On beş-yirmi yıl kadar önceydi. Televizyonda sahnede ünlü bir tiyatro sanatçısı ölümle ilgili konuşuyordu. Adeta ölümle dalga geçiyordu. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi sözler sarf ediyordu. Alaycı bir ifadeyle: “Çok beklersin beni Karaca Ahmet çok!” diye söyleniyordu. Yani demek istiyordu ki, “Ben daha çok yaşarım Karaca Ahmet Mezarlığı, sen beni daha çok beklersin.”
Tiyatro sanatçısı önemli bir ayrıntıyı kaçırıyordu. Evet, Karaca Ahmet Mezarlığı veya Zincirlikuyu Mezarlığı çok sabırlıydı ve beklemekten yorulmazdı. Nasıl olsa kimsenin kaçarı yoktu. Er ya da geç onunla kucaklaşma vakti gelecekti. Nitekim öyle oldu. O sanatçının da Karaca Ahmet ile kucaklaşma vakti gelmişti.
Ben o tiyatro sanatçısını hep merak edip, takip ediyordum. Eğer benden önce ölürse “Hah, diyecektim, işte Karaca Ahmet’le buluşma vaktin geldi. Karaca Ahmet sabırla bekledi ve seni kucakladı. Küllü atin garip (Her gelecek yakındır), sırrınca gelecek nasıl olsa geliyor. Hele yaş elliyi geçince şafak külliyen atıyor. Musa Eroğlu’nun dediği gibi “Aşağıdan, yukarıdan yolun sonu görünüyor.”
Yolun sonu er ya da geç gelecek ancak acaba bizi hangi vaziyette bulacak? İşte işin nirengi noktası budur. Yüce Peygamberimizin (SAV) “Nasıl bir hayat yaşıyorsanız öyle ölürsünüz. Nasıl öldüyseniz öyle de dirilirsiniz” şeklindeki Hadis-i Şerifinde buyurduğu gibi, yaşadığımız hayat tarzı ne ise, büyük bir ihtimalle ölüm bizi o tarz üzere yakalayacak. Yine hangi önderin hayatını prototip olarak kabul edip takip ediyorsak, onunla birlikte olacağız. “El Mer'u Mea Men eHabbe / Kişi Sevdiği İle Beraberdir” kaziyesince kimi seviyorsak onunla birlikte olacağız.
Sizi bilmem ama ben kâinatın efendisi Yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) Efendimizi çok seviyorum. Ona layık bir ümmet olmasam da, en azından elimizden geldiğince O’nun yolunu takip etmeye çalışıyorum. İnşallah ben de O’nunla birlikte olurum.
Tekrar başa atıfta bulunacak olursak, bahsi geçen tiyatro sanatçısını yadırgamıyorum. Aslında o sanatçı bütün nefisler adına öyle konuşmuştur. Aslında hiçbir nefis ölmek istemez. Ancak Ayet-i Kerimede zikredildiği gibi “Küllü nefsin zaikatül mevt/her nefis ölümü tadacaktır.” Ölüm alnımızın asla silinmeyecek bir yazısıdır. Ölüm konusunda ihtiyar bizim elimizde değil. O konuda bizler kaderin mahkûmuyuz. Cenab-ı Hak Azrail (AS)’a ne zaman “Şunun fişini çek” diye buyurursa, o zaman mutlak surette fişimiz çekilecek. Ama nefis, bu “kaziye-i muhkeme” olmuş; yani nihaî ve kesin hüküm haline gelmiş gerçeği nedense bir türlü kendisine yediremiyor. Kendisine yakıştıramayınca da, “Tul-u emel” yani emelini uzun tutmak, hırsla dünyaya yapışarak hiç ölmeyecekmiş gibi uzun emeller beslemek” vartasına düşme ihtimali artıyor.
Oysa insan olarak hepimizin, tul-u emelden ziyade “kasr-i emel” i beslememiz gerekir. Yani yaşama ümidimizi ve emelimizi kısaltmak, ölümümüzü yakın görerek dünyevî faaliyetlerimizi ona göre ayarlamamız gerekir. Heyhat, gel de bunu nefse anlat. Ne kadar zor değil mi, dostlar? Enaniyetimizden, nefsimizin bitmez tükenmez arzularından; yani bütün dünyevî emellerimizden fedakârlık etmek, ne kadar zor bir iş değil mi?
Oysa ölümün güzelliği bize görünse, ebedî bir saadetin anahtarı olan iman nuruyla ölüme baksak, bu dünyanın en büyük saltanatları nazarımızda ne kadar sönük kalır, değil mi? Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber” diyerek ölümü güzel karşılamaz mıydık?
Üstad Bediüzzaman, bu bağlamda, ölümü ne kadar güzel sevdiriyor. Ölümün hiçlik, yokluk, bozulmak olmadığını, ebedi bir saadetin anahtarı olduğunu ne kadar da güzel öğretiyor bize, değil mi? O halde, ölümü sevmek isteyen, Risale-i Nur’u okumalı. Risale-i Nur’un birçok yerinde, bilhassa “Mektubat” isimli eserin Yirminci Mektup, Birinci Makam, Yedinci Kelimesinde “Sizlere müjde! Mevt i'dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in'idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecma'ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır” diyerek ölümü bize ne kadar çok sevdiriyor: insanın ölüme karşı soğuk tavrını ne kadar da güzel yumuşatıyor, değil mi?
Ölümü böyle görmeyenlerin kulakları çınlasın. Tul-u emel besleyerek, kendilerini ölümsüz gören ve başkalarının ölümünü, kendi hayatlarının devamına basamak yapan bu Machiavelli’nin yolunda giden zalimler, ölümün pençesinden kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Karacaahmet’in mezkûr tiyatro sanatçısını kucakladığı gibi, bir gün ölüm sizi öyle bir saracak ki, kemikleriniz un ufak olacak. Vallahü Azizün Züntıkam/Allah intikam alıcıların en Azizidir.” O mazlumların intikamı sizden elbet bir gün alınacaktır. Mezaristan sabırla sizleri bekliyor.