Yetmişli yılların ortalarında yatılı okulda lise birinci sınıfın ikinci döneminde, tamamen sevk-i İlâhî diyebileceğim şekilde namaza başlayınca; daha önce bizimle hiç konuşmamış üst sınıflardan bazı arkadaşlar, bana yaklaşmaya başladılar. Zihnime sorular takıp imanınızı çalmaya çalışıyorlardı. Bazısı kâinattaki zâhirî çirkinlikleri sorguluyor; bazısı atamızın maymun olduğunu ispata çalışıyor; bazıları da birtakım deneylerden bahisle, her şeyin kendi kendine olduğunu isbata çalışıyorlardı. Bunlar, işlerini o kadar da sıkı tutuyorlardı ki benim daha o zaman haberim bile olmayan, sonradan okulun çok yakınında olduğunu öğrendiğim nur medresesine gidip de bu soruların cevaplarını alırım endişesiyle, ismini bile hiç duymadığım Said Nursi hakkında da ileri geri konuşuyor ve olmadık lâflar ediyorlardı.
Hiç unutmuyorum. Bana, zürafalar uzanarak yiyecek aldıkları için boylarının uzadığını ve kâinatta böyle nice türlerin mücadeleden galip çıkarak varlığını sürdürdüğünü, bir kısımlarının da mağlup olarak yok olduğunu söyleyen bir arkadaşa bir cevap verememiştim. O zamanki dar çevre ve sınırlı imkânlarla araştıramamıştım. Yalnız bir arkadaşımla ve bir de edebiyat öğretmeniyle paylaşmış, onların da yardımıyla bu arkadaşa: "Keçiler de uzanarak yiyecek topluyorlar, niçin boyları uzamıyor, yılanlar hep ayakları üzerinde dolaşıyor da ayakları niçin gelişmiyor?" diye de sormuştum. Eğer güçlüler hep galip zayıflarda yok oluyorsa, birkaç tonluk hayvanların neslinin tükenmemesi; çok zayıf olan hamsi ve kır faresinin neslinin tükenmesi gerekiyor, cümlelerini de ilave etmiştim. Doğru dürüst bir cevap aldığımı hatırlamıyorum.
Bir diğer arkadaş ise 17. Yüzyılda bir biyoloğun bir tüpte kirli bir gömleğin yanına buğday tanelerini koyunca, bir müddet sonra bu tüpte farelerin kendiliğinden oluşabileceğini ya da oluştuğunu söylemeseydi. Bunu da diğer canlıların da kendi kendine oluşmasına bir delil olarak bana anlatıyordu. Bu tip aslı astarı olmayan ve ilim dünyasında çeşitli deneylerle çürütülen iddiaları ortaya atan, o zamanın tabiriyle "sosyalist, komünist" olduğunu söyleyen bu tip arkadaşlar, bizi araştırmaya, düşünmeye bir yönüyle tahkike sevk ediyorlardı.
Hatta bir defasında, hayat nasıl başladı tartışmasında, hayatın uzaydaki canılardan göktaşları yoluyla geldiğini söylemişler; yere düşen meteorların canlıyı dünyaya taşımış olabileceğini ifade etmişlerdi.Peki, oraya nerden gelmiş, sorusu karşısında kalakalmışlardı. Kaldı ki uzaydan sürtünerek belki de kaybolarak düşen bir göktaşından canlının gelmesi de mümkün değildi. Küfür sarhoşluğunun insanı nasıl maskaraya çevirdiğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Her neyse, bugünlerde okuduğum bir makale bu giriştekileri bana hatırlattı. Liseden başlayan ve üniversite yıllarında alevlenen, bugünlerde değişik bir şekilde inançlı kesime farklı kılıflarda pazarlanan evrim tartışmaları, hakkında onlarca makale ve kitap okuyan ve düşünen biri olarak birkaç cümle söylemeye itti beni.
Makalesinde onlarca âyetin sarih mânasına rağmen, Âdem Aleyhisselamın kıssasını gerçek değil de "semboliktir" şeklinde niteleyen makalenin yazarı, insanın ruh cephesini, 'bilinçlenmesini' de onun tâbiriyle 'evrimsel sürece' bağlıyor. Vah ki vah...
Asıl vah ve yanılgı ise, tekâmül kanunu dediğimiz bitki, hayvan ve insanlarda görülen; bebek, çocuk, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini de şimdiki evrimimiz olarak nitelemesi. Yani atomların hâl değiştirmesi,(tahavvülat-ı zerrat) kâinatta cereyan eden bir kanundur. Ve bu kanunun "tek hücreli bir varlık teşekkül etmiş, (her nasılsa) bundan, zaman içerisinde değişim ve başkalaşım geçirmesiyle tesadüflere bağlı olarak yüksek yapılı diğer canlılar meydana gelmiştir." düşüncesi ile alakası yoktur. Fakat bana göre zerrenin sonsuz bir ilim, hikmet ve takdir altındaki değişim ve yolculuğuna evrim diyen bozuk zihniyet, hep bu başkalaşmaları nazara verip bunlara evrim diyerek, karşı çıkılamayacak bir hakikat olduğundan hareketle; evolüsyon' denilen "bir canlı türünün başka bir canlı türünden tesadüfen meydana geldiği" görüşünü bilimsel bir hakikat diye, saf zihinlere yutturuyorlar. Aralarında seradan süreyyaya kadar fark var.
