Kalemle hummalı bir çalışma

Hüseyin KARA

Risale-i Nur’un, çağımızın, yani ahir zamanın birçok yönleriyle çatırdadığı günümüzde, Kur’an’dan süzülmüş bir kurtuluş reçetesi olması noktasında, yalnız bir ferdin değil, bütün İslam âleminin her türlü hastalıklarını tedaviye yönelik büyük bir görevi üstlendiğini (1) ve bunun da Risale külliyatının çeşitli yerlerinde vurgulandığını görmek pekâlâ mümkün.

Böyle geniş bir amaç ve hedefe sahip bir programın her yerinin, her cümlesinin, her kelimesinin, bunların yüklendikleri manalarının ve manaların ayrıntılarının herkes tarafından tamamıyla bilinmesi, anlaşılması ve özümsenmesi elbette zordur.  Kaldı ki Bediüzzaman, bu hususu Risalelerin çeşitli yerlerinde vurgulamıştır. Mesela;  Bediüzzaman “Herkes isti’dâdı nispetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız her bir meseleyi tam anlamasa da, rûh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır” (2) demekle, Risale okumalarından herkesin kendi kabiliyetleri nispetinde istifade edebileceğini açık bir şekilde ifade buyuruyor. Aklımızın bir meseleyi tam anlamamasına karşılık ruh, kalb ve vicdanımızın hissesiz kalmayacağı hususu Risale-i Nur’un karakteristik özelliğidir. Risale okuyup da istifade etmemek ve bunun yanı sıra Risalelerin birçok yerlerini anlamak için kapıların kapalı olması söz konusu değildir.

Risalelerde geçerli olan bu husus, diğer eserlerde de söz konusu. Parlak cisimlerin güneşi yansıtması gibi, değişik mizaç ve kabiliyetteki insanlar da okuduklarını ve dinlediklerini kabiliyetleri derecesinde yansıtmaları normaldir. İlim elde etmek de kişinin istek ve gayretine bağlı değil mi? Hummalı çalışmaya girişen herkesin Bediüzzaman’nın gösterdiği hedefe ulaşmasına hiçbir engel yok.

Yukarıdaki ifadelerden Bediüzzaman da müellifi olduğu eserlerinin günümüzde herkesçe tam anlaşılamadığını kabul ediyor. Bu da normaldir. Risalelerin misyonu kıyamete kadar sürüp gideceğine göre, belli bir zamanda anlaşılıp misyonunu tamamlaması gibi bir özeliğinin olması elbette bu eser için bir eksiklik olurdu. Bugün bizim ondan çıkaracağımız projelerden çok daha fazlasını gelecek zamanlarda yetişen Said’ler çıkaracaktır. Kim bilir bu kutsal kaynaktan istifade ederek nice araştırmalar, nice tezler ve nice doktoralar yapılacaktır. Bugün bize kapalı olan pasajlar ve cümleler, yarın net bir şekilde ortaya çıkmasını kimse akıldan uzak tutamaz. Hem yakın bir gelecekte bunun gerçekleşeceğine ümidimiz de tamdır. Yeter ki Risale-i Nur talebeliğine layık olanların günlük okumaları yanında niyet ve hedefleri bu olsun.

Kur’an da sahabeler arasında eşit düzeyde anlaşılmış değildi. Bir İbn-i Abbas, bir Hz. Ali ve bir İbn-i Mes’ud kadar tefsir ilmine vakıf sahabeler elbette çok azdı. Ele alınış yönünden Kur’an indiği gibi mi kaldı? Daha sonraki asırlarda zamanın ihtiyacı muvacehesinde yetişen müfessirlerce yazılan tefsir kitapları kütüphaneleri doldurmuştur. Kur’an bir iken çok kısa bir süre sonra etrafında kütüphaneler dolusu bilgi toplanmıştı. Yapılanlar yine de o büyük okyanustan sadece bir katre olabilmiştir. Hadis de şerh denilen teknikle Kur’an’dan sonra en çok açıklamaya, şerh edilmeye layık görülen bir payeye ulaşmıştır. Eskilerimiz bunu yaparken o kadar da kaygı duymuş değillerdi.

