Sosyal medyada Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Sultan Reşad’dan aldığı 20 bin altın liranın Hayrat Vakfı’nın kurulmasında kullanıldığı iddiası dolaşmaktadır.
Bediüzzaman’a olan bu yersiz ve mesnetsiz iddia Kur’an ve iman hizmetinde bulunan milyonlarca kimseyi derinden üzmüştür.
Said Nursi bu yirmi bin altın meselesini Heyet-i Vekileye ve Tevfik İleri’ye yazdığı bir mektupta[1] şöyle özetlemektedir:
“Elli beş seneden beri, Medresetü'z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van'da, biri Diyarbakır'da, biri de Bitlis'te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van'da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul'a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı.
“Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad'ın Rumeli'ye seyahati münasebetiyle Kosova'ya gittim. O vakit Kosova'da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad'a dedim ki: "Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir."
“O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: "Öyleyse o yirmi bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz." Kabul ettiler.”
Bu 20 bin altın liranın Sultan Reşad tarafından vaad edildiğini Said Nursi’nin bizzat kendisinden öğreniyoruz. Bu sadece görüşmeleri esnasında verilmiş bir vaaddir. Osmanlı Devleti, 600 yıllık bir geçmişe, köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Her devlette olduğu gibi, her şey kanun ve nizama göre yapılır. Osmanlı devleti bir kabile devleti değildir.
Sultan Reşad’ın Hazinedara bir çuval altın lirayı getirterek, “Said Efendi al şu 20 bin altını lirayı, git istediğin gibi, istediğin ve aklının yattığı yere, âlî mektebini / darülfünununu / medresetüzzehranı yaptır” dediğine kimseyi inandırmamız mümkün değildir.
İnandığımızı düşünelim. Harb-i Umumi çıktıktan sonra bu parayı ya inşaat alanına gömüp gittiği, ya da sırt çantasında cepheden cepheye koşarken, esaretteyken ve esaretten kaçarken, dağ bayır, ülke ülke dolaşıp memlekete gelirken sırtında taşıdığını da var saymamız mümkün değildir. Böyle bir senaryoya da inanmanın imkânı yoktur.
Esaretten döndükten sonra, İstanbul’dan Hareket-i Milliyeye hizmetinden dolayı ısrarla Ankara’ya çağrıldığında da Meclis’te darülfünun meselesini gündeme getirdiğini ve 150 bin banknot tahsisat ayrılmasına ikna ettiğini biliyoruz.
Burada devlet aklı yok mu diye sormak lazım:
“Sen daha önce bu iş için zaten 20 bin altın lira almışsın. Yeniden bizden niye para istiyorsun. Git o para ile yaptır” demezler mi?
Elbette derler. Çünkü devlet adamlarının ve milletvekillerinin çoğu İstanbul’dan gelmedir. Sultan Reşad’ın bu tahsisatından habersiz olmaları da mümkün değildir.
Said Nursi’nin Sultan Reşad’a yazılı bir müracaatta bulunmadığı, şifahi olarak söz aldığı açıktır.
Şimdi bu konudaki Osmanlı belgelerine göz atalım:
1. Belge
Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye Dairesinden Maarif Nezaretine gönderilen 18 Kanun-ı sani 1327 – 31 Ocak 1912 tarihli ve 576 sayılı yazısında özetle:
“Şark vilayetlerinin medeni imkânlardan ve ilmi ve dini terbiyeden mahrum olmaları cihetiyle o vilayetlerin en münasip noktasında Piriştine’de tesisine başlanan medrese gibi bir yüksek medrese inşası için gerekli tahsisatın verilmesi için Van Vilayetinden talep edilmiş olduğu bildirilerek gerekli meblağın bütçeye dâhil edilmesi ve neticenin bildirilmesi rica olunur.” [2]
Bu belgeden “Piriştine’de tesisine başlanan medrese gibi bir medrese-i aliyyenin inşası” ifadesinin kullanılması Bediüzzaman’ın Sultan Reşad’dan aldığı vaadin doğruluğunu teyit etmekte ve vaadin yerine getirileceğini öğreniyoruz.
2. Belge
Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye Dairesinden Meşihatpenahiye (Şeyhülislamlığa) gönderilen 11 Şubat 1327 – 24 Şubat 1912 tarihli ve 5750 sayılı yazıda özetle:
“2 Şubat 1327 tarihli ve 121 numaralı tezkire-i aliyye-i Meşihatpenahileri (Şeyhülislamlığın) cevabıdır.