Okuduğum ilmî yazılardan öğrendiklerim ve tecrübelerimden kazandıklarımla şunları sormadan edemiyorum. Gözleme, deneye dayanmayan; sadece fosillerden yola çıkarak, tahminî izahlarla yüzde yüz doğru bilgi edinebilir miyiz? Bu yolla edindiğimiz bilgi, ne kadar bilimseldir? Bir teori ya da tahminden öteye geçebilir mi bu bilgi? Evet sadece bir İddaa olabilir. Fakat bilimsel bir gerçek, son nokta diye okutup sunabilir miyiz?
"Piltdown Adamı" diye elli sene süren bir aldatmaca dönemi yaşadı dünya. Sahte ve uyduruk fosil üzerinde beş yüz doktora tezi yazıldı ve güya bilim adamı yetişti. Bu sahte fosil yıllarca bir kesimce bir mabet gibi ziyaret edildi. Bunun sahte çıkması, bize bu konuda çok büyük bir ipucu veriyor ki bulunan
fosiller bir ara tür değil de kendi döneminde yaşamış başka bir türe ait olmadığı kesinlikle bilinememektedir. Bugün hakikaten yüzü gorile benzeyen insanlar var. Bundan yola çıkarak, "İnsanlar maymunlaşmaya başladı." diyemeyeceğimiz gibi, bunun tersini de söyleyemeyiz herhalde.
Bugün dünya, tespit edilebilen dokuz milyona yakın canlı türüne ev sahipliği yapıyor. Bu türlerin her birinin ayrı bir başlangıcı, bir "âdemi" kabul edilmediği takdirde, bu kadar türün tesadüflerle ortaya çıkmış bir canlı türden evrilerek, devrilerek, ayrışarak olduğunu, sağlam bir akıl nasıl kabul eder ya da ilmî bir izahı olabilir mi diye soruyorum? Bilimin yarın bu kadar türün her birinin ayrı bir başlangıcı olduğunu ortaya çıkarması halinde, ikinci bir "Piltdown Adamı" dramı yaşanacağı kesin gibi.
Bir diğer önemli husus da bir incir çekirdeğinden, gen yapısı yani mânevî programı farklı olduğundan, elma çıkmadığı gibi; genel özellikleri farklı olan bir türün, başka bir türe dönebilmesi fıtraten mümkün değildir. "Genler" şunu da gösterdi ki genlerin kodlandığı DNA'lar yokken, bilgi vardı.Ve bu bilgi, bunlara yüklendi. Her türün göz renginden tutun, burnunun uzunluk hacmine kadar önceden bu DNA molekülünde kodlanması bunu açıkça gosteriyor. Yani burada "zaman" kelimesine sığınarak sihirli bir şekilde milyon sene içinde bu canlı (mesela yosun) oluştu, denemez. Bütün canlıların DNA'sının büyük oranda hem benzer hem de tüm ayrıntılarıyla o türü yansıtacak şekilde farklı olması, bunların üzerinde müessir ezelî ve mükemmel bir fikir ve programı akla gösteriyor. Yani karbon, oksijen, azot, hidrojen gibi; ilimsiz, şuursuz elementlerin diziliminden meydana gelen genlerin, uzun zaman içinde kendi kendine ya da tesadüfen oluştuğunu söylemek, bir eczanedeki ilaçların bir rüzgar esmesi sonucu, maddelerin ölçülü şekilde akıp birleşmesi sonucu oluştuğu iddia etmek gibi gülünç olduğu ortadadır.
Her şeyin "uzun zaman" içinde şekilden şekile girerek, bu son ve muntazam hâlini aldı diye bir nevi zamanı ilahlaştıran bir üniversiteli gençle saatler süren tartışmalarla ikna olmayınca; "Demiri, çimentoyu, tuğlayı, tahtayı bir araya getirsek; bir usta olmadan bunlar kaç sene sonra bir eve ya da apartmana döner?" diye sormuştum. Tam üç dakika kadar düşündükten sonra, "Usta olmadan olmaz." dedi. Bunu dünyadaki mevcut elementleri varsayarak, bu maddelerden belli oranlarda seçilerek (Çünkü insanın yapısında mesela demir, karbon, azot varken; bor, lityum, helyum yoktur.) bir insana ya da canlıya dönüşmesi mümkün mü? Arkadaş esefle geçmiş inançlı günlerini de hatırlayarak intibaha gelmişti.Daha çok sual sorulabilir veya izahlar yapılabilir, fakat benim dar bilgi ve görgümle bir iki hususu da belirtmeye çalışacağım.