Kur’an ve Hadis, neden bu tefsir ve şerh denilen metodolojiden nasibini bolca almıştır? Elbette açıklanma ya da herkes tarafından daha iyi anlaşılma ihtiyacından. İyi de olmuştur. Bu bilgi zenginliği ile İslam dünyası olarak ne kadar övünsek azdır. Hani kültürünüz diyenlere, tarihin altın sayfalarına göndererek, bu kültür zenginliğini göğsümüzü gere gere gösterebiliriz.

Gelelim günümüzdeki Risale-i Nur Külliyatına; bu eser çağımıza ve çağımız insanına tam cevap veren Kur’an’ın orijinal tefsiri niteliğindedir. Ama o denli geniş bir alanı tamir etmeye çalışmış ki, insanlığın ihtiyaçlarına bazen bir risale, bazen bir paragraf, bazen bir cümle ve hatta bazen bir kelime ve bazen de zamana bağlı olarak ilerilere işaret ile cevap vermiştir.  Çoğunlukla ilk etapta anlaşılması yanında izaha muhtaç ve açıklandıkları takdirde ciltlere ulaşacak metinler de çoktur. Bu özellik onun zenginliğini gösterir. Bugün kabataslak on iki ciltlik Risale-i Nur bu haliyle, asıl metniyle kalması ne kadar doğru olur? Hem kalması da mümkün müdür? Anlaşılamayan yerler ve izaha muhtaç konuların çoğunluk ya da birileri tarafından bilinmesi bir ihtiyaç değil midir? Elbette Kur’an ve Hadis’te olduğu gibi Risale-i Nur’un etrafında “Şerh, izah ve tanzim” ekseninde çağımızın açılımına uygun büyük kültür zenginliği oluşacaktır, oluşması lazım ve oluşmaya da başlamıştır.

Bediüzzaman, imanî konularda görevlenmiş olmasına rağmen, Kur’an derslerinin halkasında olanların, allame ve müçtehit de olsalar, vazifeleri yazılan Sözler’in şerh, izahları ya da tanzimleri (3) olduğunu söyleyerek, bu kapıyı Risale-i Nur bağlılarına açmış oluyor. Hele bu bağlamda, yalnızca 26. Lem’a olan İhtiyarlar Risalesinin On Altıncı ricasından sonrakilerinin ileride bir Nurcu tarafından On Beşinci ricayı mehaz alarak tekmilini ve te’lifini (4); Dokuzuncu Şua’ın dokuz makamını Risale-i Nur şakirtlerinden biri veya birkaçının telif ve Dokuzuncu  Şuaı Onuncu Sözden daha parlak ve daha kuvvetli tarzda tekmil edeceğini(5) işaret etmesi ile Risale-i Nur talebelerine ciddi bir görev veriyor. Zaman bu ehil insanları yetiştirecektir inşallah. Elbette bu kutsal görevin kime nasip olacağı bilinmez. Ama herkesin bu sorumluluğu ensesinde hissetmesinin bir zararı mı var? Elinde bir gücü olanın karınca kararınca bir yerden başlaması gerekmez mi?      

Çok şükür ki, Risale-i Nur bağlılarının bir kısmı bireysel de olsa, bu sorumluluk bilinci içinde de olmasa, yaptığı birçok çalışmaları göğsümüzü kabartıyor. Ama gönül ister ki bu tür çalışmalar, bilimsel araştırmalar ve akademik yaklaşımlar bir proje çerçevesinde birbirinden haberli bir şekilde sürüp giderken, zaman zaman da toplumun bilgisine sunulmuş olsun. Risale-i Nur endeksli orijinal buluş ve çalışmaların, insanlığın ve dünyanın ciddi gündemini oluşturması akıldan asla uzak değildir.

Böylesi bir teşebbüsün kime zararı var ki! Bazı Risalelerin tekmil ve telifi ile birlikte on bir görevi(6)işaret eden Bediüzzaman, Risale-i Nur bağlılarına yalnızca okumayı değil kalemle bir hummalı çalışmanın içine girmeyi de hedef gösteriyor bana göre. Bediüzzaman hem okuyor ve hem de yazıyor, yani yazdırıyordu. Her küçük Said de büyük Said’in yolundan gitmesi gerekmez mi? Küçük Said’lerin okuyacağı bu dev eserler yanında, okudukları kaynağa bağlı olarak yazacakları binlerce konuları hazırdır. İman Kahramanı Zübeyir Gündüzalp’in gençlere, okumalarının yanı sıra duygularını da yazmalarını tavsiye etmesi dikkat çekicidir. Önce kendi duygumuzu, algımızı ve sonra başkalarının duygularını kaleme almak, bizim daha sağlam yere basmamızı sağlar.

