“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan "irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye" her birinin bir gayetü'l-gàyâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahadetullahtır. Takvâ denilen ibadeti kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü'l-gàyâta sevk eder.”
Öyle bir cümle ile karşı karşıyayız ki, bir okyanusun karşısında onun olaylarını düşünen birtakım sonuçlara varmaya çalışan bir insan. O azametli su yığınının içinde sayısız varlık ve balık birlikte yaşıyorlar, sınırları belli olmayan bir zaman zinciri içinde. Asırlardır o denizde o balıklar birbirini yiyorlar, ama yerken ordaki düzeni bitirerek bir oburlukla değil, hayatlarını devam ettirecek şekilde. Yani herkesin midesi ve arzusu okyanusun düzenini bozmama konusunda sınırlanmış.
Kaos ve kargaşa gibi görünen o azametli birliktelik insan aklının alamayacağı bir tasarım ve düzen içinde çalışıyor. Bir fabrikanın bütün faaliyetlerini denetleyen büyük denetleme ve yönetim merkezleri vardır. Herkes önündeki makinadan, aletten bir yeri denetler ve düzenin devamını takib ederler. O okyanusu gören ve denetleyen bir süper göz de onu düzensizlikten korur. Zamanın kaydına girmeyen bir genişlik içinde.
Efendimiz Cenabı Peygamber (asm) birgün uzun süre secdede kalır, başını kaldırmaz, annemiz Hz. Aişe (ra) acaba neden kalkmadı diye endişeye kapılır. Ayağı ile dokunur, birden azametli başını kaldırır secdeden nebiler nebisi (asm). “Ne oldu ya Aişe neden endişe ettin?” “Ya Resullallah emri hak vaki oldu, irtihal ettin sandım. Neden kendini bu kadar yoruyorsun?” “Ya Aişe ben Rabbime secde etmeyeyim mi, ben O’nun azamet ve büyüklüğü karşısında başımı yere koymayayım mı? Bu kainatı benim hendesemle yarattı, herşeyi bana hizmetkar etti, beni peygamber yaptı, bir ümmetin sığınağı yaptı, ben secde etmeyeyim mi ?” şeklinde buyurur.
Bediüzzaman Said Nursi, Barla’ya sürgüne gittiğinde bir evde kalır, sabahlara kadar secde eder, onun komşusu aile, “Hanım Allah bize bir hazine gönderdi” der. Bediüzzaman Barla’ya geldiğinde, Akif Mısır’a gittiğinde aynı hislere sahiptirler. İki büyük adam bir kenara itilmişlerdir. Asırlarca dini mübin için dünyanın dört bir yanında tevhid bayrağını temevvüç ettiren milletin iki büyük adamı zararlı telakki edilmiş, Allah’ın belası sistem onları elinin tersiyle itmiştir. Biri gitmek zorunda kalmış öbürü sürgüne gönderilmiş, ıssız bir köyde ölsün demişler.
Mehmet Akif; “Yeis öyle bir bataktır ki düşersin boğulursun/Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun” demiş ama o üretken kafa bir kenarda birtakım şeyler çiziktirmiş. Çok sevdiği İstanbul’undan uzaklarda 13-14 yıl yaşamış.
Bediüzzaman “yeis mani-i herkemaldir” diyor. Ümitsiz olmamış, sabahlara kadar dua etmiş bir milletin geleceği için. Zulmün bile utandığı bir kıskaçta eserlerini vermiş, onu arkadan denetleyenler nasıl hayrete düşmüştür? Ölsün diye nisyanın hapishanesine gönderdikleri adam birden bire dünyayı hayrete getiren, felsefeyi şaşırtan eserleri vermiş. Sürgün eden kafanın, küfrün sürgünündeki adamların hayretini duymak isterdim.
Dostoyevski, “Yer Altından Notlar”ı yazmış. Çernişevski ona “sen ne yaptın biliyor musun?” demiş o da hayret ile bakmış. Yazar yazar ama nerde olduğunu bilemez çok zaman. Bediüzzaman ne yazdığını biliyordu. Çünkü düşüncenin varamadığı vadileri görmüştü bilim ve felsefe tarihinde. Bizden bir Çernişevski çıkmadı ama Bediüzzaman’ın ne yaptığını bütün dünya görüyor. Ömer Nasuhi Bilmen “Benim de kulağıma üfleseydiler ben de yazardım” demiş.
Bediüzzaman ibadet-i kamileyi izah ediyor. İşte karşısında olduğumuz okyanus bu cümle: “İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahadetullahtır. Takvâ denilen ibadeti kâmile, dördünü tazammun eder.”
Kamil ibadetin dört şubesi var:
İradenin ibadetullah
Zihnin marifetullah
Hissin muhabbetullah
Latifenin müşahede tullahtır.
Çok zaman beş vakit namaza inhisar etmiş olan ibadet kavramı nerede, buradaki kamil ibadet nerede. Bu Bediüzzaman’ın ibadeti. İbadet, marifet, muhabbet ve müşahadenin Risale-i Nur’daki tasrifi bütün bir on iki ciltlik eser külliyesidir.
Müşahedetllah kelimesini bir yerde kullanmış, işte yukarıda. Sonra düşündüm, bakmak, görmek, bak gör fiillerine baktım. Sadece "bak" fiili 2800 yerde kullanılmış. Bediüzzaman müşahade etmiş kaç yerde “bak” demiş. Sadece iki bak fiilini aldım. Nasıl sinema gibi seyretmiş bütün alemi. Bütün bak fiillerini tarasam tasnif etsem, koca bir kitap çıkar adı da ortada “Müşahedetullah ve Bediüzzaman.”
Bediüzzaman orantıyı çok iyi biliyor, ne ne kadar kullanmalı? Bak ile ilgili 2800, siyasetle ilgili on cümle. Oran bilimin ve sanatın ve dinin esası bir kelime. Bunu nice ilim adamları ve din adamları kullanamamış. Bediüzzaman her şeye kameti kıymetince yer vermiş.
“İşte, bak: Bu âlemde o derece intizamla küllî işler yapılıyor ve umumî inkılaplar oluyor ki, adeta bütün bu saraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey, birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizâmât-ı külliyesini gözetip ona göre tevfik-i hareket ediyor. Birbirinden en uzak şeyler birbirinin imdadına koşuyor.
İşte, bak: Gaipten acip bir kafile çıkıp geliyor. Merkepleri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-i erzak taşıyorlar. İşte, bak, bu tarafta bekleyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar.”
Eskiler konudan uzaklaşınca derlermiş: “Kalem bastı bir bahsi düşvara nagah/Sadet nerde ben nerdeyim Allah Allah.”
Devam ederiz inşallah, bu okyanusun kenarında.