“Vilayat-ı Şarkiyenin vesait-i temeddüniye (medenileşme vasıtaları) ve terbiye-i aliyye ve diniyeye mazhariyetleri esbabının (sebeplerinin) mühimlerinden olan o vilayatın münasip bir noktasında Piriştine’de tesisine ibtidar edilen (başlanan) medrese gibi bir medrese-i aliyyenin inşası hakkında Van Vilayetince gösterilen lüzum 28 Kanun-ı sani 1327 tarihli ve 113 numaralı tezkiremiz ile de bildirildiği üzere muhik ve pek münasip olup Maarif Nezareti bütçesinde ise medrese inşası için tahsisat olmayıp, medreselerin inşa ve idaresinin yüksek Meşihat makamı ile Evkaf Nezaretine ait olduğundan, oralarda kullanılabilecek vakıf yerleri var ise, onlardan da istifade edilmek üzere ilgili Nezaret ve Ders Vekâletiyle haberleşerek bu maksadın teminine çalışılması temennisiyle.”[3] denilmektedir.
Bu belgeden Maarif Nezareti ile bu konuda yazışma yapıldığı, oradan da medrese tahsisatlarının Nezaretlerine değil, Evkaf ve Meşihat makamlarına ait olduğu cevabı alındığı görülmektedir.
3. Belge
Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye Dairesi Dördüncü Şubeden Sadaret-penahiye Fi 25 Receb 1331 ve fi 17 Haziran 1329 – 30 Haziran 1913 tarihli ve Umumi: 80136 Hususi: 647 numaralı yazıda özetle:
“Van vilayeti ahalisinin son derece cahil kaldıklarından ve hükümetçe şimdiye kadar tahsil ve terbiyeleri namına hiçbir fedakârlıkta bulunmadığından ve halkın böyle cehalet içinde kalması yüzünden maazallah teâli-i âkıbet-i diniyenin fena bir dereceye varacağından bahisle masarif-i tesisiyesi Ceb-i Hümayun-ı Mülukaneden tesviye buyurulmak üzere memleketlerinde darülfünun şeklinde bir medrese-i aliyye tesisi hususunda umum ulema ve Ekrad namına bir hafta evvel telgrafla Padişaha müracaatla istirhamda bulunulduğu ve ahiren de Meclis-i Umumi azası tarafından atabe-i ulyaya bu yolda telgraf tertibine kalkışıldığı haber alınarak tekrar müracaat muvafık olamayacağı kendilerine anlatılmış ise de böyle bir darülfünun için umum İslamlarda şayan-ı dikkat ve can atılan bir arzu görüldüğü gibi bu hayırlı işin bilhassa şu sıralarda taraf-ı Şahaneden vücuda getirilmesi umum Ekradı (Kürtleri) son derece mesrur ve çoktan beri böyle hususi ve maddi bir lütfa intizar eden halkın Zat-ı Hazret-i Hilafetpenahiye olan irtibat ve ihsa-yı diniyelerini bir kat daha takviye edeceğini ve Abdürrezzak taraftarlarının tesvilatına (safsatalarına) da bundan büyük bir darbe olacağı beyanıyla işbu medrese meselesinin bir an evvel kuvveden fiile çıkarılması lüzumu Van Vilayetinden bildirilmiştir.
“O havalide vukua getirilmekte olan tesvilata karşı böyle bir müessese-i aliyye-i diniyenin tesisiyle ahali-i İslamiyenin Makam-ı Hilafet ve Saltanata olan merbutiyetlerini takviye etmek vücudu bedihi bulunduğundan ve böyle bir müessese için taraf-ı Padişahiden on beş bin liranın sarfı mutasavver olduğundan on beş bin lirası taraf-ı mülukaneden ihsan buyurulmak ve on bin lirası Evkaf-ı Hümayun Nezaret-i celilesince tesviye olunmak üzere yirmi beş bin lira ile arz edildiği gibi Vilayetin münasip bir noktasında zikredilen medrese-i âliyenin tesisi sebeplerinin istikmaliyle neticenin emir ve inbası menut-ı müsaade-i fahimaneleridir. Ol babda emr u ferman hazret-i veliyyülemrindir.
