Fırıncı Ağabey” ile “Çantacı Ağabey”, Ahmet Altan Bey’i ziyarete “gitmişler”... İlgili yazıyı bana da iletince genç arkadaşlar, merakla okudum. Her konuda aynı fikri taşımıyoruz Altan’la, onun asıl takip ettiğim yönü de zaten gazeteciliğinden çok edebiyatçılığı. Bir edebiyatçı olarak Ahmet Altan dediğinizde, söz masası renk kazanır. “Odundan Meyve” yazısını da böyle okudum. Lakin, bugünkü yazım kendisiyle, sanatıyla ilgili değil...
Ahmet Bey’i ziyarete giden “amca”lar zaten çok seviliyor. Pek çoğumuzun gözünde zaten birer ahir zaman evliyası gibiler. Toplumdaki genel hitapları “ağabey” olduğu halde, onlara niçin “amca” dediğime gelince, bir kere abilik için hakikaten yaşça çok büyükler, ikincisiyse daha özel... Gencecik yaşta kaybettiğimiz Gerçek Hayat Dergisi Yazı İşleri Müdürü rahmetli Ömer Faruk Yücel’le sevgili Hande Yücel’in nikahında görmüştüm ilk kez Fırıncı Ağabey’i, çok heyecanlanarak yanına “gittiğimde”yse şaşırıp heyecanlanarak, “Fırıncı Amca” diye hitap etmiştim de herkes gülmüştü. Bu böyle kaldı sonra bende...
***
“Gitme” ve “Gelme” konusu, bence sarsıcıdır, med-cezir gibi, Varlık ve varoluş gibi, kadın ve erkek gibi zorlu yamaçlara sürer zihnimi. Çünkü inişli çıkışlı bu iki kelimeyi birbirinden ayırıp yararak konuştuğunda, ciddi bir hiyerarşik söz düzlemi inşa eder insan. Bitiştirdiğindeyse fevkalade başka bir şey çıkar, mesela “gelgit” olur, insan ezberini allak bullak edecek bir hiyerarşisizliktir bu sefer de ortaya çıkan... Arif olanlar tevhidi, daha ortodoks düşünenler anarşiyi, sınıf bilincinden gidenlerse benim gibi mertebe takıntısını konuşurlar, gelmek/gitmek üzerinden...
Ariflerden olmadığım için, Fırıncı ve Çantacı Ağabey’lerin, “gelmesi” meselesini, onlara “gidilmesi” meselesinden ayırıyorum maalesef. İslami kanaat önderlerinin, birilerine “gitmesi”, tarihin her zaman önemsediği bir olgudur. Onlara kimin “gittiği” ise daha çok siyasetin... İslam tarihinin genel örfü; alimin, birilerine “gitmesi”ni, velev ki gidilen padişah, paşa dahi olsun, doğal/rutin bulmaz. Çünkü alimin hakkaniyete dair izzeti ve hakkı olduğu kadar halkı da temsil etme gücü, bu tip “gitme”lerle, içeriği iyi niyetli olsa bile gölgelenebilir... Ama zaten hem Fırıncı hem de Çantacı Ağabeyler, bizler alimlerden görsek de, kendilerini alim olarak takdim eden kişiler değiller. Halen Kur’anın talebesi, Risale-i Nur’un hizmetkarı olarak vazife süren, evliya tıynıyetli kimseler... Ayrıca, alçakgönüllülükleri, alicenaplıklarıyla da muhakkak ilgilidir, Ahmet Altan Bey’e “gitmiş” olmaları...
Peki bunca sızlanmalarım niyedir diyecek olursanız... İrfan ve tecrübe denizi olan büyüklerimizin, sohbet ve nasihatlerinden niçin dindarlar da istifade edemiyor derim. Öyle ya “ağabeylerimiz” gibi “iyi dindarlar”ın yanısıra, “kötü dindarlar”ımız da var... Ahmet Bey’in çizdiği iyilik/kötülük ekseninden cesaretle, mesela şöyle bir cümle kursam; “iyi dinsizleri seviyorum, onlarla konuşmayı seviyorum” desem kıyamet kopar. Dinsizler aa bize dinsiz dedi, ayrımcılık yaptı deyip darılırlar, dindarlarsa, allah akıl fikir versin kızım derler... .
Tebliğ konusunda evrensel bir başarıya sahip Nur Cemaati... Hepimiz üzerinde imani hakikatler ve güzel ahlak mevzularında hakkı ödenmeyecek hizmetleri var... Hariçten gazel okuyan biri olarak, cemaatteki dostlarıma bunu defaatle rica ettiğim için burada yazmakta da sakınca görmüyorum. Tamam, herkesle alaka kuruyoruz, selamı yaygınlaştırıyoruz da, kendi kendimizle ne zaman alakadar olacağız? Müslümanların kendi aralarındaki diyalog ne zaman gerçekleşecek?
Gelmelerle gitmeler, namaz kılanların arasında ne zaman başlayacak? Sevginin, nasihatin, hal hatır kadar uyarının, hasbihalin, musahabenin, ihtiyacını hepimiz duyuyoruz... Mesela Adnan Oktar Bey’le de görüşmeye, hal hatır sormaya gitse bazı büyükler... Ben cidden üzülüyorum hallerimize baktığımda. Ahmet Ünlü Bey ile de görüşülseydi, belki sürekli zemmedici, itham edici lisandan vazgeçerdi, bugün yaşadığı yalnızlık vuku bulmazdı... Altan’ın yazısını okuyunca, biz birbirimizle hiç konuşmuyoruz dedim...
Star