Bismillahirrahmanirrahim
Sonra, gizli düşman münafıklar, hükümetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyasî hayatımı hatırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maarif dairesini, hem zabıtayı, hem Dahiliye Vekâletini evhamlandırdılar. Partilerin cereyanları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrikâtıyla o evham genişlendi. Bizi tazyik ve tevkif ve ellerine geçen risaleleri müsadereye başladılar.
Nur şakirtlerinin faaliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnatlarda bulundular, pek acip iftiraları işâaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar.
Sonra, pek âdi bahanelerle, zemherîrin en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta, tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette, hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inâyet-i İlâhiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti.
Mânen, "Sen hapse medrese-i Yusufiye namı vermişsin. Hem Denizli’de, sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem mânevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekvâ yerinde binler şükrettirdi. Herbir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne getirdi, o fâni saatleri bâkileştirdi. İnşaallah, bu üçüncü medrese-i Yusufiyedeki musibetzedelerin Nurlardan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip sevinçlere çevirecek. Ve hiddet ettiğin adamlar, eğer aldanmışlarsa, bilmeyerek sana zulmediyorlar; onlar hiddete lâyık değiller.
Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence yapıyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda ölümün idam-ı ebedîsiyle kabrin haps-i münferidine girip daimî sıkıntılı azap çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevap, hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi, hem mânevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlâsla yapmasını kazanıyorsun" diye ruhuma ihtar edildi.
Ben de bütün kuvvetimle "Elhamdü lillâh" dedim. İnsaniyet damarıyla o zalimlere acıdım, "Yâ Rabbi, onları ıslah eyle" diye dua ettim. Bu yeni hadisede, ifademde Dahiliye Vekâletine yazdığım gibi, on vecihle kanunsuz olduğu ve kanun namına kanunsuzluk eden o zalimler, asıl suçlu onlar olması gibi, öyle bahaneleri aradılar, işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftiraları ve uydurmalarıyla ehl-i insafa gösterdiler ki, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, divaneliğe sapıyorlar. (Lem’alar)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
Bahane: Yalandan özür, asıl sebebi gizlemek için ileri sürülen uydurma sebep.
Bâkî: Ebedî, dâimî, sonu gelmez, bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
Dâhiliye Vekâleti: İç işleri Bakanlığı.
Dalâlet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak, azmak, doğru yoldan ayrılma, azma, batıla yönelme.
Evhâm: Gerçekte olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek. Vehimler, zanlar, kuşkular, esassız şeyler, kuruntular.
Fânî: 1-Ölümlü. 2-Muvakkat, geçici.
Ferah: Bol, geniş, rahat, iç açıcı.
Fütûhât: Zaferler, fetihler, galibiyetler.
Garaz: Kötü kasıt, düşmanca niyet, kin.
Hiddet: Öfke, kızgınlık, gadap, hışım.
i'dâm: Vücudu ortadan kaldırma, öldürme.
İhtâr:1-Hatırlatma, bir konuda hatırlatma yapma. 2-Dikkatini çekme, tenbih, uyarma, uyarı.
İnâyet: Yardım, ihsan, lütuf.
İnkişâf: Açılma, ortaya çıkma, görülme, açığa çıkma, meydana çıkma.
İsnâd: 1-Dayanma, dayandırma. 2-Bir şeyi bir kimseye ait gösterme, sözü söyleyene nisbet etme, bir söz ve haberin birisine ait olduğunu belirtme.
İşâa: Haber yayma, herkese duyurma.
Maârif: Eğitim, öğretim, talim ve terbiye sistemi.
Mahbûs: Hapsedilmiş olan, mevkuf.
Ma'nevî: Madde dışı olan, maddî olmayan, mânaya âit.
Mangal: Odayı ısıtmaya veya mutfakta bir şey pişirmek için yanmış kömür (kor) koymaya ve içinde kömür yakmaya yarayan bakır, pirinç veya saçtan kap.
Medrese-i Yusufiye: Yusuf'un medresesi, Hz. Yusuf'un (a.s.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinaye olarak, iman ve Kur'ân'a hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yer manasında, hapishane.
Musîbet-zede: Musibet görmüş, felakete uğramış, belâya, kazaya uğrayan.
Münâfık:1-Nifak sokan, ikiyüzlülük eden, ara bozucu. 2-Kalbinde küfrü gizlediği halde müslüman görünen, kâfirliğini gizleyerek müslüman gibi davranan.
Münferid: Başka bir şeyle bağlı bulunmayan, yalnız olan, kendi başına, tek, ayrı.
Müsâdere: İşlenen bir suç karşılığı olarak, suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki sahipliğine son verilmesi ve el konması.
Nâm: Ad, isim.
Nazar-ı dikkat: Dikkatli bakma, dikkatli bakış.
Şekvâ: Şikâyet, yakınma, hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik.
Şükr: Görülen bir iyiliğe karşılık hoşnutluk, memnunluk ve minnettarlık ifade etme, teşekkür.
Tahrîkât: Tahrikler.
Tazyîk: Daraltma, sıkıştırma.
Tecrid-î mutlak: 1-Tam bir yalnızlık, hiç kimseyle görüşememek. 2-Hücre hapsi.
Tevakkuf: Duraklama, durma,
Tevkîf: Alıkoyma. Cezaî tahkikat sırasında, zanlının mahkeme kararına kadar geçici olarak hapsedilmesi; tutuklama.
Za'fiyet: Zayıflık, güçsüzlük, dermansızlık.
Zemherî: Kışın en soğuk zamanı, şiddetli, soğuk karakış.