Dâhiliye Nazırı Tal’at[4]
Bu yazıdan da anlaşıldığı üzere Said Nursi’nin adı bile geçmemektedir. Müracaat Padişaha umum Kürtler ve ulema namına yapılmıştır. Böyle bir müessese için padişah tarafından 15 bin lira verilmesi düşünüldüğü, 10 bin lira da Evkaf Nezareti bütçesinden karşılanmak üzere toplam 25 bin lira tahsisi planlanmıştır. 13 Haziran 1329 tarihli Van Valisi Tahsin Beyin Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemine gönderdiği yazıda; Kürtler arasında Şia mezhebinin günbegün yayılmakta olduğuna vurgu yapılarak Allah muhafaza cehalet yüzünden dini akıbetin fena bir dereceye varacağından bahsedilerek darülfünunun bir an önce kuvveden fiile çıkarılmasını talep edilmektedir. [5]
(4. Belge)
5. Belge
Daire-i Sadaret Tahrirat Kaleminden Evkaf-ı Hümayun ve Dâhiliye nezaretlerine gönderilen 20 Haziran 1329-28 Receb 1331- 3 Temmuz 1913 tarihli yazıda:
“17 Haziran 1329 taihli ve 1647 numaralı tezkire-i aliyyelerine cevaptır.
“Memleketlerinde darülfünun şeklinde bir medrese-i aliyye tesisi hakkında umum ulema ve Ekrad namına atabe-i ulyayı Şahaneye müracaatta bulunulduğu ve bu emr-i hayrın bilhassa şu sırada vücuda getirilmesi hüsn-i tesir hâsıl edeceği Van Vilayetinden iş’âr olunması üzerine inşasına lüzum gösterilen mezkûr medrese masarıf-ı keşfiyesinin mikdarı istifsar olunmuş (sorulmuş) idi. Cevaben alınan telgrafnamede zikr olunan medresenin masarıf-ı inşaiyesinin keşifnamesi mucibince yedi bin beş yüz liradan ibaret olduğu beyan olunduğundan masarıf-ı mezburenin Hazine-i Evkaf-ı Hümayunca tesviyesi ve medresenin nam-ı nami-i Mülukaneye nisbetle tevsimi (Padişahın adının verilmesi) bittensib / (Dahiliye) Evkaf-ı Hümayun Nezaret-i Celilesine tebligat icra ve Vilayete malumat ita kılınmıştır efendim/ Vilayete ve Dahiliye Nezaret-i celilesine malumat ita kılınmış olmakla Vilayetle bilmuhabere bedelinin takasit-i münasibeye rabtıyla (uygun taksitlerle) inşaata mübaşeret ettirilmesi (başlanması) esbabının istikmaline himmet.”[6]
Bu belgede ise, yapılan keşif sonucu inşaat masraflarının 7.500 liradan ibaret olduğu, bunun da Evkaf bütçesinden münasip taksitlerle ödeneceği belirtilmektedir.
6. Belge
Van Valisi Tahsin’in Sadaret’e, Evkaf’ ve Dahiliye’ye gönderilen 26 Haziran 1329 – 9 Temmuz 1913 tarihli telgrafında:
“Van’da bir medrese-i aliyyenin inşası ve bâ-husus masarif-i inşaiyesinin Hazine-i Evkafından tesviyesiyle nâm-ı nâmi-i Hilafetpenahiye olarak tesmiyesi beyne’l-ahali (ahali arasında) pek ciddi ve pek amik (derin) hissiyat-ı şükraniye ve minnettarane ile karşılanmıştır. İşbu emr-i hayrın bir an evvel kuvveden fiile ısdarı (çıkarılması) Hükümetin her türlü teşebbüsatına da yardım edecektir. İcab eden paranın irsali ve muktedir bir mühendis ile mi’mârın bir an evvel i’zâmı (gönderilmesi) ehemmiyetle…”[7]
Bu belgede ise darülfünuna Sultan Reşad’ın adının verileceği belirtilmiştir. Bu hayırlı işin ahali tarafından da memnuniyetle karşılandığı belirtilerek para ile birlikte muktedir mühendis ve mimarların bir an evvel gönderilmesi talep edilmektedir.
