Kale’de zaman / Zamanın harikası

İlkay KAYATÜRK

Her ne kadar zaman kavramıyla başlamış olsak da, Ankara Kalesinde adeta kaybolmuştur zaman. Ya da başka bir deyişle, iç içe geçmiş zamanlar vardır.

Bunu o dik yokuşunu tırmanıp, kale kapısına vardığınızda görürsünüz. Tarihi saat kulesi karşılar sizi ama zamanı göstermez yelkovanla, akrep. Durmuştur. Zamanı göstermez, sen neyi görmek istiyorsan burada onu bulacaksın, der gibi bakar yüzünüze.

Kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmiyor. Bununla ilgili tahminler var sadece. Bir rivayete göre, yaşı Hititlere kadar dayanıyor. Pek çok medeniyeti, konuk etmiş ve uğurlamış olan bu yaşlı kale; bakakalmış arkalarından sanki o dik ve katı duruşuyla. Zaman cümbüşü içinde, nice yolcu gördüm, ağırladım ama hepsi geldi geçti, her şey geçicidir ey fani! der gibi…

Bizans, Roma, Selçuklu, Osmanlı medeniyetlerinin; sahip olduğunda kendini mağrur hissettiği, kaybettiğinde hüzünle terk ettiği bu ihtiyar kale,  Sakarya Savaşının da namazgahı olmuş.

Ankara’nın en eski, ilk yerleşim yeri. Tek renk değil, desenli, karışık izler taşıyor, değişik zaman dilimlerinden. Sokaklarında yürüdükçe, eski ve yeninin birbirine kuma olmuş halini görürsünüz. Tabi tüm kumalar gibi de ekşi dururlar birbirlerine.

Bazı üstünüze yıkılacakmış gibi duran, dermansız eski evler karşılar sizi, bazı da restore edilen şık bir restorant.

Sokaklar da, Arnavut kaldırımlı taş sokaklar da kayboluverirsiniz birden… Ne güzel bir kayboluştur o. Öyle ki, hangi yöne dönseniz başka bir sokak, başka bir doku hatta başka bir camii davet eder, içine çeker sizi.

Ankara’nın en eski iki camiisi de Kalenin kucağındadır; Alaattin Camii ve Selçuklu mirası Aslanhane Camii… O güzelim turkuaz taşlarla bezeliymiş bir zamanlar. Ne yazık ki, çoğu sökülüp çalındığı için geriye çok azı kalmış. Biraz aşağıda da eskilerde Mehmet Akifi ağırlamış, o ağır başlı, sakin duruşuyla meşhur Taceddin Dergahı var. Onun da çevresi restore edilmiş haliyle Hamamönü.

Ankaralılar biraz geç keşfettiler tarihlerini. Belki son 10 yıldan uzağa gitmez bu keşif. Yine de hareket ve bereketiyle, şimdilerde tarihi gözbebeği, şehrin karmaşasında biraz mola vermek isteyenlerin.

Ayaklarınızın yanından meşhur Ankara kedilerinin geçmesi de, önünüzden bir turist kafilesinin ya da meşhur bir simanın geçmesi de an meselesidir. Belki bir İngiliz turist, bir şeyler sorar size, oldu ya sizde klasik Türk merakıyla sohbeti uzatır ve ne iş yaptığını sorarsanız, alacağınız cevap şaşırtmasın sizi. Büyük bir ihtimalle işsiz olduğunu söyleyecektir (genelde benim aldığım cevaplar bu oluyor) ya da emekli… Demek ki diye düşünürsünüz, işsizlik maaşıyla kültür turlarına çıkabiliyor bir işsiz…
İçiniz burkulur…

İç içe geçmiş zamanlar demiştik ya; bir baharatçı dükkanının yanında, bir sanat atölyesi görebilirsiniz mesela. Gelenekle, yenilik! Dededen kalma tarihi esnaf dükkanlarıyla, sanat iç içedir. Eski ve yeni hep kol kola…  Kedileri, çocukları, konakları, uçurtmaları, kah iplere asılmış uçuşan çamaşırları, kah Ankara manzaralı kahveleriyle iç içe geçmiş zamanlar kalesidir burası.

Ve bir derin iz daha taşır geçmişinde…

Bunca medeniyet ve misafir ağırlayan bu yaşlı kale, 1922 yılında bir Yolcu’yu daha ağırlamıştı. Henüz üzerinde savaş dumanları eksilmemiş olan Ankara’ya bir Yolcu daha uğramıştı. O farklı Yolcu, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri idi…
        
Yine zamanlar içinde farklı bir zamandı. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu dağılmıştı ve yeni bir ülkenin kuruluş dönemleriydi. Davet edildiği, beklendiği ve alkışlarla karşılandığı Ankara’da, aradığını bulamadı ya da gördüğü, bulduğu şey aradığı değildi. Bu manzara Ona hüzün verdi.
Öyle ki, bir gün Ankara Kalesinin burçlarında tefekkür edecek ve ondan şu mısralar kalacaktı bize; 

“Bir güz mevsiminin âhirlerinde Ankara'nın benden çok ziyade ihtiyarlamış, yıpranmış, eskimiş kalesinin başına çıktım. O kale, tahaccür etmiş hâdisât-ı tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı ve Hilâfet Saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı, bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir halet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara'da en kara bir ruh hâli hissettiğimden, bir nur, bir teselli, bir rica aradım."

Bugün burçlardan baktığımızda gördüğümüz hüzün değil artık. Sanki bu iç içe geçmiş zamanlara, bir yenisi daha ekleniyor.
Bir taze bahar zamanı…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.