Kalıplaşmış fikr-i sabit mi?

M. Nuri BİNGÖL

İnsan’ın kendini kandırmada, “ kendini avukat gibi müdafaa etme”de üzerine yok; hele bu insan, “Fitne-i Ahirzaman”ın, “dalet külahını zulüm başına geçirmiş” zemininde yaşıyorsa, yaşatılmışsa, tahsil gördürülüp, -fikr-i sabit- takılmışsa.. Belki de farknda bile olmadan.

Bir tek misal. gıybet. Sanki böylesi devirlerde “gıybet” haramlıktan çıkıyor da (!), en büyük cevazlardan biri oluyor- kendisi – ve dahi Hazretleri-  için. O “fırka-i naciye”den ya, nefsi “tebrie” edilmiş ya, üç- beş insanın iştirakine dayanmış ya...

Bunlardan biri de Mehdiyyet meselesi elbet. Her kafadan bir ses çıkıyor, filan zat böyle demiş de, filan büyüğün anladığı bu da. Ya senin anladığın birader? Münker Nekir’e “Ehadis”le alâkalı ifade verirken, o “filan zat” dediğin şahıs, seninle beraber olabilecek mi, cevaplarına iştirak edebilecek mi?

 Onlarca “ Kur’an’ın müfessir-i hakikisi olan Ehadis” hiç de o “büyük”ün dediği gibi buyurmuyor. Eğer o “büyük”ün izahı onlarca Hadis-i Şerif’in sarihi mânalarının inkârını gerektiriyorsa, “dönüşü olmayan” – izalesi mânasında-  o ufuktan geri dönmek için bir taka bile bulabilecek miyiz? Ki o “ Ehadis”e itikad da imanın lazımıdır; bilhassa Mütevatir, Manen Mütevatir,   Müttefikun-Aleyh ise... ( Ehl-i Sünnet ve’l-Cemat’ın itikadla alâkalı eserleri böyle yazar.)

İzahlara dikkat ettikçe  “hayret”im gittikçe artmakla birlikte, meselenin can alıcı noktasının, 16. Mektuptaki  “Kudret-i İlahiye noktasından” beyanı olduğunu düşünüyorum.

Öyle bir kudret ki bu, sadece astronomi ilmiyle alâkalı bir  “ansiklopedi” kitabını incelediğiniz zaman bile, kendini iktidarda sanan erlerin – kumandanların değil, erlerin- bile ne kadar güçsüz ve ufak olduğunu anlıyor; o “nihayetsiz”  kudret karşısında secdeye varmaktan başka bir şey yapamayacağınızı anlıyorsunuz.

( Bu satırları yazarken ses kartımdan çıkan ilahilerdeki şiir bölümünde Üstad’ın “ Yıldızları Konuşturan Bir Yıldızname şiiri lahuti bir seda ile okunmaya başladı:
 …
 “ Böyle yüz bin dil ile yüz bin bürhan gösteririz, işittiririz İNSAN olan insana
  Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen ayetleriz biz.” beyanları, bu yıldızname ile yapılan bir intak sanatı hem, hem de “ Kudret-i İlahiye”ye en büyük delillerden.

 “Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Her hangi bir kusur görebilir misin?

Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak! Gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.

 Biz yere en yakın göğü lambalarla donattık. Onları şeytanlara atılan mermiler yaptık. Hem onlara alevli ateş hazırladık.” ( Sure-i El-Mülk, 3-4-5. Ayetler) şeklinde meali verilen Ayet-i Kerimeler de bize Allah’ın kudretine en büyük delillerden birinin feza ( uzay) olduğunu göstermiyor mu? Böyle bir kudrete bazı hususları yakıştıramamak, acaba akıllı olmanın mı, akılsızlığın mı eseri? Elbet ikincisi.

         “Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır. ( Mektubat, 57)
 
İkinci anahtar da  - bizce- “ o kadar mâkuldur ki” ifadeleridir.  Bu mâkuliyet o kadar açıktır ki, o hadiselerin vukuunu, çok fazla akılcı oluşuyla kimilerinin şimşeklerini üzerine çeken ve yaşadığı bölgenin  “ bir nevi”  müceddidi sayılabilmiş Mevdudi’nin açıklamaları. Bunları olduğu gibi sunmayı bir vecibe biliyorum:

“  Bugün bazı bilgisiz kimseler, Mehdi adını duyar duymaz kaşlarını çatar, omuzlarını silker. Bu kimselere göre, vaat edilen ve beklenen bir ‘ Mükemmel Önder’ veya  ‘Kâmil Müceddid’, Müslümanlara olumsuz etki yapmış, onları pasif ve hareketsiz kalmalarına yol açmıştır.  Bu sebeple bu kimseler, cahil insanları yanlış düşünceye sevkeden ve hatta hiçbir şey yapamaz hale getiren bir inancın büsbütün ortadan kaldırılmasını savunmaktadırlar.” (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve HZ. Peygamberin (A.S.M.) Hayatı. c:,  s:397)

“Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” ( Mektubat, s.57, 15. Mektup, Drdüncü Sualinizin Cevabı) buyuran Üstad, bundan ayrı bir şey mi söylüyor. Ya meseleyle alakalı diğer izahları?.. Okuduğumuzu anlamıyor, ya da Risaleler İbranice mi yazılmış?
 Devam eder Mevdudi:

