Allah’ın her işinde bir hayır var. Her tasarrufunda bir güzellik. Her tecellisinde bir başkalık, bir ahenk... Allah güzeldir. Biz biliyoruz ve her zerremize kadar iman ediyoruz ki; Allah güzeldir. Tüm isimleriyle güzeldir, tüm sıfatlarıyla güzeldir, tüm tecellileriyle güzeldir. Bazen bir çiçeğin üzerinden tebessüm eder yaratıcılığı bizim yüzümüze... Bazen bir yağmur bulutunun arkasına gizlenir. Bazen bir sıcak rüzgarla okşar tenimizi rahmet... Bazen bambaşka şekillerde sekine sekine Allah onu kalbimize indirir. Ama hayat güzeldir. Her şekilde güzeldir. Çünkü onu yaratan ve her an da yaratmaya devam eden Allah güzeldir.
Fakat bu noktada bir şeye ayrıca dikkat-i nazar etmek gerek, zira güzellik de iki çeşittir. Bazısı olur hemen fark ettirir kendisini beşere... Bazısı olur, biraz nazlıdır, zerafetine bir hikmet giysisi giydirir. Onların da mehirleri dikkattir. Hani Bediüzzaman der: “Bir şey ya bizzat güzeldir. Yahut neticesi itibariyle güzeldir.” Aynen öyledir kainatta Allah’ın tasarrufu... Bazısını apaçık bir şekilde okur, sevinir, mutlu oluruz. Bazısı perdeli gelir, şaşırır, karıştırır, önce mutsuz oluruz. Sonra sonra çıkar arkasında saklanmış güzellikler ortaya... Sonra sonra çözeriz ardındaki hikmeti... Sonra sonra anlarız Allah’ın o tasarrufunda ne güzellikler murad ettiğini...
Bazısında güzellik önce gelir, bazısında hikmet... Bazısında perde perde örtülü olur merhamet, bazısı gözün alabildiği yere kadar rahmet... Biz bu tecelliler içerisinde okur, okutur, araştırır dururuz. Bazen güzellik kendisi gelir bulur bizi, bazen biz uğraşır da uğraşır onu buluruz. Bu deprem olayının da böylesi sırları var... Böyle perde perde sebepleri kaldırır bir ince okumalar dizisine ihtiyacı var.
Yine Bediüzzaman’ın celal ve cemal tecellerini daha rahat bağdaştırmamız, anlamamız için Mesnevî-yi Nuriye isimli eserinde kullandığı; “Nevide celaldir, fertte cemaldir” ifadesi ne kadar da anlamlıdır bu noktada... Belki de deprem gibi, sel gibi, savaşlar gibi celalli hadiselerin de içleri böyle fert fert cemal nakışları vardır; onlardan örülüdür, işlemelidir. Fakat biz genele baktığımızda sadece cemal hissederiz, haşyetle titreriz. (Kenan Demirtaş ağabeyin tariflerinde de celal zaten yine böyle bir şeydir: “Korkutucu güzellik...”)
Oradan İhsan Kasım ağabeyden dinlediğim bir gelincik tarlası misali gelir aklıma... Bir gelincik, tek başına çok güzel bir şeydir. İncitmez, incinilmez, incitilmez bir güzellik. Fakat bahar vakti koca bir gelincik tarlasını uzaktan temaşa eden o kızıla boyalı manzaraya bakıp hayret edebilir, hatta haşmetinden korkabilir. “Fesubhanallah! Bu ne büyük bir tarla!” diyebilir. İşte fert fert güzellik, şiddet-i zuhurundan bazen böyle celal görünür. Halbuki ince bir okumayla tanelerine inebilsek, hepsi binler tebessümle bize hoşamedi edecekler, güleceklerdir.
Van depremi de böyle bir şey olmalı... Kim bilir, o sarsılan yer tabakaları hangi gönülleri şimdi birbirine bağlıyor, hangi gönül kırıklarını kapatıyor... Bizi bize hatırlatıyor. Bize “biz” olduğumuz gerçeğini söyletiyor. Belki kırılan ve açılan fay hatlarına bedel kaç bin gönül birbirine kopmaz sevgi halatlarıyla dolanıyor, sarmaşıklar gibi oluyor kalpleri... Ne güzellikler devşiriliyor!
Birkaç aykırı ses çıkmış, çıkabilir. Birkaç ayrık otu kem konuşmuş, konuşabilir. Fakat Allah, hep hayır yapıyor, hayır işliyor, hayır murad ediyor. İçimizdeki manevî depremlerin tedavisi adına, bazen maddî depremlerle sarsıyor, kendimize getiriyor. Hastayı bir başka tedavi ediyor... Refakatçiyi bir başka imtihan ediyor... Tıpkı şefkatle bir sevdiğini sarsan dost eli gibi; “Sen ne yapıyorsun?” diyor. “Sen ne yapıyorsun? Düşün bir, sen ne yapıyorsun?”
Sahi, Van’da kardeşlerimiz dardayken, soğuktayken biz ne yapıyoruz? Öyle ya... Deprem Van’ın sınavı, insanlık bizim...