Çeşitli zaman ve zeminlerde ders okur ve konuşmalar yaparız tâ lise sıralarından beri. Âcizâne beni en çok rahatsız edip sarsan ve tedirgin eden husus, anlattıklarımla yaptıklarımın arasındaki uyumsuzluklar, bazen de uçurumlar oluşudur. Hani yemekte dişlere bazen taş veya sert cisimler denk gelir de yemenin ahengini bozar, lezzetini alır, huzursuz eder insanı. Bu uyumsuzluklar da beni böyle rahatsız ve huzursuz eder. Hele Saff Suresinin "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz. Bu, Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır." mealindeki 2. ve 3. Âyeti aklıma geldikçe, bu huzursuzluğumuz daha da artar. Risale-i Nur'lara ve üstada itiraz edenlerin hiçbiri, onun berrak hayatına itiraz edemiyor. Niçin? İşte onun hayatında bu uyumsuzluk olmadığı için. Sünnet-i seniyyenin yani Peygamber Aleyhisselam gibi yaşamanın ehemmiyetini, ilk defa muknî bir şekilde Risale-i Nurlar öğretmiştir bana. Hatta o kadar deli divaneye dönmüş "Yok mu sünnet tarzı hayatı anlatan eserler?" diye, kitapçı kitapçı dolaştığımız olmuştur. Bu dönemde Ahmet Şahin Hocaya sorduğumuz suallerimiz sonrasında, "İslam ve Hayat" kitabının çıkmasına bile vesile olmuştu.
Anlattıklarınla yaşadıklarının uyumu, ahengi o kadar önem arz ediyor ki anlattıklarının dinleyiciler üzerinde müessiriyeti bile, ancak bu ahenk sağlayabiliyor. Çünkü o zaman sen daha bir rahat ve özgüvende oluyorsun. Ağzından çıkan kelimeler, iyice gerilmiş bir yaydan fırlayan ok gibi, hedefe daha çabuk ulaşıyor ve ulaştığı yerde bir dönüşüm ve değiştirmeye vesile oluyor. Yoksa havada hızı kesiliyor ve biraz da cılız odun parçasına dönüyor. Çünkü çıktığı ağız, çıkan kelimeye layık değil. O ağızda o kelime, iğreti duruyor.
Bu, biraz da iç dertleşmeye hepimizin az çok bulaştığımız, belki de farkında olmadan bazen de severek yaptığımız "gıybet ve kötü zan" konusundaki lakaytlığım sebeb oldu. Şöyle bir düşündüm de şakasının dahi yasak olduğu yalanı da bazen içinde barındıran gıybet ve gıybete giden yolların başındaki zannın kötü kısmı, bazı dönemlerimizde epeyce rağbet görmüş.
Bu "pis ve alçak silahın" yanımızda yöremizde gezmesi, bize bulaşmaması için, olağanüstü bir gayret, uyanık bir şuur, muhakkik ve müdakkik bir nazar, selim bir akıl ve keskin bir kalp taşımak şart arkadaş. Başlığı da onun için, öncelikle delik deşik olmuş, kararmış karar sayfama iyice kazımak ve aklın önüne her daim tutmak için "Karar Alalım, Söz Verelim" şeklinde tespit ettim. Bir karar alalım arkadaş, kime verdiğimizde müessir olacaksa, ona bir söz verelim. "İnatçı, hasid, kıskanç ve alçakların silahına" tenezzül etmeyeceğimize ve dilimize değdirip ağzımızı bir "söz yangınına" çevirmeyeceğimize artık bir söz verip and içelim, ne olur?
Bir yerde ya dinlemiş ya da okumuştum. Rabbimiz gıybet dışında bir şeyi "ölü eti yemek" gibi çirkin bir şeye benzetmiyor. En büyük kötü, kerih ifade Kur'an'da gıybet için kullanılıyormuş. Başka bir tespiti de âcizâne ben ifade edeyim ki "zan, gıybet ve ırkçılık" gibi önemli hususların yer aldığı 18 âyetlik "Hucurat Suresi" bile şu karmakarışık ve zıvanadan çıkmış dünyanın sulh ve sükûnu için kâfidir.
