Üstadın bir gününde denizler, göller
Peygamberimiz (asm) kâinatla iç içedir. Zaman zaman Beyruha Kuyusuna gidip tefekkür eder. Ebu’l-Heysem et-Teyyihan, bahçesine su çevirdiği bir vakit bahçeyi şereflendirir. Bazen Kuba köyündeki, Gars kuyusunun bulunduğu bahçeye, bazen de Eris kuyusunun bulunduğu bahçeye gider.
Bediüzzaman Barla’ya geldiğinde Medine gibi bir belde ile karşılaşır. Bir yanda bağlar, diğer yanda dağlar ve onu çevreleyen uçsuz bucaksız bir kuyu gibi açılan kendi ifadesiyle Barla Denizi vardır. Bediüzzaman gün içinde zaman zaman buraları ziyaret eder. Çam Dağı’nda çam ağacının üzerinde güneşin doğuşunu, katran ağacı üzerinde güneşin batışını seyreder. Geceleri evinin önündeki çınar ağacının üzerindeki köşkünden zikirler, niyazlar, dualar içre çınarın dibindeki Yokuşbaşı Çeşmesinin fonu eşliğinde Barla Denizini dinler. Yetmez, günün değişik saatlerinde bir çarşaf gibi ayaklarının altında açılan Barla Denizini seyreder.
Yaz günlerinde Barla Denizinde yıkanır. Buradan getirttiği uyu içer. Barla Denizine her gün cennetten bir damla su damladığını söyler. Demek Bediüzzaman Sıddık Süleyman’ın bahçesinde cenneti, o bahçedeki çeşmede Kevser havuzunu, Barla Denizinde cennet denizlerinden bir damlayı görmüştür. Sözler risalesinde “Şimdi, bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir” deyişi boşuna değildir.
Üstadın bir gününde dağlar ve ağaçlar
Peygamberimizin (asm) susması fikir, konuşması zikir, bakışı ibretti. Bazen bir ağacın gölgesinde, bazen bir kuyunun başında, bazen de suyun aynasında tenezzühe çekilip iç ve dış âlemde gezintiye çıkardı.
Âl-i İmran Sûresinin tefekkürü ve tenezzühü tavsiye eden 190 ve 191. ayetleri dudaklarında çalkalanıp dururdu. “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar ki ayakta iken de otururken de, yatarken de daima Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve “Rabbimiz! Sen bunları boşa yaratmadın” derler. Seni bütün noksanlardan tenzih ile tesbih ederiz. Bizi ateşin azabından koru.”
Ardından, “Bu ayeti okuyup uzun uzun tefekkür etmeyenin vay haline!” diye inlerdi.
Hz. Abbas’ın oğlu 15 yaşındaki Abdullah bir gece Peygamberimizin evinde misafir kalır. Hz. Abdullah kalbi uyanık bir gençtir. Efendimiz’in (sav) gecesini nasıl ihya ettiğini bilmek ister. Bu arzu onu sabaha kadar uyanık tutar. Peygamberimiz genellikle yatsı namazından sonra dünya kelamı etmeden istirahata çekilir. O gün de öyle olur. Bir miktar uyuduktan sonra uyanır. İnsanların geceye sığındığı, varlığın tesbihe durduğu asude saatler başlamıştır. Gökyüzünün perdeleri açılmış, ‘Bana bak, üstümdeki şehadet kelimelerini gözle’ dercesine kendisini gecenin en kıdemli misafirine sunmuştur. Sevgili (sav) ışıl ışıl parlayan yıldızları uzun uzun seyretmiş, tabir yerindeyse oralardan nurlar devşirmiştir. Ardından Kur’an’ın nurlu sözleri yaldızlı yıldızlar halinde dudaklarından dökülmüştür. “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ard arda gelişinde akıl sahipleri için âyetler vardır.”
Bu tefekkür ve tenezzüh saatlerinden sonra evine dönmüş ve teheccüde durmuştur.
Peygamberimiz dünyadan cennete hicret ettikten sonra onu görmemiş bir grup genç âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in (asm) gününü nasıl geçirdiğini, hangi haller ile hâllendiğini öğrenmek istemişlerdi. Bu niyetle müminlerin annesi, Efendimiz’in (sav) kıymetlisi Hz. Aişe’ye Sevgililer Sevgilisi’nin (sav) hallerini sormuşlardı. O da Kur’an’ı Kerim’e işaret etmiş, O’nun ahlakının Kur’an olduğunu söylemişti.
Kâinat yolcusu
Peygamberimiz kâinat yolcusudur. “Dünya benim neyime? Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim” derdi.
