Osmanlı Devletinin tarih sahnesinden çekilmesi ile birlikte bu sahnede yerini alan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte milletin önüne kilitlenmiş, anahtarları paslanmış, ulaşılmaz süsü verilmiş, tabu görüntülerine büründürülmüş çok sayıda kapı konuldu.
Bazen bu kapılara yaklaşmanın çok tehlikeli olduğu havası verildi. Bu kapıların ardında olanların çok tehlikeli olduğu propagandası yapıldı. Devlet eliyle tabular oluşturuldu. Oluşturulan resmi ideolojiye bir din ve kutsallık görüntüsü verilmeye çalışılarak dokunulmaz kılındı.
Bugün bile Anayasa’nın bazı maddeleri için ‘’dokunulmaz ve değiştirilmez’’ deniyor. Çoğu zaman, bunlar niye değiştirilmez sorusunu sormak bile kolay olmuyor. Doksan yıldır milletin bilinç altına yerleştirilen korkular ve tabular, bu çok kolay olması gereken demokratik meselede, adeta kutsallık kazanmış gibi büyük bir imtiyaza sahip oluveriyor.
Kapıların arkasına konulan ve halka unutturulmaya çalışılan değerler yerine maddi, nefsi hususlar ve geçici hevesler konularak millet avutulmaya çalışıldı. Bu kapıları açmaya çalışan ve arkasında gizlenen güzellikleri milletin nazarına ve istifadesine sunmak isteyen insanların, başka kilitli kapıların ardına konularak susturulması için hukuk dışı her yola başvuruldu.
Devletin bütün kanun ve esasları, bu kapıları hep kilitli tutma esasları üzerine bina edildi. Yeni ve dünyevi, nefse ve heveslere hitap eden aldatıcı ve sefih bir hayat verilmeye çalışılarak insanları kandırma gayretleri yoğun bir şekilde gösterilmeye devam edildi. Oysa bu paslanmış kilitlerin arkasına saklanan, milletten gizlenen ve unutturulmaya çalışılan hususlar, milletimizin öz değerleri ve inançları idi.
Bu güne kadar gelen hükümetler, bu paslı kilitlerin açmak ve milleti kendi öz değerleri ile buluşturmak için çok ciddi çalışmalar yapmadılar. Bazı çalışmalar yapanlara da çok dehşetli bedeller ödettirildi.
Birkaç ay önce katıldığımız bir sohbetinde Abdullah Yeğin Ağabey, bu kilitlerle ilgili olarak Risale-i Nur’da da değişik vesilelerle ifade edilen bazı önemli noktalara temas etmişti. Abdullah Yeğin Ağabey, Türkiye’de fecr-i sadık’ın tamamen gelmesi için üç büyük engelin ve kilidin olduğunu, bunlardan birincisi olan Ezan-ı Muhammedi’nin (ASV) merhum Menderes tarafından aslı gibi okutulması ile açıldığını belirtmişti.
Abdullah Yeğin Ağabey, diğer iki kilidin de, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülerek asıl vazifesine dönmesi ve Risale-i Nurların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından resmen neşredilmesi olduğunu ve bunların da gerçekleşmesi halinde çok büyük fütuhatlar olacağını ifade etmişti.
Bu sohbetten sonra, konu üzerinde uzun süre düşündüm. Konu ile ilgili olarak bazı noktalar zihnime takılmaya devam ediyor. Bu üç tane ana kilit ile birlikte ve bunlara paralel olarak, halkı değerlerinden koparan ve uzaklaştıran veya halkın inancı ile tam olarak kucaklaşmasını engelleyen çok sayıda kilitli kapının bu milletin önüne engel olarak konulduğunu ve çok önemli ve hayırlı gelişmelerin bu şekilde engellenmeye çalışıldığını fark ettim.
Konu ile ilgili olarak birçok noktaya değinmek gerekir. Yirmi yedi yıl süren tek partili diktatörlük döneminde, her türlü baskı, devlet terörü, devlet tedhişine başvurularak halkın inancına, dinine, manevi değerlerine ve tarihine savaş açıldı. Zaten henüz tam olarak ortaya çıkmamış olmasına rağmen, zaman zaman kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Lozan’da bu milletin dini, inancı ve ahlakı rüşvet verildi. Lozan’da kurulan dehşetli tezgah, yerli işbirlikçileri vasıtasıyla kabul ettirildi ve bu millete dayatıldı.
Zaten Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra çok büyük bir hızla ve adeta yangından mal kaçırırcasına yapılan inanç katliamı icraatlara bakıldığı zaman, bu işin nasıl kararlı ve zalimane bir şekilde uygulama alanına konulduğu görülecektir. Lozan’da yapılan gizli antlaşmaların ve İslam düşmanlarına hangi sözlerin verildiğinin bütün açıklığı ile ortaya çıkmasını temenni ediyorum.
Konu ile ilgili olarak ortaya atılan iddialar, uzun zamandır devam etmektedir. Bu antlaşmanın gizli maddelerinin resmi olarak açıklanmasına kadar da bu iddialar devam edecektir. Bu iddialardan bir tanesi de Büyük Doğu Dergisi’nin 29. sayısında da, şu şekilde ifade edilmektedir:
“…Haim Naum, bu korkunç teşebbüse evvela Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferanslar vermek suretiyle başladı. Bu konferanslarda: Emperyalizm şerefine ‘’Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, ta içinden, kendi öz adamlarına yıktırmalarını’’ telkin ediyordu. Yani Masonluk hesabiyle Kur’an’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak, Haim Naum’un müthiş planı idi. Amerika’da bu zemini hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Gürzon ile temasa geçerek şu teklifte bulunmuştur:
‘’-Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben İslamiyeti ve İslami temsilciliklerini onlara ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ederim.’’
Büyük Doğu, aynı sayıda şunları da eklemektedir:
İngiliz Murahhas Heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:
‘’-Türkiye İslami alakasını ve İslami temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulus 11birliği etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini de kazanır. Biz de kendisine dilediğini veririz.
Büyük Doğu’nun ‘’Nihai Vesika’’ başlığı ile sözü şu sonuca bağlamaktadır:
‘’Lozan Muahedesinden sonra İngiltere Avam Kamarası’nda ‘’Türklerin istiklalini niçin tanıdınız’’ diye yükselen itirazlara Lord Gürzon’un verdiği cevap:
-İşte asıl bundan sonradır ki Türkler bir daha eski savlet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz…’’(Ahmet Kabaklı-Temellerin Duruşması)
Bu husus çok önemlidir ve böyle bir bilgilendirmenin ortaya çıkması ile birlikte, yapılan icraatların da hakiki mahiyeti ortaya çıkacaktır. Ve bunun sonucunda da kahraman ilan edilen bazı şahsiyetlerin, bu millete ve dine ne kadar büyük ihanetlerde bulunduğu da belki açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Öncelikle bu kilitlerle ilgili olarak tam açıklık ve şeffaflaşmanın sağlanması gerekir. Son yıllarda atılan çok önemli adımlarla birlikte, bu konunun tam olarak ve korkusuz bir şekilde ifade edilmesi için yeterli olmadığı görülmektedir.