Kahramanımız kim?

Metin KARABAŞOĞLU

Hayatlarımızın rotasını, kahramanlar çizer. Kahraman, olmak istediğimizdir; kendi hayatımız için bir ideal, bir hedef ve bir örnek olarak gördüğümüzdür. Kahramanımızın ‘kim’liği, bizim de kimliğimizi şekillendirir.

Bu bakımdan, hepimizin hayatında, erkek-kadın ayırmaksızın, ‘kahraman’ olarak seçtiğimiz insanlar yer alır.

Mü’minler için en başta peygamberler ve onların da başında Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselamin akla gelen ilk kahraman olması beklenir. Sonrasında, sahabiler misali, şu dünyada hoş bir sada ve güzel bir iz bırakarak gidenler gelir.

Ayrıca, belli kişiler, hayatın tamamı için örnek olma özelliği taşımasalar bile, belli açılardan ‘kahraman’dırlar bizim için. Birinin azmi, ötekinin feragati, berikinin adanmışlığı, diğerinin cesareti...

Ve bir de, ‘anti-kahraman’lar vardır; ki, ‘kim’liğimizin şekillenmesi bakımından, neredeyse kahramanlar kadar önemlidirler. Hz. İsa’ya atfedilen “Ahlâkı ahlâksızlardan öğrendim” sözünü hatırlarsak, kimileri de karanlık ruhları, zulmetli çehreleri, zulmanî hayatlarıyla ‘yol gösterici’ olur bizim için. ‘Ne olmak istemediğimizi’ bize ihsas eder, dolayısıyla hangi rotadan yürümememiz gerektiğini bize fısıldarlar.

İki sayfalık Tahrim sûresine nazar ettiğimde, ikinci sayfası beni bu eksende bir tefekküre sevkeder her keresinde. Bu sûre, birinci sayfasında sıhhatli bir evlilik için erkeğin dikkat etmesi gerekeni ders verirken, ikinci sayfada hanımlara yönelik özel bir mesaj vardır. Sûreyi her iki sayfasının hatırlattıkları ile değerlendirdiğimizde, tablo tamamlanır. Birinci sayfadan anlarız ki, sıhhatli bir evliliğin belki de ilk temel şartı, elbette imanının belirlediği ana esaslarda, erkeğin dik durmasıdır. Erkeğin, rıza dayatmaları karşısında ‘Allah’ın helâl kıldığı şeyde’ sebat ve direnç gösterememesi; ayrıca, hanımı ‘vazgeçilmezlik’ halet-i ruhiyesine girerken, erkeğin bu ‘vazgeçilmezlik’ ruh haline teslim olması, evliliği çökertir. Tıpkı, dayandığı ana sütunun aşındığı bir binanın çökmesi gibi, erkeğin ‘helâl dairede’ dik duramadığı evlilik binaları çöker. Ya hepten yıkılır gider; yahut varlığını sürdürse de, gerçekte bir harabe suretinde sürdürür. Kadınsılık, kadınlar için güzeldir. Erkeğe yakışan, erkeksiliktir.

Açıkçası, Tahrim sûresinin birinci sayfası, görebildiğim kadarıyla, öncelikle erkeğe konuşmakta; evliliğin iki temel unsurundan ilki olarak erkeksiliği tahkim etmektedir.

Sûrenin ikinci sayfasına geldiğimizde ise, Hakîm-i Rahîm’in, evliliğin sıhhati açısından bu kez özelde hanımlara yönelik bir mesaj getirdiğini görürüz.

İki kahraman ve iki ‘anti-kahraman’ eşliğinde verilen bir mesajdır bu.

Bir tarafta, ‘olmaması gereken’i bildiren iki örnek olarak Hz. Nuh’un karısı ve Hz. Lût’un karısı; öte yanda, iki ‘kahraman’ olarak Firavun’un karısı ve İmran’ın kızı Meryem.

Peygamber eşleri olarak Nuh’un karısı ile Lût’un karısı, kör bir inatla, doğru yolda yürüdüğü halde kocasına karşı dikleşip helâk olan iki kadın örneğidirler: “Her ikisi de salih kullarımızdan ikisinin nikâhı altındaydılar, fakat onlara ihanet ettiler. Sonra hiçbir şey onları Allah’ın azabından kurtaramadı.” Firavun’un hanımı Asiye ise, tam aksi bir örnek niteliğindedir: “O, ‘Ey Rabbim!’ demişti. ‘Yüce katından bana cennette bir ev nasip et. Beni Firavun’dan ve onun kötülüğünden kurtar. Zalimler güruhunun şerrinden de beni koru.’” Ve en üst noktada, hadislerde belirtildiği üzere cennet hanımlarının önderi Meryem aleyhisselam vardır: “Allah, İmran kızı Meryem’i de mü’minlere misal olarak verdi ki, o namusunu korumuş, Biz de ona emrimiz olan ruhtan üflemiştik. O, Rabbinin bütün sözlerine ve kitaplarına iman edip, Allah’a itaatte sebat eden kullardan oldu.” (bkz. Tahrim sûresi, 10, 11 ve 12. âyetler.)

Sûrenin son üç âyetiyle zikredilen bu dört misal, Kur’ân’ın ‘kadınlığı’ ve ‘erkekliği’ bizatihî yüceltmediğinin de delilidir. Çoklarının, özellikle de ‘kadıncı’ (feminist) ve ‘erkekçi’ (maskülinist) bir nazarın güdümünce murad-ı ilâhîyi anlamaya çalışıp yanlış anlayanların hilafına, kadınlık ve erkeklik mutlak anlamda iyi veya bizatihî kötü değildir. Karşımızda, Nuh ve Lût gibi, ‘erkek’ olarak ubudiyetin kemaline ulaşmış iki mü’minin karşısında ‘kadınlığın’ nasıl kötüye kullanılabileceğinin timsali olan iki hanım da vardır; Firavun gibi ‘erkek’ olarak isyanın ve küfrün zirvesine ulaşmış, diğer bir deyişle, ‘erkekliğin’ nasıl kötüye kullanılabileceğinin timsali olmuş bir insan—ve ona uyan bir erkekler topluluğunun—karşısında da, Asiye misali kadınlığın yüz akı bir örneği zikretmektedir sûre. Hz. Meryem ise, kadınlığın kemal noktasını işaretlemektedir (bir ‘erkeğin eli değmeden’ İsa aleyhisselama hamile olan Hz. Meryem’in, kaynaklardan öğrendiğimiz üzere, hayatının ilerleyen safhasında bir aile hayatı yaşadığı hususuna da ayrıca dikkat çekelim.)

O halde, erkeğe düşen Firavun örneğinden uzak durmak ise, kadına düşen Nuh ve Lût aleyhimesselamın eşleri örneğinden uzak durmaktır. Görülen o ki, ortada, ‘ortam’ı aşan bir durum vardır. Bir peygamber olarak Nuh’un evinde veya Lût’un evinde olmak eşlerini ‘iyi’ yapmaya yetmediği gibi, Firavun’un sarayında olmak Asiye’yi kötü yapmamıştır. Durum, tam tersidir.

Demek ki, kaderimizi belirleyen ortam değildir; tercihlerimizdir.

Tercihlerimiz ise, kahramanın ve ‘anti-kahraman’ın kimliğine göre şekillenmektedir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.