“Yaşamın ne olduğunu hiçbir bilim insanı bilmiyor.”
Erwin Chargaff, Bilgiler Kitabı’ndan.
Arkadaşım şu sözüme kulak ver: Kalp parçası kılarak bilir. Akıl ötekisi kılarak anlar. Birşeyin parçamız olması ona farkındalığımızı hem ‘arttırıyor’ hem ‘azaltıyor.’ Şüphesiz arttırıyor. Çünkü o artık parçamız. Yani bizden birşey. Şüphesiz azaltıyor. Çünkü o artık ‘yalnız bir parçamız.’ Bütünümüz değil. Ne demek istiyorum? Açmayı deneyeyim: Bismillah. İnsanın iki türlü farkındalığı olduğunu düşünüyorum ben. Bu farkındalıklardan birisi 'o farkındalığı.' Yani birşeyi ötekimiz kılarak 'dışarı farkındalığı' geliştirebiliyoruz ona karşı. Bu elbette mesafeli bir farkındalık. Karşısındakinin tastamam farkında olamayacağının da farkında. Hakkındaki marifetinin ‘hiç bitmeyecek bir yolculuk’ olduğunu düşünüyor. Uzaklığı geç(e)miyor.
Bu yüzden bilişinde temkinli. Tereddütlü. Söylediğinin genel-geçerliğini sınamada titiz davranmak zorunda. Bütün ona her an yeni birşey söyleyebilir çünkü. Yeni bir yüz gösterebilir. Sıradışı bir tepki verebilir. Bambaşka bir parçasını daha ekleyebilir. Bu yepyeni farkındalık sayesinde bütüne dair çıkarımlarında değişmeler olabilir. 'O farkındalığı' böyle endişelerle yaşamaya mecburdur. Bu yüzden de yorucudur. Hep taşınması zordur. Sahibini yıpratır.
İkincisi 'ben farkındalığı.' Ben farkındalığı şeyin/şeylerin artık parçamız haline gelmesiyle yaşadığımız farkındalıktır. Nasıl? Onu da açalım: İnsan herhangi bir parçasının maruz kaldığı etkiyi ‘bütününe dairmiş gibi’ hissetmez mi? Elimizi ateşe soktuğumuzda mesela? Yalnız elimiz mi ateşe sokulmuş olur o zaman? Böylesi her etkileniş aslında bütünün etkilenişidir. Evet. Belki etkiye doğrudan maruz kalan doku kadar zarar görmez diğer parçalar. Fakat farkındalık olarak neredeyse aynını yaşarlar. Ve bütünleyicimiz olan ruh da yangını bizzat kendisinde sanır. Alınır.
Bu iki farkındalık arasındaki ayrım kalp-akıl düzlemindeki etkilenişlerden okunur. 'O farkındalığı' duygusal yönleri büsbütün reddedilmemekle birlikte aklî bir farkındalıktır. Bu farkındalığa bilgiler akıl kanalıyla gelir. O elek de bilgileri hem sınırlar hem dengeler. Bilgiyi sırf akılla elde etmeye çalışan daha çok bilgi sahibi gibi görünebilir. Ancak bala parmağını batıracak ancak kalptir. Ve kalp, balı diline değdirebilmek için, aklın getirdiği formüllere değil, o şeyi bir parçası kılmaya muhtaçtır. Evet. "Damdan düşenin halini damdan düşen anlar!” denir. Çünkü düşmek düşenin bir parçasıdır. Tecrübe parçamız haline gelmiş bir bilme çeşididir.
Peki bu farkındalığın yanetkileri yok mu? Elbette var. 'O farkındalığı'nın sahip olduğu temkin, yani öteki olduğunu biliş, o uyanıklık, 'ben farkındalığı'nda zamanla kaybolur. Ayrım yitirilir. Görüş körelir. Şeyler hakkında duygu düzeyinde yaşanan farkındalıklar bir eşikten sonra parçamız olmadıklarını unuttururlar. İlişkilerdeki nişanlılık-evlilik dönemi farklılığına dikkat çekerek bir misal de verebiliyorum buna: Nişanlılık döneminde onun 'o' olduğunun farkında olan bireyler nisbeten ilgilerini de bu 'o'ya göre korumayı biliyorlar. Fakat ne zaman ki evlilik gerçekleşiyor, bu 'o' farkındalığı yitiriliyor, yerine bir 'ben farkındalığı' yerleşiyor. Bu bir açıdan güzel. Çünkü bütün oluyorlar. Maşaallah. Eşlerden birisi ötekine yapılmışı kendisineymiş gibi hissedebiliyor. Fakat diğer açıdan tehlikeli. Çünkü, eşlerinin de bir ‘öteki’ olduğunu, ötekine karşı sergilenmesi gereken ilginin ona karşı da sergilenmesi gerektiğini unutuyorlar. İlgisizleşiyorlar.
Halbuki, o-sen bir oldunuz, yani ki ‘biz’ oldunuz, ama o ‘sen’ olmadı. Olamaz da. Fıtratına aykırıdır bu. Cenab-ı Hak onu ‘o’ seni de ‘sen’ kalmak üzerine yaratmıştır. Unutulmamalıdır. Kur’an bize öğretir ki: Bu millet millet, kabile kabile, fert fert ayrımın sebebi de ‘niza çıksın’ değildir. Birbirimize ilgi yollarını keşfetmemizdir. Çünkü insan ancak ötesini merak eder.
İnsan ilgisizliğini kolay affeder. Fakat kendisine karşı gösterilen ilgisizliği kolay kolay affetmez. Eşine sergilediği öfkeyi/ilgisizliği 'kendisine yine kendisinin sergilediği bir öfke/ilgisizlik' gibi gören muhatabında yaptığı yıkımı da farkedemiyor maalesef. Hatta çoğu zaman bu türlü rahatsızlıkları 'rahat batması' olarak isimlendirebiliyorlar. Hatta ebeveyn-çocuk ilişkisinde de bu böyle. Çocuğun ayrı bir birey olduğunu unuttuğunuzda, yani onu bir parçanız saydığınızda, kendinize yapılmasında sakınca görmediğiniz şeyleri ona yapabilirsiniz. “Ne olacak canım?” diyebilirsiniz. Ancak bunun ondaki etkisini, sizin tutumunuz değil, onun algısı belirler.
Karakterler farklı olabilir. Kırılganlıklar/alınganlıklar farklı olabilir. Üzerinizdeki esma tecellileri farklı tonlarda/renklerde açılmış olabilir. Evet. Tamam. Allah, onu sizden yaratmıştır, fakat unutmayalım: Sizden başka birşey olarak yaratmıştır. Başka birşey olduğu noktalar sizin rağmınıza onu şekillendirebilir. Toprak öyle şeylere katlanır ki ondan yaratılan insan katlanamaz. Kol neleri kaldırır da göz bir toz zerresine dayanamaz. Fatır-ı Hakîm'in onda yarattığı fıtrat sizdekinin birebir taklidi değil orijinalidir. Yeni baştanlığıdır. 'O farkındalığı' bu orijinalliğin de farkındadır. Lakin duygusal düzeyde zayıftır. 'Ben farkındalığı' ise duygusal düzeyde güçlüdür, ama karşısındakini kendinde yitirebilir. İstikameti tutturmak gerek. Ne diyelim: Her işimizde olduğu gibi bu zor işte de Fâtır-ı Hakîm’imiz yardımcımız olsun. Âmin. Âmin.