup geldi. Çabalarımın elinden tutup faaliyetten alıkoydu. Bütün işler ortada kaldı.
Boş vere boş vere boşlukta kaldım. Canım sıkılıyordu. Bir yandan da alışkanlıklarım beni boş bırakmıyordu. Kazanmış olduğum melekelerim, tembel ruhuma baskı yapıyordu: “Kalk işini yap!” diye. Sonunda ruhum da ikna oldu.
Bir çıkış yolu bulmalı, bu düşmandan da bir önce kurtulmalıydım.
Benim bu arzum ve iyi niyetim çok şükür meyvesini verdi: "Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez." Hakikati geçti elime.
Bu yüce hakikat ile dikildim karşısına. İşe de yaradı.
O gaddar düşmanın eli, çabalarımın eteğine bile yetişmedi. Benden kaçmaya başladı. İşime dört elle sarıldım. Elhamdülillah.
Ben gayretli gayretli çalışırken, yine içimde bir şeyler depreşmeye başladı.
Enaniyet boynuma sarıldı ve “Sen iyisin, her işten iyi anlıyorsun, hepsini de sen idare etmelisin” telkinine başladı.
Efendi gibi her işe karışmaya, sağa sola ahkâm kesmeye başladım. Bazen de çok ileri gittim, haddimi aştım.
“Allah'ın vazifesine müdahale etmek” gibi dehşetli bir hataya düştüm. Verdiğim bu açığı kollayan dinsiz bir düşman daha geldi; gayretimin yüzüne şamarları bir bir indirdi. Serseme çevirdi. Gözünü kör etti.
O dinsiz düşmana, haddini bildirmesi için, işini iyi bilen vazifeşinas, “Efendine efendi olmaya çalışma”, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" mütevazı hakikatler ile mukabele ettim. Aklım başıma geldi.
Biraz rahatlamıştım. Sen misin rahatlayan, yayılıp bayılan?
Tam da biraz ense yapacakken, bu defa da bütün meşakkatin anası ve bütün rezaletin yuvası olan “rahatlık meyli” geldi abandı üzerime.
Çabalarımın elini ayağını, daha korkuncu beynimi düğümledi; sardı sarmaladı ve sefalet zindanına attı beni.
Bu zindanda öyle uzun süre kalamazdım. Sefil ve rezil bir hayata razı olamazdım. Celladımdan kurtulmalıydım.
Baktım; “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” olan haysiyeti yüce mücahid emir bekliyor; onu, o sihirli cellada gönderdim.
"Size meşakkatte büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyiç (heyecanlı) olan insanın rahatı yalnız sa'y (çalışma) ve cidaldedir (mücadeledir)." deyip, sefaletin labirent zindanından sağ salim firar ettim.
Elhamdülillah…