7. Belge
Daire-i Sadaret Tahrirat Kalemi 2. Şubeden Evkaf-ı Hümayun Nezaret-i Celilesine gönderilen 10 Ramazan 1331-31 Temmuz 1329 – 13 Ağustos 1913 tarihli ve 444 sayılı yazısında:
“Van’da nam-ı nami-i Padişahiye nisbetle inşası kararlaştırılan medrese-i aliyyenin masarif-i inşaiyesi bulunan yedi bin beş yüz liranın Hazine-i Maliyece i’tası taahhüd edilen tahsisat takasit-i şehriyesinin (aylık taksitinin) muntazaman i’ta edilememesinden naşi tesviyesi kabil olamayacağına dair varid olan 21 Temmuz 1329 tarihli tezkire-i cevabiye-i devletleri zikr olunan medresenin bir an evvel inşasına mübaşeret olunması lüzumunu havi Van Vilayetinden gelen telgrafname ile birlikte Meclis-i Vükelada ledelkırae (okunarak) Vilayet-i mezkurenin iş’arına nazaran salifülbeyan (önceden beyan edildiği gibi) bir an evvel inşasına mübaşeret olunması muktazi bulunduğundan Hazine-i Maliyece Nezaret-i celilerine tesviye olunacak ilk taksitinden iki bin liranın masarif-i mebhusun anhaya (bahsedilen masralara) mahsuben canib-i Vilayete hemen irsali hususunun Nezaret-i Celilelerine cevaben tebliği ve Vilayet-i mezkureye malumat i’tası tezekkür kılınmış olmakla icabının ifasına himmet.”[8]
Bu belgede de Meclis-i Vükelaca da bu konunu müzakere edilerek karara bağlandığı belirtilerek bir an evvel inşaata başlanabilmesi için ilk taksiti olan 2 bin liranın hemen gönderilmesi konusunda Sadaret Makamından Evkaf Nezaretine talimat verilmiştir.
8. Belge
Vali Tahsin Bey’in 10 Teşrin-i evvel 1329 (23 Ekim 1913) tarihli Dâhiliye Nezaretine çektiği telgraf:
“Padişahın adının verilerek inşasına müsaade buyurulan Medrese-i Aliyye-i Reşadiye’nin binlerce ahali ve asker ve ulema-i mahalliyenin hazır bulundukları halde bugün temel atılmış ve ömür ve afiyeti için tekrar tekrar Padişaha dualar edildiği ve işbu törenin Kürtler ve aşiretleri üzerinde pek ziyade hüsn-i te’sir ve hiss-i şükran ve minnettar bıraktığı…[9]
Görüldüğü üzere devletin resmi belgeleri, kanunu, nizamı ve usulü bu şekildedir. 25 bin lira tasavvur edilen meblağ, yapılan teknik keşif sonucu 7.500 lira olarak tespit ediliyor. Bunun da taksitlere bağlanarak ödenmesi kararlaştırılıyor. İlk taksiti ise 2 bin liradır. Temel atma töreni ile inşaata başlandığına göre ilk taksitinin Van Valiliğine ödendiği anlaşılıyor. Sonuçta Said Nursi ile alakası olmayan bir resmi prosedür işlediği, yazışmalarda hiç adının geçmediği görülmektedir.
Dolayısı ile günde kırk para ile azami iktisad ve bereketle yaşayan bir ahiret adamına Sultan Reşad’ın tahsis ettiği paraları Hayrat Vakfının kurulması için Hüsrev Efendiye verdi iddiası da boşlukta kalmaktadır. Üstelik Sultan Reşad’ın ceb-i hümayunundan bir kuruş bile çıkmadığı ayan beyan ortadadır.
Sonuç olarak Van Vilayeti emrine, bu 7.500 liralık tahsisatın ilk taksiti olarak sadece 2 bin lira gönderilmiş ve darülfünunun temeli atılmıştır, Birinci Dünya harbinin çıkması ile de inşaat durmuştur.
Van Valiliğinin de bu parayı doğrudan doğruya Bediüzzaman’ın eline vermesi söz konusu bile olamaz. Çünkü devletin bu aşamada da birtakım kanun ve nizama bağlı prosedürü işlemektedir. Paralar, inşaatı yapan firma ya da müteahhit kim ise, yapılan denetimler sonucu inşaatın aşamalarına ve verilen raporlara göre belirli miktarlarda hakkedişler çıkartılarak hak sahiplerine ödenmektedir.
Hiçbir belgeye dayanmayan, asılsız ve yersiz bir iddiada bulunulması camiamızı cidden çok incitmiştir. Halen Youtube’de yayında olan “Said Nursi, Padişah Sultan Reşad’dan aldığı altınları nasıl kullandı?” başlıklı videonun yayından kaldırılması veya bu iddia ile ilgili kısımların çıkartılarak bir haksızlığın giderilmesi, çok haklı ve çok yerinde bir talebimizdir. Bu büyük vebalden kaçınmak bir din kardeşliği görevi olsa gerektir.