Gündemin aşk olması olumlu bir gelişme sayılmalı. Pozitif bilim veya genelleme adıyla felsefi bakışın rasyonel yaklaşımından ruhani alana yöneliş olarak da yorumlanabilir.
Rasyonel yaklaşımda reaktif, tepki, düz mantıktan ya kabul ya ret davranışı netice verir. Zahirperest, hazır zamanın hazzı veya acısına göre, geçmiş ve gelecekten soyutlanmış refleks davranışlar rasyonel kabul edilir. Bu materyalistin ürettiği değerler veya değerlerden yoksun bakış bütün çatışmaların üretim atmosferidir. Örnek sanayi devrim sonrası yaşanan kara yirminci yüzyıl.
Batı medeniyetinin değerleri de nefsin tatmini ve hazır zamanın hazcılığı üzerinedir. Kuvvet, menfaat, nefsin tatmini ve başkasını yutmak gibi esaslar vahşetin kodlarıydı.
Ruhun bedende yaşayabilmesi insan fıtratına dercedilmiş ve sınırlandırılmamış kuvveler iman ve Kur’an referanslarına göre terbiye edilmezse canavar hayvanları bile geride bırakan vahşeti netice veriyor.
Tasavvuf, muhabbet, aşk gibi konuların bahse konu edilmesi ve bu alanda kitapların best-seller arasında yer alması tekrar ifade ediyorum sevindirici bir gelişmedir. İnsanın kendini, duygularını keşfetmesine vesile olacak, insanlar arası münasebetleri olumlu etkileyecek bir durum.
Aşk romanları veya aşkın felsefesini yapan eserler dikkat çekiyor ilgi görüyor demek istedim.
Muhterem Metin Karabaşoğlu’nun yine burada geçen hafta yayınlanan yazısı “Tasavvuf yolu her halûkârda aşk yolu mudur?” başlığını taşıyordu. Tasavvuf yolunun tarikata dönüşme döneminin on ikinci asırdan sonra olduğu ve “Muhabbetullah” yerin “aşk-ı ilâhi” tabirinin kullanılmasını da aynı dönemden sonra başlıdığını bahsetmişler. Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın yaptığı“Risale-i Kuşeyri’ tercümesine de atıf yapılarak; İnsanın Allah’a muhabbetinde ifrat olmayacağı gibi Allah’ın insana muhabbetinde de ifrat derece düşünülemez mealindedir. Zira aşk muhabbetin ifrat mertebesi olarak tanımlanırsa Allah’a muhabbetin ifratı olmayacağı gibi Allah’ın muhabbetinin de ifrat mertebesi her kusurdan münezzeh olan Allah’a atfetmek olamaz diyor.
Bediüzzaman, muhabbet, aşk ve şefkat kavramlarını yerli yerinde tarif etmiş. Zira “ Muhabbet şu kâinatın sebeb-i vücududur” (Sözler, 24. Söz, 5. Dal) muhabbeti izah eden bölümün ilk cümlesidir.
Aşk mukabele ister, şefkat karşılıksız muhabbettir, karşılık istemez diyor. Annelerin şefkatini misal veriyor.
Aşkın felsefesine dair birkaç kitap okudum ama aşk konusunda bir değerlendirme yapabilecek yetkinlikte olamadığımı özellikle beyan etmek isterim. Prof. Dr. İskender Pala’nın “Kitab-ı Aşkı”, Sinan Yağmur’un son zamanlarda çok okunanlar arasında yer alan “Aşkın Gözyaşları” serisinden bir ikisini merak saiki ile okumak nasip oldu. Kendimce ihmal ettiğimi düşündüğüm kalp ayağını güçlendirme eksersizi niyetiyle okudum. İstifade ettim. Hâl olarak bilemiyorum tezahürü nasıl olmalıydı.
Bu hafta Nesil Yayınları arasında çıkan Nuriye Çeleğen hanımefendinin “Aşk-ı Sükûn” adlı romanını okudum. Kitabı özetlersek okuma isteğine engel olurum diye endişe ederim. Bu yazıyla mümkün değil. Herkesin bakışı, çıkarımı farklı olacaktır.