“  Son Peygamber, Hz. Muhammed (A.S.M.), insan ırkının ( türünün) ortadan kalkması veya  kıyametin gelmesinden önce   bütün dünyanın dininin bir defa daha İslam olacağı ve insanların meydana getirdiği bütün “izm”lerin ( ideolojilerin)  BAŞARISIZLIĞINDAN  sonra, insanın bilahare, Allah’ın dinine sığınacağı ve bu nimetin (İslam nimetinin), PEYGAMBERLER TARZINDA ÇALIŞARAK İslam’ı gerçek anlamda BÜTÜN DÜNYAYA yayabilecek  büyük bir önder sayesinde  elde edilebileceğine dair bir bildirimde bulunmuşsa ( ki sahih hadislerle bunu ihbar etmiş), bunun  ( dost ya da düşman tarafından ) yadırganacak tarafının olmadığı kanısındayım.” ( age. C:1, s: 397)

“ Bana sorulacak olursa durum bunun tam aksidir. Bence, Mehdi çağdaş bir lider olacaktır. Yani hangi devirde gelirse gelsin, o devrin genel örf ve adetine aykırı bir görünümü olmayacaktır. Çağının bütün ilim ve tekniğine iyice vakıf olacaktır. Hayatın bütün meseleleri hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olacaktır. Aklı, zekâsı, siyasi kabiliyet ve ( çağdaş ) savaş tekniğinin bilgisi bakımından herkesten üstün olacaktır. Kısacası, - bence- çağın ilericilerini çok geride bırakacak bilgi, yetenek ve güce sahip olacaktır.” ( age. C.1; s: 398)

Satırları sonrasında ise Mevdudi Hazretleri “ bu önder”in Mehdilik dâva etmeyeceğini de düşündüğünü söylemektedir. “Doğrusu – anlayışımca- şu ki Mehdilik iddia ile değil, işi başarmakla elde edilir. Bir kişi sadece iddia etmek suretiyle Mehdi olmaz. Bence, bu gibi  (böyle) iddialarda bulunanlar da, kendi bilgisizlik ve akılsızlıklarını ispatlamış olurlar.” ( age.  S: 398)

Hani eskilerin  “ Bu hamur çok su götürür.” hikmetli sözü var ya, mevzu da o kadar derin ve ince...

 Aynı zamanda “İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiye iktiza eder ki ( gerektirir ki) ; vakitleri taayyün etmesin ( kesin olarak belirlenmesin). Çünki her zaman, her asır, kuvve-i maneviyenin takviyesine ( manevi kuvvetin arttırılmasına)  medar olacak ve yeisten ( umutsuzluktan)  kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu mânada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. ( R. Nur Word, Sözler, s: 344.) dendiği bir mâna. Ondan dolayıdır ki Bediüzzaman Hazretleri önceki büyük zatların çoğuna, “ bir nevi mehdi” ( M. 96) tabirini uygun bulmuştur, kendilerinin de O’nun  “ ÜÇ VAZİFESİNDEN”  en büyüğü “ iman ve Kur’an hizmetini”  yaptığını beyan ederek, üç hizmeti  BİR ANDA yapamayanın da “ Ahirzaman’ın büyü Mehdisi” ünvanını alamayacağını ( R. Nur Word, Emirdağ Lahikası, s: 268) söylemiştir.

Nedense bu konuda  kafa yoranların dikkatlere sunmaktan kaçındığı bir beyan :
“Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek…” (  Risale-i Nur Word, Mektubat. S: 442)

Bu ifadeleri, çok “insan” gibi, her türlü bid’a ( asıl mânasıyla) yerli yerinde kalacak da, sadece politik “üstünlük” sağlanacak şeklinde anlamıyorum; çünkü böyle bir anlayış, “ıslah” ve “tamir”  kelimesinin mânasını inkâr demek olacağından, böyle bir“cür’et”e giremiyorum, iman hakikatının bir “cüz’ü”ne   “itikaden” ehemmiyet verilmemesinin bile ( ya da sarihan istihza edilmesi)nin imana mugayir olduğunu biliyorum. (Ahmet Gümüşhanevi, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat İtikadı)

Muhterem Mevdudi’nin de “aklen” izah ettiği mesele o kadar mantıkidir ki,  velev ki Muhbir-i Sadık (asm)den haber olmasa da hikmeten öyle olmak iktiza eder.” ( Mektubat,16. Mektup) şeklindeki  beyan-ı Üstadane de bu izaha kapı açar elbet.

“Âhir fıkrasında Muhbir-i Sâdık'ın haber verdiği mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemini hemen hemen gelmiş diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlâhiyyeden niyaz ve temenni ediyoruz.

Fakat biz Risalet-ün-Nur şâkirdleri ise; vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber.. kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktanberi sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeğe sevkeden dehşetli esbab altında Risalet-ün-Nurun şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkaların ve dalâletlerin savletlerinin kırılması ve yüzbinler bîçârelerin îmanlarını kurtarması ve herbiri yüze mukabil binler hakikî mü'min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık'ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat isbat etmiş ve ediyor ve inşâallah daha edecek.

Hem öyle kökleşmiş ki, inşâallah hiçbir kuvvet, Anadolunun sinesinden onu çıkaramaz. Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri, Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allaha şükrederiz.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, risaleword,  s. 172)

Böyle “muntazır” bir halin de “ıslah” kelimesiyle izah edildiğini unutmadan, bu açıklayıcı “ deneme”yi  ( nasıl sualine cevap verici) şu ifadelerle  noktalayayım:
 
“Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; o zat  eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (bir anlam çıkartmış) ve kanaati gelmiş ki: “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid’atlar zulümatını (dinden olmadığı halde dindenmiş gibi – verginin zekat yerine sayılabileceği ve ..................  gibi-  zannettirilen karanlığı) dağıtacak. Ben, böyle bir nurun zuhuruna (ortaya çıkışını) çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANİ ZATLARA zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189, Mektubat, 34)

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.