Daha ilkokuldayız. Babamın merakı sayesinde haberleri basit bir radyodan dinliyoruz. O zaman haberlerde adı sıkça geçen Deniz Gezmiş ismi, zihnimi kurcalıyor ve bizde farklı çağrışımlara sebep oluyordu. Polisi kurşunlamış, banka soymuş diye haberler verilince, çocuk aklı biz de arkadaşlarla bu adam deniz mi gezmiş ki Deniz Gezmiş diyorlar diye aramızda konuşuyoruz. Yani adını basit polisiye olayları ile duymuştuk. Kimse de onun ülkenin hayrına şöyle bir planı, projesi var, onun için polis öldürüyor, geçimini temin için de banka paralarına el koyuyor diye de bahsetmiyordu. Anlaşılan, ülkenin en itibarlı üniversitesi terör yuvasına dönmüş, fikir üretecek yaştaki gençler ölüme gönderiliyordu.
Hiç unutamadığım, radyo da verilen iki de canlı açılış daha vardı. Biri Keban Barajı, diğeri de o zamanki adı ile Boğaziçi Köprüsünün açılışlarıydı. İkisini de ülkemize kazandıran Demirel'di. Fakat inşa eden o olmasına rağmen açılışları Ecevit'e nasip olmuştu.Köyümüzün yolu ve elektriği yoktu. 70'li yılların ortalarında yolumuza, sonunda da elektriğimize kavuşmuştuk.
Yıllar sonra hem Keban hem de Köprü ile ilgili anekdotlar dinledik ve okuduk. Belli bir kesim, pek anlaşılmaz bir şekilde bu gibi büyük projelere hep karşı çıkmışlardı. Hatta "Keban" için, üretilen elektriği toprağa mı vereceksiniz, köprü için de burjuvalar geçecek, onlar için yapılıyor diyenler bile olmuştu. Bunların çoğu, Türkiye'nin geleceğini, gelişmesini hesap edemeyen plansız, projesiz kesimlerden çıkmıştı.
Geçenlerde Boğaz Köprüsü için denilenleri tekrar bir inceledim. Zamanında önemli görevler de üstlenmiş bu insanların itirazlarını okuyunca, şimdilerde adına itiraz ettiğim ve birkaç sebepten dolayı adının "İstanbul Kanalı" olmasını teklif ettiğim proje için, acaba neler düşünürlerdi diye az da olsa tahmin ettim. Ama tahminime gerek yoktu. Bu yolun yolcularının "hınk deyicileri" zaten her gün diyeceklerini diyorlar.
Önce isminin neden "Kanal İstanbul" değil de "İstanbul Kanalı" olsun, diyorum? Bir ikisini ifade edelim. Birincisi, "İstanbul Boğazı, İstanbul Havaalanı" dediğimiz için. Türkçe'nin tamlamaları ifade yapı ve geleneği bu söyleyişe daha uygundur. Belki sloganik yönü ve ifade kolaylığı için kanal kelimesi başa alınıyor ama doğrusu budur.
İkincisi de Istanbul şairlerinden Nedim'in:
"Bu şehr-i İstanbul ki bî mislû bahâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır"
diyerek bir taşının bile Acem mülkünden değerli olduğunu ifade ettigi;
Yine yakın dönemin İstanbul şairinin:
"Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur,
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur"
dediği bu şehrin isminin daima ilk sıra olmasının hakkı olduğudur. İkinci sırada olmasına gönlüm itiraz ediyor, alışamıyor bir türlü.
İsterseniz şimdi, önceden ne demişler, birkaçına bakalım. Siz sadece adlarını ve proje isimlerini değiştirebilirsiniz.
-Zamanın İstanbul Mimarlar Odası: Türkiye ve İstanbul için en büyük felaket.
-2015'te vefat eden Çetin Altan: Politikacıların palavrası.
-Belli kesimin büyük üstadlarından Profesör Besim Üstünel: Köprü, akıl işi değildir.
-Yine 2014'te vefat eden ünlü yazar, çevirmen ve kültür bakanlığı yapmış Talat Halman: Hükümet köprü yapacağız diye inat ediyor.
-2009'da vefat eden Demirtaş Ceyhun: Toplum bünyesinde korkunç tahribat yapacak bir proje.
-Milletvekili Metin Cizreli:Sadece lüks ve gösteriş.
-1991'de vefat eden Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Nadir Nadi: sağcıların köprüsü, kel başa şimşir tarak.
-2015'te vefat eden Hasan Pulur: Hökümet Stanbul'a asma köprü yapıyor, N'olacak yani.
-Selami Süzer diye bir sanatçı: Dünya sanatseverlerine saygısızlık ve tehlikeli bir şey.
-2010'da ölen hukukçu, dilci, çevirmen Şiar Yalçın: Boğaz Köprüsü'nden utanç duyuyoruz.
-Tip Beşiktaş teşkilatı: İnsanca yaşamak istiyoruz, köprüye hayır diyoruz.
