Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Fetih Suresi 29. ayetinde meâlen şöyle buyuruyor
29 . Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Ve onun berâberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gāyet merhametlidirler; onları çokça rükû‘ eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; (onlar) Allah’dan bir lütuf ve bir rıdvân (sâdece O’nun rızâsını) isterler. (*) Secde eserinden olan alâmetleri, yüzlerindedir. Bu, onların Tevrât’taki vasıflarıdır. İncîl’deki vasıfları ise, bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış da gövdesi üzerine dikilmiştir; (bu hâl) ekincilerin hoşuna gider; (onlar hakkındaki bu benzetme) kâfirleri onlarla öfkelendirmek içindir. Allah, onlardan îmân edip sâlih ameller işleyenlere bir mağfiret ve (pek) büyük bir mükâfât va‘d etmiştir.
(*) “(Şu âyet) ma‘nâ-yı sarîhiyle (açık ma‘nâsıyla); tabakāt-ı sahâbenin istikbâlde muttasıf oldukları (vasıflandıkları) ayrı ayrı mümtâz ve hâs sıfatlarını ifâde etmekle berâber, ma‘nâ-yı işârîsiyle; ehl-i tahkîkçe vefât-ı Nebevîden sonra makāmına geçecek Hulefâ-yı Râşidîn’e, hilâfet tertîbi ile işâret edip, her birisinin en meşhur medâr-ı imtiyazları (seçkin vasıfları) olan sıfat-ı hâssalarını (husûsî sıfatlarını) haber veriyor. وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ [Ve onun berâberinde bulunanlar] ile, maiyet-i mahsûsa ve sohbet-i hâssa (husûsî berâberlik ve sohbet) ile ve en evvel vefât ederek yine maiyetine girmekle meşhûr ve mümtâz olan Hazret-i Sıddîk radıyallâhu anh’ı gösterdiği gibi اَشِدَّٓاءُ عَلَي الْكُفَّارِ [Kâfirlere karşı çok şiddetliler] ile, istikbâlde küre-i arzın devletlerini fütûhâtıyla titretecek ve adâletiyle zâlimlere sâika (yıldırım) gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer radıyallâhü anh’ı gösterir. Ve رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ [Kendi aralarında gāyet merhametlidirler] ile, istikbâlde en mühim bir fitnenin vukūu hazırlanırken kemâl-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için rûhunu fedâ edip, teslîm-i nefs (kendini fedâ) ederek Kur’ân okurken mazlûmen şehîd edilmesini tercîh eden Hazret-i Osman radıyallâhu anh’ı da haber verdiği gibi, تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَاناً [Onları çokça rükû‘ ediciler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; Allah’dan lütuf ve rıdvân (sâdece O’nun rızâsını) isterler] ile saltanat ve hilâfete kemâl-i liyâkatle ve kahramanlıkla girdiği hâlde ve kemâl-i zühdü ve ibâdeti ve fakr ve iktisâdı ihtiyâr eden ve rükû‘ ve sücûdda devâmı ve kesreti herkesçe musaddak (doğrulanmış) olan Hazret-i Ali radıyallâhu anh’ın istikbâldeki vaziyetini ve o fitneleriçindeki harbleriyle mes’ûl olmadığını ve niyeti ve matlûbu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor.” (Lem‘alar, 7. Lem‘a, 25)