1948 yılından beri süregelen israil terörü, Kassam Tugaylarının füzelerle müdafaaya kalkışması sonucunda bir kez daha gün yüzüne çıktı. Artık bu kıyım ve sürgün saklanamaz hale geldi. Bütün dünya duydu ve gördü. Ama halkların dışında bu soykırıma karşı çıkan olmadı. Batı ve ABD yönetimleri zulümde ittifak ettikleri halde, İslam ülkeleri Filistin’e sahip çıkamadı. Seyirci kaldı. Kör, sağır ve dilsizliklerini, kendi halklarının feryatları bile insaf ve merhamet derecesine getiremedi.
Medyanın Kassam Tugaylarına “militan” demeleri, abluka altına alınan Filistin halkının yaşamaya mecbur bırakıldığı mekânlara da “mülteci kampı” şeklinde vasıflandırmaları ayrı bir fecaat. Dünyada her taraftan kovulduktan sonra, Filistin’e sığınmak ve iltica etmek zorunda kalan Yahudilerdir. Zamanla kendilerine kucak açan bu merhametli insanları evlerinden kovdular, zulmettiler, topraklarını işgal ettiler. Bugün neredeyse bir karış toprakları bile kalmadı. Bütün bunlara rağmen israil mağdurları oynuyor, bizdeki bazı safdiller de Filistin halkının yediden yetmişe, başlarına bomba yağmasına rağmen, “ülkemizi terk etmeyeceğiz” dedikleri ve ölümüne yerlerinde kaldıkları halde, yüzde sekseni devlete ait olan “topraklarını sattılar” iftirasına uğruyorlar. Yüzde seksenin yanında, halkın sahip olduğu yüzde yirmilik kısım ise, işgalci hırsızlar tarafından gasp edilmiştir. İslam devletleri de buna seyirci kalmışlardır.
Amerika ve batı menfaatperesttirler, hiçbir manevi değere saygı göstermeyen sömürgecidirler. Varsa yoksa ceplerine girecek paraya bakarlar. Kendilerinden başkalarının hayatlarının ve kanlarının hiçbir değeri yoktur. Sömürdükleri ülkelerdeki milletlere yaptıkları katliamlara ve soykırımlara tarih şahittir.
Müslüman liderlerin birçoğu bu sömürgecilerin güdümüne girmişler, makam ve mevkileri altlarından gidecek, sürdükleri saltanat sona erecek korkusuyla seslerini bile çıkaramayan kuklalar haline gelmişlerdir. Çünkü onlar kendi halklarının reyiyle seçilip gelmiş kimseler değiller. Maddi ve manevi birçok değerlerini feda etmiş halde sömürgeciler tarafından oraya vekil olarak tayin edilmişler. Bu nedenle İslam milletleri maalesef fitne kurbanı olarak parçalanmışlar, bölünmüşler ve mankurtlaştırılmışlardır.
Bu öyle devam etmemeli. Zalimlerin hükmü kısadır. Elbet yakın gelecekte sona erecektir. Bunu kendi kendine olacak diye beklemek de safdillik olur. Müslümanların bir an önce uyanmaları, kendilerine gelmeleri ve Kur’an medeniyetinin sarsılmaz değerlerini icraata dökmeleri lazım.
Milletler ve devletler de insan gibidir. Birer temsildir, şahs-ı manevidir. Madem batı ve ABD bir şahs-ı manevi olarak karşımıza çıkıyor, biz de ittifak halinde şahs-ı manevi olarak karşılarında durarak bu zülme, bu adaletsizliğe bir son vermemiz lazım.
Müslümanların elinde büyük bir hakikat var. Buna rağmen ihtilafa düşüyorlar. Zaaf hissettiklerinde Allah’a sığınıyorlar ama diğer İslam milletleriyle, kardeşleriyle yardımlaşma ve ittifaka yanaşmıyorlar. Hodgamlık ve enaniyet sebebiyle ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ile zillete düşüyorlar.
İslam ülkelerinin liderleri ehl-i dünyanın hakikatsizliklerini, dalaletlerini, sadece menfaat peşinde koştuklarını, bunu da taassup, aldatmak ve nifakla temin ettiklerini, zayıf ve zelil olduklarını bir türlü göremiyorlar. Her şeyin silah ve teknoloji ile olmadığını, Kassam Tugayları bilfiil gözlerine soka soka aylardır gösterdikleri halde göremiyorlar.
İslam devletleri cesaretlerini toplayıp zayıf ve zelil batının güdümünden bir an önce çıkmalı, gayet sıkı bir dayanışma ile şu anda yaşanan vahim neticeleri görmeli, kardeşlik, dayanışma ve ittifakın gereğini yerine getirmelidir.
Bu da ancak:
Düşmanlık etmeden, kusur ve noksanlık aramadan, kendi kardeşlerinin muhabbetiyle müsbet hareket etmekle,
Nefsani ve ehemmiyetsiz rekabetlerden, şahsiyetçilikten, himmetsizlikten uzak durmakla, insaflı olmakla, tasannu ve riyayı, kıskançlık ve dünya hırsını terk etmekle, enaniyet, ifrat ve tefriti bırakmakla,
İslâmiyet dairesi içinde, hangi meşrepte olursa olsun, ortak bağları düşünerek ittifak etmekle,
Edeb-i Furkanî ile edeplenmekle, memdûh olan müsabakayı tam muhafaza etmekle, Allah’ın yardımını istemekle,
Hak yolda gidenlere refakat etmekle, iyilikte yarışmakla, ittifaktaki hak kuvvetini aramakla, ihtilafa düşmemekle, ehl-i hakkın kafilesine fedakarane ve samimane iltihak etmekle,
Ehl-i dalaletin şahs-ı manevisinin hücumlarına karşı, şahs-ı manevi ile hakkın muhafazasına çalışmakla, haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmekle, ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki etmekle,
Yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatlarıyla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette dindaşlarımızla ittifak edip, ittifakı zayıflaştırmamakla, mânevî mücahede meselelerini ehemmiyetsiz ve küçük görmemekle, ehliyetsizlere fırsat vermemekle,
Münhasıran Rıza-yı İlâhîyi gaye-i maksat yapmakla olur.
Aksi halde, mazlum Filistin halkının maruz kaldığı bu zulüm karşısında, Müslümanların düştükleri acizlik, çaresizlik, zillet ve mağlûbiyetten kurtulmaları mümkün değildir.
Müslümanların samimî bir muhabbetle yardımlaşmaları, ittifak etmeleri güçlerine güç katacaktır.
Bize, insaflı, hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kıracak, hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkıp, memnun olacak liderler lazım.
Bu fecî sukut ve musibet-i hazıradan ancak rahmet-i İlâhiye ile kurtulmak mümkün olacaktır. İlahi rahmet de ancak samimi ittifak, muhabbet, yardımlaşma ve gayretle celb edilebilecektir inşaallah.