Asrımız bencillik ve sevgisizliğin tavan yaptığı bir zaman dilimi...
İnsanlar birbiri için fazla bir sevgi sarfetmek istemiyor.
Herkes, herkesten çok kendini seviyor.
Çekirdek aile kavramı çıktı çıkalı, gelin, kaynanayı hiç çekmez oldu, oğul, babayı saymaz oldu.
Herkesin sorunu kendine, işi kazancı kendine, keyfi kederi kendine...
Sorumsuz, duyarsız, kedersiz tipler çoğalıyor gün geçtikçe...
İnsanlar zenginleştikçe ya da kendi kendine yetecek düzeye geldiklerinde hesapsız gülücük bile vermez oluyor.
Şöyle samimi, şöyle açıktan, şöyle içinden geldiği gibi otokontrolsüz konuşamıyorlar...
Laflar, sorular, davetler, teklifler değişmiş artık.
Sözler yedi boğumu geçtikten sonra gün piyasasına çıkıyor...
***
Yukarıda anlattığım manzara bir bakış…
Bu sözü söyleyen ya da bu şikayette bulunanın kendisi bu haletten bu marazdan kurtulmuş değildir. Herkes aynaya bakar ve toplum hakkında yargıda bulunur.
Ama kimisi de der ki:
Hayır dostum yanılıyorsun hala iyi insanlar var dünyada. Hala Yaradan hesabına insanı seven yaşatan topluluklar var bu topraklarda. Gece gündüz demeden "hizmet" diyerek çalışan fedakar ruhlar var. Senin görmemen olmadığını ispat etmez. Ya da sen yanlış semtlerde geziyorsundur.
Hani Faruk Nafiz Çamlıbel der ya:
"Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek / Bizim diyarımızda binbir baharı saklar..."
***
İstanbul'u Anadolu insanına anlatan karakterlerde da bu farkı görürüz bariz biçimde.
Adam var, der ki:
Dostum İstanbul bir başkadır. Orada Ayasofya, Sultanahmet , Fatih, Süleymaniye var. Orada dine, imana hizmet eden vakıflar, cemaatler, örnek insanlar var. Eyüp Sultan'da sabah namazı kılmak dünyalara değerdir. Sonra üretim var, ticaret var, sürekli işleyen dolu dolu bir hayat var.
Bir başkası ise İstanbul intibahını şöyle nakleder ahbabına:
İstanbul'da insanın değeri yok. Hangi birini anlatayım; Mafyası uyuşturucusu, fuhuşu, ırkçısı, tinercisi... Yalnızsın bu şehirde. Evinde ölürsen altı ay sonra senden haber alırlar. Sonra herkes birbirine kötülük yapmak için fırsat bekliyor.
***
Oysa insan ne istediğini bilmelidir her şeyden önce.
Başkalarına karşı fedakar olmayı düşünmeyenin, samimiyet beklemeye hakkı yoktur.
Ölümü dahi başkasına yakıştıran ama asla üstüne alınmayan kör nefsi dinlersek, hep şekva eder dururuz.
Sürekli başkalarının bize karşı iyi olmaları gerektiğini düşünerek, mutsuz mutsuz yaşarız.
Ardından yalnızlık dostsuzluk, hırçınlık takip eder dünyamızı…
***
Nur eserleri bu anlamda insanın iç dünyasını restore etmektedir. Kişisel gelişim öğretileri bu kaynaktan beslenenlerde pratikliğiyle mevcuttur.
İnsanı eşyaya vahşi ve ecnebi olmamak için iman projeksiyonuyla hayata bakmaya davet eden bu derslerde güzel ilkeler bulunmaktadır. İşte iki tanesi:
“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır…”
“Muhabbete (sevmeye) muhabbet et, adavete (düşmanlığa) adavet et…”
***
Ülkeye, siyasete, eğitime , ekonomiye ve ahval-i aleme ait tüm işlerde bu iki bakış vardır her zaman…
Kimisine bakarsın her şeye rağmen dudağı düzelmez, alemi kendine borçlu sanır. Kimisine bakarsın, küçük sevinçlerle kanatçıklar takar uçar gönül semasından. İçi kan ağlasa da bunu dosta hissettirmez ve yüzünde tebessümü eksik etmez.
Sevinçler paylaşarak artar, hayırlı şeyler de… Bir sesin hava zerreciklerine binerek çoğalması gibi herkese yetişir güzellikler.
Gelin kara gözlükleri taşa çalalım. Sinemizi de, kollarımızı da Hakka açalım...
Kara gözlükleri taşa çalalım mı?
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.