Bu sözler bana bir kâinat yolcusu ve dünya misafiri olan Bediüzzaman’ın Barla’da çınar ağacının gölgesinde geçirdiği günleri hatırlatır. O, Peygamberimizin, “Dünyada bir garib gibi, yabancı gibi, hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından say” sözlerini halleriyle yaşamış, ömrü gurbette, yabancılar içinde geçmiştir. Söz Sultanı’nın (sav) bu inci sözlerine, “Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz” (Mesnevî-i Nuriye) diye karşılık verip, kendini kabir ehlinden bilmiş, dünyaya gönül vermemiştir.
Nurs ve Barla
Bediüzzaman’ın doğum yeri Nurs ile yazdığı Risale-i Nur’un doğum yeri Barla birbirine hayli benzemektedir. Nurs’taki evinin önünde çınar ağacı vardır. İlginçtir Barla’da en yakın komşusu, dert ortağı penceresini gölgeleyen çınar ağacıdır. Bediüzzaman Nurs’tan dokuz yaşında ayrılmış, o gün itibariyle neredeyse yarım asır evine uğramamıştır. Barla’daki evinin önündeki çınarı seyrederken sık sık hayalen Nurs’a gider, sıla-ı rahim eder. Bir gün bir çınar yaprağı dikkati çeker. Bu yaprağın 3 yaşlarındayken Nurs’taki evlerinin önünde gördüğü çınar ağacındaki yaprakla aynı olduğunu fark eder. İşte Bediüzzaman’ın kâinata karşı böyle dakik ve incelikli bir bakışı vardır.
Ağaçların söyleyemediği
Peygamberimizin üzerinde hutbe okuduğu bir kütük vardı. Bir gün sahabenin birisi güzel bir minber yapınca onun üzerinde hutbe okumak için kütüğün üzerinden ayrılır. Bu ayrılığa dayanamayan kütük deve gibi enin eder. Peygamberimiz kütüğe döner, okşayıp teskin eder. “Onu teskin etmeseydim kıyamete kadar ağlayacaktı” der. Bir rivayette bu kütüğün cennette ağaç olacağı söylenmiştir.
Bediüzzaman, Marangoz Mustafa Çavuş’a Barla’daki evinin önündeki çınar ağacına hiç çivi kullanmadan bir köşk yapmasını söyler. Köşk yapılınca geceleri üzerine çıkıp Rabbini zikreder. Ağaç cezbeye gelip sabahlara kadar onu dinler. 1934 yılında Bediüzzaman Barla’dan ayrılmak zorunda kalınca çınarın dallarını hüzün kaplar, yaprakları solar. Bu hal 18 yıl devam eder. Medine’de Asr-ı Saadet sahibi Hz. Muhammed’in (asm) üzerinde Rabbini anlattığı hurma kütüğü, Barla’da asrın sahibi Bediüzzaman’ın üzerinde zikrettiği çınar ağacı…
Bediüzaman 18 yıl sonra Barla’ya döndüğünde çınar ağacına sarılıp hasret giderir. Gözyaşlarından ona su verir. O günden sonra ağaç tekrar yeşillenir, eski hâlini alır.
Bediüzzaman bu ağacı unutamaz. Der ki: Nasıl ki Peygamberimizin üzerinde hutbe okuduğu kütük cennete gittiyse bu çınar ağacı da cennete gidecek ve cennette çınar ağaçlarının temsilcisi olacak.
Bediüzzaman’ın hatırasını yeryüzünden silmek isteyen bazı bahtsızlar 1960 İhtilâlinin olduğu sabah çınar ağacın dallarını keserler. Bu hali gören çınar ağacının türbedarı Sıddık Süleyman Bediüzzaman’ın hatırasına sahip çıkamadığını düşünüp hüngür hüngür ağlar.
Bundan kırk yıl sonra aynı zihniyet Üstadın Çam Dağında üzerlerinde Rabbini andığı, kâinat denizini seyrettiği katran ve çam ağacını keser. Bu sefer zamanın Sıddık Süleymanları gözyaşı döker.
Peygamberimiz (asm) bir gün binek üzerinde giderken bir ağaç çıkar karşısına. Ağaç, kâinatın kendisi için yaratıldığı zatın rahatını bozmamak için ortadan ikiye ayrılıverir ve Peygamberimiz bineğiyle arasından geçip gider. O gün ağaç İlahi kelamın taşıyıcısı Peygamberimize bağrını açarken, asırlar sonra, ağaçlardan bu dersi alamayan bahtsızlar Hz. Muhammed Mustafa (sav) yolunun yolcusu Bediüzzaman’ın hatırasını yok etmek için ağaçlarını kesebilmişlerdir.