Kainat muhabbet ekseninde dönen bir mekanizmadır. Ve bu mekanizmanın da merkezinde insan vardır. İnsan olmadan bu kâinatta hiçbir şey tam olarak ifade etmesi beklenilen manayı ifade edemez. “Çünki zîhayatta ve bilhâssa insanda, o derece san'at-ı câmia içinde; hadsiz enva'-ı nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve âletler vardır ki; bütün kâinatta tecelli eden bütün esmasının cilvesine mazhardır.”[1] Mahlukat insanla tam manasıyla bir değer ifade ediyor.
Yaratılmış olan aklımıza ne geliyorsa bunlar içinde en kıymetli en şuurlu olanı kesinlikle insandır. İnsanda ki bu şuur ile kendisinde ve kâinatta görünen hikmetleri ve sanatları mana-i harfiyle okuyabilecek ve bir Sarraf gibi kıymetini bilebilecek bir istidadı vardır. Buna da şuur ve hikmet denilir. Her kime bu hikmet verilmiş ise ona aslen çok şey verilmiştir. Hepimiz İnsanız ama ilgi ve alakamız muhtelif olduğu için herkes ilm-i hikmetle alakadar olmaması da normaldir.
“Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esma-i İlahiyeye bir mazhar-ı etemm olmuştur.”[2] Üstadımız niyet, nazar, mana-i ismi ve mana-i harfi ile ilm-i hikmet ve marifetullah ve muhabbetullahta Terakki etmenin en kolay dersini vermiştir desek hata etmeyiz.
Bu dört kelimeyle insan şunun şuuruna çok rahat varacaktır ki; “Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi' bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu'cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san'atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir.”[3]
Halife-i zemin olan insan denilen on sekiz bin alemin kavşak noktası olan mahluk öyle bir kıymet alıyor ki onun kıymetini ancak Allah taktir edebilir. Çünkü marifetullah ve muhabbetullahta inkişaf ve terakki etmek de Allah’ın, bizim cüz-i irademizin sarfından sonra ihsan edeceği bir nimettir.
İnsanın maddi ve manevi hayatının merkezi ise kalbidir. “İnsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir.”[4]
Muhabbet ile mayası yoğurulan insan ise âdeta kâinatta her şey ile bir alakası bulunmaktadır. “Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücud'u bulan bir kalb her şey'i bulur.”[5] İnsan da dünya sürgününden sonra Rabbine rücû edecek ve dünya hayatının faaliyet raporunu görecektir huzur-u ilahide. “Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var.”[6]
O halde insan kendi alemini öyle güzel bir surette istimal etmeli ki o dünyasında ektiği mahsulâtın meyveleri ahirette mahşerde mükemmel olsun. Nitekim “şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en a'lâsı, şükürdür.”[7]
”Hâlık-ı Rahman'ın ibadından istediği en mühim iş, şükürdür. Furkan-ı Hakîm'de gayet ehemmiyetle şükre davet eder.”[8] Dünyada ihsan edilen maddi ve manevi nimetlere şükrederek insan ahiret azığını hazırlayabilir. Verene verilecektir mutlaka. Rabbine insan ne verirse onu geri alacaktır müstakbelde.
Dünya ve ukbada insanın yoldaşı, yareni, dostu, eşi de bu nimetleri farkına vardırıp yolundaki yolculuğun kalitesini arttıracaktır.
Kainat insanda insan da kalbinde kalb ise onu tahrik eden muhabbet içinde dercedilmiştir. İnsana dünyada en hayırlı muhabbetlerden birisi mukabil-i kulubdur. Yani kalbine mukabil bir kalbdir.
Bahtiyar odur ki dünya bataryası harcayıp Rabbinin rızasına muvaffık bir film çeker.
Dünya bataryası bitiyor. Ahiret alemine doğru o batarya azalıyor. İnsanın dünya bataryası biterken ahiret bataryası şarj oluyor.
Rabbim bataryasını hayırlı ve mübarek bir surette bitirip Rıza-yı İlahiyeye vesile olacak manzaraları kaydetmek nasip etsin.