Roman olarak çok titiz çalışılmış olduğu anlaşılıyor. Edebi sanat yönü de ağır basıyor. Aşkın felsefesi ustalıklı yapılmış. Kur’an, Hadis ve muteber tarihi kaynaklara dayandığı dipnotlarla desteklenmiş.
Roman kahramanı Hz. İbrahim Peygamber (as)’ın eşi Hacer validemizdir. Bilindiği üzere ilk eşinin adı Sare validemizdir. Sare hanımın çocuğu olmayınca Hz. İbrahim Hacer’le evlenmesini özellikle Sare hanım ister. Bu ikinci eşidir. Anadolu deyimiyle Hacer Sare’nin kumasıdır. Yine bir peygamber olacak olan İsmail dünyaya gelir. Hz. İbrahim Sare’ye özellikle sorar kıskanıp kıskanmayacağını. Yani birinci eşi Sare’den izin alır.
Fakat zaman gelir Sare hanım sevgiyi paylaşmak istemez. Hacer ve çocuğunun uzaklaştırılmasını ister. Hz. İbrahim de kabul eder. Aylarca süren çölleri aşan yolculuk sonrası konakladıkları yerde su arama meselesi. Mâlum Hac’daki Say’in Hz. Hacer’in Safa ve Merve arasındaki koşuşturmaları sırasında çıkan Zemzem suyunun çıkması. Kurban olayı. Romanda Sare sevginin Hacer aşkın temsilcileri olarak rol almış.
“Aşk-ı Sükûn” romanı hem olayların doğruluğu hem de sevgi ve aşkın tercümesi sayılabilecek iç konuşmaları dillendirmiş. Beşeri sevginin nefisten geldiği aşkın mekânı kalbin olduğu iç diyaloglarla çok güzel anlatılmış.
İman, teslim tevekkülün teorisi değil tereddütsüz yansımaları olan pratiği tasvir edilmiş.
Sevginin “Allah için” nasıl olabileceği, edeb, iffet, avf gibi kemalata eriştiren duygu ve davranışların tarifi yapılmış.
Aşkın tarifi değil nasıl yaşanmışlığını anlamak için çok güzel bir eser.
“Her hanım bir Hacer dir” kitabın ana fikri. Yani her hanımda Hacer validemizden bir haslet vardır. İffet, metanet, sabır, tevekkül, teslimiyet, eşine olan muhabbetin nasıl olacağına ölçü ve rol model bir hayat profili ortaya koymuş.
“Aşk-ı Sükûn” u anlamak için Kur’an’da geçen kıssaların halk içinde bilinen kaba hatları, yine Peygamberimizin dilinden Hz. İbrahim ve Hacer validemizle ilgili hadisleri gibi sahih kaynaklara uygunluğa azami dikkat edilmiş.
Popüler yaklaşımların etkisinde kalmadan kaleme alınan “Aşk-ı Sükûn” aşka dair kavramları olması gereken eksene oturtulmuş. Avami tabirle ayağa düşürülmüş “aşk” kavramı layık olduğu seviyede ele alınmış. Aile hayatında eşlerin muhabbet ve aşklarının anlamı anlaşılıyor. Ayrıca bir solukta okumayı netice veren macera hevesinde olanların aradığı heyecan da yer alıyor. Annelik duygusu, eşlere sadakatin mânevi boyutları gibi bir çok hüsün hasleti olayların akışı içine o kadar ustalıkla yerleştirilmiş ki, direk olarak nasihat olmayışı okuyucuyu savunma makamına sürüklemiyor. Olayın gelişmelerinin merakı içinde dolaylı olarak ibret sahneleri göz önüne seriliyor. Tebrikler Nuriye hanım.
Son zamanlar tasavvuf, tarikat, kalp ayağının güçlendirilmesine yönelik eserlere yöneliş hayra yorulmalı. Uhuvvet ve muhabbetin inkişafı toplum olarak huzura, ferdi olarak mutluluğa katkı sağlayacaktır. Uzun zaman, ihmal edilen arşın sembolü olan kalbe dönüş hakka yönelişine vesile olur temennimiz.