Siz de bilirsiniz. Bir maymunun, ayak olarak kullandığı elinin sığabileceği bir delikten menfeze, onların sevdiği bir yiyecek bırakılıyor. Elini delikten uzatan maymun, yiyeceği avucuna aldığında eli şişiyor. Şisen avucunu kefesten çıkaramıyor. Elindeki yiyeceği bıraksa, yakalandığı kapandan kendini kurtaracak. Bunu idrak edemiyor ve avcıların hedefi oluyor.Şimdi binlerce (veya milyonlarca olsun) bunca yıl bir küçücük işlemi öğrenemeyen bir tür, insan şuur ve idrakine sahip bir keyfiyete nasıl gelebilir? Bu mümkün mü? Ya da hangi zaman dilimi buna yetebilir? Aynı şey diğer hayvan ya da türleri için de geçerli. Kaç koyun, kertenkele, maymun toplasak; bunlar zaman içerisinde bir çivi çakmayı ya da bir ampül takmayı öğrenip yapabilir? Bu mümkün müdür? İnsan ruhu, aklı, idrak ve diğer keyfiyetleri böyle bir evrimle ya da zamanla bu şekli ve kabiliyeti kazanabilir mi?
Bir yazıda okuduğumu hatırlıyorum. Alman ve evrimci bir ilim adamı, "Yahu biz bunu savunuyoruz ama benim bir maymunum var, ona elli senedir bir "ah" değmesini bile öğretemedim." itirafında bulunuyor.Ama bir ördek dünyaya gelince, hemen su istediği gibi; bir küçük buzağı da ağzını memeler musluğuna uzatıyor. Demek hayvan başka bir âlemde dünyadaki vazifesine göre tâlim gördüğü gibi, insanın dünya kanunlarına cahil ve âciz doğması da ona "bir ilim ve başka bir tâlim" hedefini gösteriyor.
Tek hücreli bir canlıdan (hadi o canlının nereden geldiğini de sormayalım, bir tavizimiz olsun) bütün dilleri konuşabilen lisan ve akıl, muhakeme, şuur, idrak, zevk-i sefa, şefkat, merhamet, acı, ıstırap sahibi bir insanın evrilerek, devrilerek cıkması, izah edilemez. Bilinen tarih içinde (7000 seneye kadar uzanabiliyor) hangi bir tür ya da hayvan saydıklarımızın az da olsa bir kısmını kazanmış ki bilinmeyen zamanda bunları evrimle kazandı, diyebilelim. Bu saydıklarımız içinde insanın ebede uzanan emelleri, medeniliği, hürriyet aşkı, gadap ve şehveti, ilmi, inancı, tövbe ve istiğfarı, azim ve sebatı, ilim ve tevekkülü, şecaat ve kibri, edep ve vefası gibi ruhuna takılan yüzlerce mânevî duygularını da saymıyoruz.
Şairin dediği gibi, "Bir çürük ipe dizilen hülyalar" ve "Gökyüzünden habersiz, uçurulan uçurtmalar" sonunda "Tam otuz sene saatim işlemiş, ben durmuşum" şarkısını dönecek gibi duruyor bu mesele de. Bu arada onlarca "nas" ve "sahih nakle" uzun tefsir ve izahlara rağmen, binbir tevil ve akla takla attırarak varılan sonuçlarla kirlenen akıllar ve nesiller; bu tip akla ziyan zorlama yorumlarla hem dinden soğutulmuş hem de dinsizliğe kadar giden kapılar açılarak, hiçbir evrim izahıyla açıklanamayacak Hazret-i Âdem Aleyhisselam neredeyse yaşamamış; sadece sembolik bir şahıs olarak Kuran'da yer almış noktasına götürürülmüştür. Bu da işin hazin diğer bir noktası. Böylece "bir baba ile başlangıcı" kabul etmeyenler, güya "yosundan" başlayan insan yolculuğunda maymunluktan insanlığa mı yoksa o türün başka bir versiyonuna mı evrildiklerini fark edemeyecek duruma düştüklerini anladıklarında belki de iş işten geçmiş olacak.
Evet dostlar, zerrenin kâinatın küre ve sistemlerini için alan yardımlaşma ağındaki yerini bulmak için ilim, hikmet ve kudret pergârı altındaki tekâmül yolculuğuna değişik isimler takarak, buna kâinatın halifesi ve sahibin muhatabı mertebesini kazanan insanın ilk yaratılışını da dahil edip başlangıcını meçhul bir yosuna bağlayanlar, insanın maddiyattan çok mânevî veçhesini anlatan "ahsen-i takvim" sırrını da izah edemiyorlar. Bu sırra ermek de kolay olmuyor hâliyle.
Selam ve dua ile.