-Profesör Gülten Yazgan: Köprü yapacağınıza araba vapuru yapın.
Şimdi İstanbul Kanalı için söylenenlerle o zamankiler bir iki cümle ilaveli veya çıkartmalı aynı. Ya arkadaş, İstanbul'a her biri millî bayram ilanına bile değecek değerli proje ve icraatlar gerçekleştiren bir milli irade, (beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz) bir yeni icraat için proje açıklıyor. Daha önüne, arkasına, getirisine götürsene bakılmadan karşı çıkılır mı? İlk ortaya atıldığından beri, bu kesim geçmişte birinci, ikinci ve üçüncü köprülere karşı çıktıkları gibi karşı çıkıyor. Peki olsun, senin projen nedir? İstanbul böyle mi kalsın istiyorsun? Bir yere gitmek için arabaya biner misin teklifine "Benim biraz acelem var, yaya gitmem gerekir" mi denilsin istiyorsun İstanbul'da?
Yahu siz hangi ülkenin çocuğu, hangi ırkın devamısınız, anlayamıyorum. İstanbul'a İstanbul'un kara kısmı yetmiyor, adam yerin altından yollar, tüneller yapıyor, itiraz ediyorsunuz. Havadan yapıyor, olmaz diyorsunuz. Demiryolu yapıyor, Gebze'yi Halkalı'ya bağlıyor, raydan gelen sesler bizi rahatsız ediyor diye bağırıyorsunuz, "istemezük" diyorsunuz. Siz bu ülkeye ithal misiniz yoksa? Kırk yılı geçti takip ediyorum, önümüze bir proje getiren olmadı bu istemezçilerden. Bazen düşünüyorum da bunlar Orta Çağ'dan mı düştü aramıza? Yine o da olamaz diyorum. Asırları geçerken 1869'da biten "Süveyş Kanalı'nı da mı görmediler, gerçekten merak ediyorum.
Trabzon'da bir ilçeye ağaçlar içerisinde bir sahilde dört yıldızlı otel ayarında bir hastane yapılmıştı. Aynı kurumda çalıştığımız o ilçeden bir öğretmen rahatsız olmuştu. "Niçin rahatsız oldun, güzel bir hastane?" dedim. Yerini beğenmedim, dedi. Nereyi tercih ederdiniz, dedim. İç kesimde yukarıda bir yer olsaydı, dedi. Peki, dedim daha önce iç kesimde yukarıda yapılmış bir başka hastane var, onu da beğenmiyordun sen deyince de sustu.
Adam sahilde denizi doldurdu, havaalanı yaptı. Allah'tan ayık zamanlarına denk gelmedi de görüp de mahkeme ile durdurmaya uğraşmadılar. Şimdi bir tane daha yapılıyor. Deniz aslında daha bakımlı ve sahil gezilir hale geliyor. Onu da alfabedeki tüm harflerin kullanıldığı kökü dışarıda bir sürü sözde kuruluş, protesto ediyor. Üstlerine ne lazımsa.
Bunları siyasî mülahazalarla aktarmıyorum. Hiçbir yazımda da bu havanın olmadığını okuyanlar bilir. Bunu bir millî mesele olarak görüyorum. Üstadın yanında kalmış, onun sohbeti ile boyanmış, ondan tarz ve tutum dersi almış bir ağabeyimizin, bazı beyanlarına itiraz ederdim.Bir konuşmasında "Bu mesele siyaseti aşmıştır." diye beyanı oldu. Şimdi bazılarının beyanlarına, tavırlarına, taraftarlıklarına geçmişlerine bakıyorum da o abimize hak veriyorum artık. Eksik ve gedikleri tamir ve ikazları yapma zamanı diye düşünüyorum. Kırk yıllık Kâni olur mu yani. Bunlar uzun süre mes'ul görev alamadıklarından, içlerinde sinsice sakladıkları hınç ve kini, milletin başta değerleri olmak üzere boşaltacakları zamanı, dört gözle bekliyorlar.
Fakat asıl acı olan ise şudur. Şöyle büyük bir sarsıntı olsa da yeraltı ve yeryüzü yer değiştirirse; sonradan gelecek nesil, bir kazı yapsa, herhalde burada daha önce putperst bir millet yaşamıştır diyebilecek kadar heykel ve benzeri şeylerden başka icraatı olmayan ve daha yakın zamana kadar bu milleti maddî ve manevî olarak oyalayan ve düşman tavırlar sergileyen bu istemezükçüler zihniyetinin demokratik kisvesini gerçek zanneden sapı bizden bazılarının olmasıdır. Bu şahsen beni düşündürüyor ve üzüyor.
Evet dostlar, belki sadece düsturları ve üstadın bazı mektuplarını verip geçebilirdik. Fakat yanlışlık "tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten" çıktığından bir tatbik-i nazariyat yazısı çıktı ortaya. Yoksa bunları düstur şeklinde de ortaya koyabiliriz.
Selam ve dua ile.