Kur'an okumalarımızda bu sureye gelince, geçemiyorum kolay kolay. Kendi âlemimi, lakayıtlarımı, dikkatsizliğimi, vurdumduymazlığımı hesaba katınca, işin içinden çıkamıyorum şahsen. Nasıl çıkayım ki küçük bir emarede hemen "zanna" düşen vehmimizin, ne kadar varlığımız varsa, onu ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bitiren gıybetli hallerimizin, bize gelen bir habere çok da tahkik etmeden atlayan aceleciliğimizin yakamızı tam bırakmadığını görüyorum. Adam bir hata etmiş ama pişman olmuş. Tövbe de edip kendini düzeltmiş. Onun arınıp düzlüğe çıktığı bir noktada, mâzide kalmış başkasının bu hatası, senin felaketin oluyor. Bu, nasıl bir kayıp ve aymazlık anlayamıyorum arkadaş. Hadi aklı susturalım, kalbe bir çizik atalım, sosyal hayatı bir kenara koyalım. İnsan da mı değiliz,o da mı kaybolmuş arkadaş? Şöyle benim gibi gıybet ehlinin ağzı kokmuş olsa, hangi eve girilebilir hangi caddeden rahat geçilebilir acaba?
İnsanın kendini geçelim, herkesin cemiyet ve cemaat içinde bir mânevî hayatı var. Gıybetle onun o mânevî hayatını dişliyor ve bitiriyoruz. Yani bir basit bir "ölü eti yemek" olayı gibi bir işlem değil arkadaşım. Bir kişinin cemiyet hayatındaki koskocaman itibarını silmek, onu mânen öldürmek gibi bir neticesi var bunun. Azı da çoğu da olmuyor. Azından kendini çekemeyen, çoğunun içinde buluyor kendini zaten. Bir kişiyi dünyada ademe atıyor ve yok ediyorsun. Fakat bilmiyorsun ki bununla, kendi iflasını ve bitişini hazırlamış oluyorsun. Bir hiç ve nefsin hoşuna gitmesi uğruna, dünyanı zedeliyor, uhrevî hayatını büyük bir iflasla karşı karşıya bırakıyorsun. Hem de telafisi olmayan bir iflasla.
Gıybetle, bize ehl-i İslama yüzer âyet ve ehadis-i nebevice emredilen "uhuvvet, ihlas, ittifak, muhabbet ve muavenet" gibi kat'i emirleri de hiçe saymış olmuyor muyuz? Gıybet ve kötü zannın olduğu yerde, "Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın." emr-i İlâhisi işler mi, düstûr olur mu? İhtilafı bitirecek ve neticede galebeyi getirecek bu müthiş maraz-ı ihtilafa karşı, "Birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz." düstûru kime söylenmiş? "Ayıplara karşı, gözünüzü yumunuz.' diyor. Ara sıra açınız da "ama, fakat, şu da var" gibi cümleler kurabilirsiniz, demiyor. Hiç kaçamayız arkadaş. Bunun kaçarı, ederi gideri, istisnası yok. Varsa da asır onları daraltmış, küçültmüş. Biz ise, ilaveler ve tevillerle yeni gedikler açıp mevziler kazanma peşindeyiz. Yok arkadaş yok. Düşmanın da olsa ona gıybetle ceza verme gibi bir "pis silah" kullanma aşağılığına düşme. Ayrıca "Bu dediklerim zaten doğru." sevimliliğine de sarılma. Zaten onun gıyabında söylediğim bu incitici sözü, gıybet eden de o sözlerin bu doğruluğudur. Yalan olsa, daha aşağı "iftiraya" düşer.
Şunu düşün ey nefsim! Adamın yüzüne karşı söyleme cesaretini gösteremediğin şeyi, onun yokluğunda söylemekle neyi hallettin? Ya da neyi halledeceğini düşünüyordun? Hiç. Sadece günah kazandın. Hem de en kötüsünden en bitiricisinden. Gel bizzat adamın kendine söyle de o da kendini düzeltsin. İş yayılmadan, uzamadan hallolsun, olmaz mı?
Evet dostlar, aman dikkat! Açık bir yer bırakma, bırakmayalım. Kendimizi kaptırmadığımız gibi, yanımıza yöremize de yaklaştırmayalım bu mereti. Bunun senin yanında olması da yapmak gibi bir şey çünkü.
Selam ve dua ile.