Medine denince tek akla ve kalbe gelen Fahr-i Kâinat (asm). O olmasaydı bırak Medine’yi, kâinat bile karanlıkta kalırdı. 1950 yılları öncesi Türkiye’den bir hicretin acıklı manzarası ve serüveni içinde o nurlu diyarlara ailesiyle vâsıl olan Akif-i Sani kabul edilen Ali Ulvi Kurucu Ağabeyim, Fahr-i Kâinat Efendimizin (asm) kabr-i şerifinin önünde durur ve büyük bir intizar ve feryatla der ki:
“Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rüsûl, koğma kapından, / Âsilere lütfun, yüce fermandır Efendim.” 1
İslâm âleminin üç Mevlânâ’sından bir tanesi olan ve bir “kemerbeste-i ubudiyet içinde ve bir fizâr-ı istimdatkârâne” içinde Hz. Mevlânâ Cami feryad ediyor:
“Ya Resûlallah ! Ne olaydı. Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashabın arasında Cennete gitseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashab-ı Kehf’in köpeği ben ise senin ashabının köpeği.”2
Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi ise, kendisini bir çok renklere benzetmeye çalışan bütün âleme dönerek özetin özetini söyler ve bir mânâda mühür vurur:
“Canım var olduğu müddetçe Kur’ân'ın kölesiyim
Hz. Muhammed’in yolunun tozu toprağıyım.
Kim bu sözümden başka söz naklederse
O sözden de ve onu söyleyenden de şikâyetçiyim” 3
623 yıl başta Ortadoğu olmak üzere bütün dünyaya saltanatını hâkim kılan, Efendimizi (asm) ve Kur’ân'ı rehber kabul eden Osmanlı devlet-i âliyesinin bütün hünkârları Hz. Peygamber (asm) aşıkları idi. Bunlardan biri olan Sultan Süleyman “Nûr-ı âlemsin” şiirinde:
“Nûr-i âlemsin bugün hem dahî mahbûb-i Hudâ
Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüdâ” 4
ifadesiyle sanki 35 hünkârın adına ferman edip boyun eğiyor ve şefaat talep ediyor. Evet dünyayı titreten devletin başkanı böyle. Avrupa’da ise bilhassa son asırda özellikle 2000 yılı başlarında AB sürecinde İslâm adına çok büyük gelişmelerle ve müjdelerle karşı karşıyayız. Alman imparatorluğunun temel taşı ve eski başbakanı meşhur filozof Prens Bismark, adeta bütün Avrupa devlet adamları nâmına Medine’ye dönerek diyor ki: “Yâ Muhammed! Sana muaâsır olamadığımdan çok müteessirim. Beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bâdema göremeyecektir. Binaenaleyh, senin huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.” 5
Hz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kâinatın “andelib-i zişanı”na6 bütün kalbimizi açıyoruz. Çünkü kalbimizin bütün paslarını, elem ve ıztıraplarını müjde ve şefaatiyle silecek odur. Onun için kâinat yaratılmış, semadaki kamerden yerdeki kelere kadar, bindiği deveden altında durduğu ağaca kadar her şey onun hizmetinde, Burak onun atı, mi'rac merdiveni oluyor. Böyle bir Fahr-i Kâinata ümmet olduğumuzdan ne kadar şükretsek azdır. Onun kabr-i şerifinin önünde ona salâvat getirmek ve onun yalın ayak bastığı yollarda tozları yüzümüze sürmek ne muhteşem bir ikram-i İlâhîdir…
Kalbimizi gönlümüzü açtığımız diyara, Fahr-i Kâinat (asm) en yakın arkadaşı Hz. Ebûbekir (ra) ile emr-i İlâhî ile hicret eder. Iztıraplı çileli yol, fakat Medineliler muhteşem karşılarlar, vs. Bedir muharebesi 300 Ashab-ı Kiram’la... Aradan 14 asır geçiyor, bugün yalnız hac döneminde Mescid-i Nebevi’de 7 bin Müslüman işçi resmen çalışıyor. Bütün dünya Hz. Peygamber’e bakıyor, bugün Medine'de hac mevsimi dışında Cuma namazı 500 bin Müslüman’la kılınıyor. Maziyi her şekliyle okuyanlar bugünü ancak idrak edebilir.
Dipnotlar:
1- Gümüş Tül ve Alevler. s. 162, A. Ulvi Kurucu (1922-2002); 2- Sözler, 27. Sözün zeyli, BSN. 3- Divan-ı Kebir, Mevlânâ Celâleddin, s. 1207-1273; 4- Kanûnî Sultan Süleyman (Muhibbi) (1494-1566); 5- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neş. s. 235; 6- Sözler, s. 320, BSN.
Yeni Asya