İmmanuel Kant’ın bir çalışması daha Ahmet Fethi Yıldırım’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı: Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler. Kant, bu kitapçığı yayınladığında henüz kırk yaşındadır ve kendisine dünya felsefe tarihinde seçkin bir filozof olarak yer sağlayacak “kariyerine” henüz başlamıştır. Kendi deyimiyle bir filozofun bakış açısından çok bir gözlemcinin bakış açısıyla kaleme aldığı çalışması 1764’de yayınlanmıştır. Metnin 1766 ve 1771 yıllarında kendisinin hazırladığı ikinci ve üçüncü baskısı yapılmıştır.
Kant gibi büyük bir filozofun neredeyse 250 yıllık bir çalışmasının neden çevrildiği sorusu pek bir anlam ifade etmez kuşkusuz. Yine de konuya ilişkin birkaç açıklama yaparak başlamak yerinde olabilir; çünkü metin bugün bile değişik tartışmalara konu olmaktadır ve bazı haklı sert eleştirilere maruz kalmaktadır. Bu eleştirilerin ve hatta saldırıların bazıları, hele bugün ulaşılan bilimsel bilgi düzeyinin ve toplumsal bilinç durumunun ışığında kuşkusuz yerindedir. Diğer yandan 18. yüzyıl insanından -bu bir filozof bile olsa- daha sonra gelen çağlardaki insanlar gibi düşünmesini beklemek de büyük bir hata olur. En büyük ütopyacılar bile bunu başaramamıştır. Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler’in yayınlanmasına muhtemel itirazlar, belki de en çok Kant’ın kadın ve erkek arasındaki kişilik ve karakter farkları hakkında söylediklerini ve değişik kültür ve uluslar üzerine yapmış olduğu belirlemeleri son derece sorunlu veya ilkel bulanlar tarafından gelebilir. Elbette herhangi başka bir kitabın olduğu gibi bu kitabın da eleştirel bir gözle okunması gerekmektedir. Kant’ın bu kitabının sadece belirttiğim konularda söylediklerinden dolayı değil, aynı zamanda özellikle döneminin ulaşmış olduğu bilimsel düşünce ve bilgi düzeyinin de birçok bakımdan gerisinde olduğu için eleştirel bir gözle okunması gerekir. Ne var ki, bunu kitabın yayınlanmasına karşı bir gerekçe olarak kabul etmek kanımca mümkün değildir.
Kuşkusuz, Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler, Kant’ın ‘eleştirel-öncesi’ bir çalışmasıdır. Fakat kitabın ikinci ve üçüncü baskılarını sadece ayrıntıya dair değişiklikler yaparak hazırlamış olsa bile, Kant’ın metnin yayınlanışından uzun yıllar sonra hala onun üzerinde düşündüğünü ve çalıştığını gösteriyor. Kitapta işlenen konular üzerine ise zaten bütün felsefeci hayatı boyunca düşünüp bu konulardaki duruşunu hep gözden geçirmiştir. Kant, “[i]nsan doğasının kendine özgülüklerine ilişkin” düşüncelerini ifade ederken bunlara bir “gözlemcinin gözüyle bakacağım, bir felsefecinin değil” derken, kanımca gereğinden fazla alçak gönüllü davranıyor. Metin, kelimenin esnek ve geniş anlamında elbette felsefi bir metin olarak da okunabilir. Zira Kant, insan doğasına (özüne) dair düşünceler ileri sürmek istemektedir. Bu ise, ancak felsefeye, onun yöntem ve araçlarına başvurularak mümkündür. (Bu konuya aşağıda tekrar döneceğim.) Ayrıca Kant’ın bu çalışması, onun “ahlak felsefesinin ve estetik yargılama felsefesinin konularını şimdiden içermektedir” ve onları bir nevi “örgütlemektedir”.
***
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ - وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz. Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım.
BİRİNCİ NÜKTE
Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmektir.
***
Kant ve benzerleri güzellik, yüce ve yetkinlik yani kemal üzerine çok şeyler söylemişler. Ama görüntüler ile insan ve Allah arasındaki irtibatları kuramamışlar. Sanat eserde kalır ama sanatçıya pek gitmez. Beşeri sanatta gider ama tabiat müşahadelerinde gitmez. Ortaçağ estetiğinde Eco’nun tesbitlerine göre kilise babaları da azamet karşısında ruhsal irkilme ve taabbüd hissetmişler.
Biri Kant diğeri Bediüzzaman. Bediüzzaman celal yani yüce karşısında durmayı sübhanallah kelimesi ile ifade eder. Celal aklın ve ihatanın kavrayamadığı karşısında aciz kaldığı durumlarda vardır. Sanat buna yüce diyor. Yahya Kemal‘in şiiri yüce tasarımlardır, onları anlatır. Basit ve cüce şeylerle uğraşmaz.
Namazda yaygın olan kelimelerden biri olan Subhanalllah, Allah’ın büyüklüğü karşısında ihatasızlığın hayrete ve kalbi ibadete çevrilmesidir. Sanat ise sadece hayret eder. Alp Dağlarının tepesine seyir yerleri yapmışlar. İnsanlar gelip o azameti ve yüceliği seyrediyor. Göz aynı, seyir aynı ama tavır birinde hayret diğerinde ubudiyet.
Tesbih, tekbir ve hamd, celal, güzel ve kemal. Namazın aslı da bu üç kelime. Namaz aslında kainatın görüntülerinin tahatturu ve zihnen ve bedenen tavır alınmasıdır. Azamet, büyüklük, celal, yüce hepsi namazda tavırla tadat ediliyor. Hayali ve bedeni duruş ortaya konuyor. Her tarafında Allahu Ekber var. Ezanda da var. Allahu Ekber hayatı ve ibadeti kuşatmış her yerde o var. Eğer hissedilse, yaşansa zihnen insanı büyük derinliklere götürür. Bir evliya ayağındaki çivinin secdeye gittiğinde alınmasını istemiş ancak o zaman hissetmeyeceğini söylemiş, öyle de olmuş. Demek ne kadar müstağrak olmuş. Resulullah da uzun süre secdeden kalkmamış ve Hz. Aişe endişe etmiş. O da kimbilir nasıl bir istiğrakı abidane.
“İbadetin manası şudur ki Dergah-ı ilahide abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i Rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i ilahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.”
İslamda sanat-ı ilahiyeyi seyretmek ibadettir. Namaz onun bedene yansımasıdır. Sanat da hisseder ama zihinde bir şaşkınlık uyandırır. Onunla kalır. Kant, Bavyera ormanındaki göğe ser çeken ağaçları görünce yüceyi keşfeder. Biraz geç kalmamış mı ünlü filozof? Ressamların, heykeltraşların eserleri galerilerde sanatseverlerce seyredilir. Bediüzzaman kainata sanat eserleri müzesi yolunda sözler söylüyor. İnsanlar bu büyük sanat eserleri ve olayların müzesinde dolaşıyor. Namaz bu dolaşmanın lahuti anlamlısı. Çok şey var bu mukayesede. Şimdilik bu kadar.