Ümitsizlik helaket ve felaketleri toplumun üzerine celb eden, korkaklığa sebep olan, geri kalmışlığı, cehaleti ve fakirliği getiren, yüksek ahlakı öldüren, manevi kuvveti kıran, kanser gibi dehşetli, öldürücü ve boğucu bir hastalıktır.
Bu hastalık, şahısları kendi menfaatlerin peşinde koşturur, tenbellik, lakaytlık ve –bu benim meselem değil- diyerek nemelazımcılığa sevk eder, hizmeti terk ettirir, taklitçiliğe ve yabancı hayranlığına yol açar, kendi milletini zelil, başka milletleri yüce gösterir.
Ümitsiz insan, vicdanı bağlı, ruhsuz bir cesetten, mankurtlaşmış, ayakta gezen bir ölüden farksızdır.
İsrail vahşeti karşısında Müslüman devletlerin başlarındaki idarecilerin çoğunun gösterdikleri tavır, ölüden pek de farklı değildir. Bırakın yardım etmeyi, katledilen kardeşlerinin başlarında ağlamayı bile akıl edemeyecek kadar şuur yoksunluğu içindeler.
Müslümanların acilen fabrika ayarlarına dönmeleri ve bu dehşetli öldürücü hastalıktan kurtaracak olan Kur’an ve Sünnetin sunduğu; hak, adalet ve yüksek ahlak değerlerine sımsıkı sarılmaları bir mecburiyettir.
İslam milletlerinin, bitmez tükenmez bir imana, sabra, ümide, çelikten bir iradeye, kalplerin parlaklığına, İslam kardeşliğine, adil paylaşımın sıcaklığına ihtiyaçları var.
Ümit, imanın kuvveti nisbetinde kuvvetlenir ve gayreti artırır. Kâfirlerden başkası da Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez. Açıkçası ümitsizlik, Müslümana yasaktır.
Kur’an, “Akıl etmiyor musunuz?” “Düşünmüyor musunuz?” “Görmüyor musunuz?” Uyarılarını boşuna tekrarlamıyor. Aklını kullanan ve düşünen bir beyin, gören bir göz, ancak hakikati görür, aldanmaz ve aldatmaz, ümitsizliğin kapısından adımını atmaz.
Bu uyarılara kulak vermemenin bedeli; cehalet, fakirlik, sefalet, düşmanlık, yolsuzluk, güvensizlik, safsata, akılsızlık, mantıksızlık ve ahlaksızlık gibi toplumsal hastalıklar şeklinde çok ağır olmaktadır.
Müslümanlar ilimden aldıkları kuvvetle ancak, hakka, aklî muhakemeye ve delillere dayanarak bu hastalıklardan kurtulabilir, Kur’an medeniyetini inşa ile terakki edebilir, Allah Rasulünün (asm) ahlakıyla ahlaklanmakla huzur ve saadete erişebilir.
Eskiden çok parlak bir medeniyete sahiptik. Geçmişte yapılan bir şeyin, yeniden daha güzelinin yapılamaması mümkün değildir. Yüce Allah, çalışana karşılığını vereceğini vaad ediyor. Şimdiye kadar kim çalıştı da karşılığını vermedi ki?
Nimet şükür görürse, bâkî kalır, ziyadeleşir. Şükür görmezse, başkalarının eline geçer. Biz kıymetini bilemedik; emirleri, usulleri ve şükürleri terk ettik, medeniyetin nimetleri de batılıların ellerine düştü. Onlar da çoğunlukla kötüye kullanıyorlar.
Kötülüklerin def’i, salih amellerden önce gelir. Bunun için de var gücümüzle çalışmak, ittifak halinde hücum eden kötülere karşı ittifak etmek, kardeşliği, şefkati, yardımlaşmayı, hak ve adaleti tesis etmek, Müslümanlar için bu zamanın en büyük vazifedir.
Gayret bizden, yardım Allah’tan.
“Ümit, hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçine kar da yağar, fırtına da kopar ama çiçekler her zaman açar.” (Hz. Mevlana)