Risale-i Nur okuyucularının, derinlemesine ve genişlemesine tetkik etme bağlamında işaret etmekle yetindiğimiz hummalı çalışmaların içinde olmalarının kendilerine ya da başkalarına ne zararı var? Bu amaca yönelik bir projenin oluşması ve oluşmasına çalışılmasının Risale-i Nur açısından mahzuru nedir?

Şunun altı iyi çizilmelidir ki, Risale-i Nur, Kur’an ve İslam davasıdır; hiç kimsenin anlayış, yorum ve algısında hapsedilemez. Bugünün engelleyicileri dününkinden daha zorlu olmadığı gibi bugün dünden daha kötü değil; çünkü ya bahardayız ya önümüz bahardır. Özgürlük çağımızın meyvelerini dünden daha çok devşirmeye yakınız. Risale-i Nur müellifinin müjdeli mesajlarına, bekle dur anlayışıyla ulaşmamız asla mümkün değil.

Ama yine de tersinden düşünelim.

Diyelim ki, biri kalkıp Bediüzzaman’ın bu hedefine ulaşması için bir gayrete başlamış ve ancak başarıya ulaşamamıştır; kendine ya da başkasına ne zararı dokunur?

Diyelim ki, daha iyi anlamak için Risaleye gönül vermiş biri, özel bir çalışmanın içine girmiş ve ancak çalışmaları yalnızca kendinde kalmıştır; böylesi bir çalışmanın hiç mi faydası yok?

Diyelim ki, sıradan bir okuyucu, "bu havuzda benim de payım olsun" kabilinden bir yazı karalamıştır; bütün kamunun denetiminden geçmesi halinde onun alacağı bir ders olmaz mı?

Diyelim ki, karınca kararınca meydana gelen bir telif vardır ama çoğunluğun takdirini kazanamamıştır; bir deneme olması noktasında müellifine zarar mı verir?  

Diyelim ki, bu müteşebbisin niyeti bozuktur ve zararlı bir ürün de ortaya koymuştur; bu takdirde hamiyet sahibi insanların uyanması gerçekleşmez mi?

Diyelim ki, ortaya konulan proje çeşitli nedenlerden dolayı ya amacına ulaşmamıştır ya da amacından sapmıştır; o zaman Risale-i Nur’un asil sahiplerini önlem almaya sevk etmez mi?

Bu ihtimalleri çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltabiliriz. Çoğaltsak da yeridir. Ancak bu farazi ihtimallerden hareket ederek, yerimizde sayıp bir uyuşukluğa bulaşırsak, kendimize ve davaya asıl biz zarar vermiş oluruz. Bilimsel çalışmalar, akıllı ve uyanık insanlarca denetleneceği için hata kabul etmezler.

Elbette böylesi bir çalışmanın kendine has kriterleri, hassasiyetleri ve bilimsel yanları olacaktır. Bu da uzmanların bileceği iştir.

(1)Nursî, Bediüzzaman Said (2000). Hizmet Rehberi, s:37, Y.A.Y. İstanbul.
(2)Nursî, Bediüzzaman Said (2007). Sözler, s: 1215 (Konferans), Y.A.Y. İstanbul.     
(3)Nursî, Bediüzzaman Said (2005).Mektubat, s:725, Y.A.Y. İstanbul.
(4)Nursî, Bediüzzaman Said (2006). Lem’alar, s: 565(Haşiye), Y.A.Y. İstanbul.
(5)Nursî, Bediüzzaman Said (2006). Barla ve Kastamonu Lahikası, s: 298 (126.    Mektup),Y.A.Y. İstanbul.
(6)Nursî, Bediüzzaman Said (2007). 284.Mektup, Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul. 

huseyinkara@risalehaber.com

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.