Kastamonu Ağabeyleri, Risale-i Nur’un inkişafı yolundaki gayretlerini yerine getirip çilelerini çekip bu dünyadan göçtüler ama yine Kastamonu’da düşünce dünyasına gözünü açan bir kahraman var. O kıyamete kadar yaşayacak. Kimdir diyecekseniz. “Bu Kainattan Halıkını Soran Bir Seyyah” olarak Bediüzzaman’ın kurmaca dünyasından varlık sahasına çıkan bir kahraman. Aramak dinin, sanatın ve felsefenin, ilimin en efsunlu ve etkileyici kelimesi. Hakkı aramak veya bir bilimsel keşfin yeryüzüne merhaba demesi için çabalayan nice alimler ve peygamberler gelip geçmişler.
Peygamberimiz (asm) de kainattan Halıkını soran bir seyyahtı. Hira dağına gidiş gelişlerinde bir kahraman olarak alemin sırrını çözmeye gayret etti ama insanın sadece böyle bir ihtiyacı hissetmesi yeterliydi. O sırrı vahyin ışığında Allah, Cebrail vasıtasıyla ona açtı. Bundan sonra Hz. Muhammed (asm) kanatin sırlarını ilahi bir deşifre ile yeryüzüne yaydı. Bu sırlar ve alemin büyük bilmecesi çözüldü. İnsanlar elemden, acıdan kurtuldular, dünyada emniyet içinde yaşamaya başladılar.
Bütün büyük eserler büyük çilelerden doğmuştur. Dünya edebiyatının hala okunmakta olan şaheserleri büyük sabırlar ve çilelerle ortaya çıkmışlardır. Karamazof Sibirya sürgününden çıkmıştır. Geçmiş Zamanın Peşinde yedi yıl bir küçük odadan çıkmak elinde olmayan bir astım hastasının izlenimleridir. Kemal Tahir’in birçok eserleri orta Anadolu’daki yıllarca çektiği hapislerden doğmuştur. Çünkü sanat ile zulüm ve ızdırap arasında doğru orantı vardır.
Kastamonu’da bütün çekilenler orada yazılan yedi şaheserin doğum sıkıntılarıdır. Bütün ızdıraplar bu dört büyük ve ebedi çocuğun doğum sancılarıdır. Herşey bitti, zalimler ahirete intikal etti. Mazlumlar Allah’ın şefkat kanatları altına girdiler bu büyük trajediden karlı çıkan yine Bediüzzaman insanlık tarihine dört büyük yorum ve eser bıraktı. Zulmün, inkarın küfür karanlığı ile karartmaya çalıştığı Anadolu seması bu eserler ile bütün zulüm ve inkar fırtınalarını sildi süpürdü.
Tevhid vadisinde Ayet’ül Kübra tekniği ile edebiyatın harikası olduğu gibi bilim yorumları tarihinde de büyük bir yenilik yaptı. Asırlarca bilimden inkarı doğuranların rağmına o bilimi Allah’ın sanatının delili olarak sundu. İslamın temalarını da mekan ve dialog mantığı içinde anlattı. Ayet’ül Kübra’da mekan bahsin orağındadır. Kuru ve yalın bir selef anlatımı değildir. 19. Mektup ve Ayet’ül Kübra’nın kurgu ve kurmacası büyük sanat münakaşalarına neden olacak ustalık numuneleridir. O günler gelecek, ben görmesem de hissettim, varsın olsun gelecekte.
Harp ve Sulhun kurgusu, Karamazof’un kurgusu kaotik olarak kabul edilir. Ya Ayet’ül Kübra nasıl kaotik olduğunu bunları munakaşa edenler anlar. Uğruna çileler, hapisler çekildi, sürgünler yaşandı. Demek bu kadar zulüm ve ızdırap böyle bir eserin doğum şarkısıdır, mevlidi kutsisidir. Mevlidi Şerif’ler nasıl peygamberimizin doğumunun ulvi şarkısı ise bu eser de Kur’an’ın ışığı ile dünyayı aydınlatmasıdır.
Bir Macar üniversite öğrencisi Ayet’ül Kübra’yı okur ve etkilenir. “Neden” diye sorarlar. “Ben Tolstoy’un romanlarını, batı romanlarını okudum ama tezleri zayıftı, kurguları suni idi. Bu eser hem kurgusu hem romansal dokusu hem de tezleri ile büyük bir eser bu yüzden onu etkilenerek okudum” der.
Bu kahraman bir yerden geliyor bu dünya misafirhanesine. O misafir “gözünü açıp baktıkça görür ki” yedi değişik perspektif ile dünyaya bakar. Dünya keremkarane, önümüze sunduğu her şey ikram etmenin estetiğine şekil ve muhteva güzelliğine sahip nesneler ve nimetlerle dolu. Onları öylece düzenleyen ikram etmenin bütün yönlerini verdiği nimetlerine yükleyen keremkar bir Zat. İkram etmekten hoşlanan ve her yönden insanı etkileyen nimetleri serdiği bir ziyafetgah seması ile arzı arasındaki canlılar ve insana hizmet eden olayları ile bir ziyafetgah. Çok insan dünyayı bir ziyafet sofrası görür, en kolay perspektif budur. Ama Bediüzzaman düşüncenin her çeşidine göre bakılan kainatı farklı yönlerden görmüş ve o şekilde anlatır.
İnsan azaları içinde alemin bütün güzelliklerini gören bir aza var, göz, ruhun bu alemi seyrettiği hassa. Göz seyretme ile donatıldığına göre seyredilecek şeyin de onu estetiğine değmesi, onu tatmin etmesi gerekir. Bu alemi seyreden ve ondaki sanat inceliklerini ruhun bir ünitesinden görmek için yaratılmış olan göz, dünyayı ve alemi, kainatı bir gayet sanatkarane düzenlenmiş bir teşhirgah olarak görür. Bir şeyi teşhir edecekseniz, teşhir edilecek niteliklerle donanması gerekir. Rububiyetin en önemli gayelerinden biri kainatın sahibi ve sanatçısı olan Sani’in herşeyi yaratmanın ötesinde sanatlı olarak yapıp insanın gözüne ve aklına ve dimağının şubelerine hitap etmesidir. Alem bir teşhir, bir gösteri salonu gibi düzenlenmiş, her şey Kur’an’ın tabiri ile bihakkın yerine konmuş. Herşey çok özel tanzimlerle yerli yerine konmuş. Bu bütün varlığın insanın tabi ondan önce sanatçısının nazarına arzıdır. Allah kendi sanatını seyreder bu teşhirgahta ve bayramda, resmi geçitte ama insan da hem seyreden hem de seyredilen bir canlıdır. Allah’a onun istediği ibadetlerini sunar en mükemmel şekilde ve Allah’ın onun nazarına sunduğu bütün varlıkları da düşünür ve tefekkür eder. Onların sanat incelikleri üzerinde düşünür. Bütün varlıklar onun gözünde ilahi bir sanat gösterisine sunulan mükemmel nesneler ve canlılardır. Kur’an bakmaya, görmeye ve düşünmeye çağırır işte bu sanatkarane düzenlenmiş olan kainata gelen insandır.
Dünya gayet haşmetkarane bir ordugah ve talimgahtır. Buradaki talimgah ve ordugah kafamızdaki ordu ve talim kelimelerinden uzak bir talim ve ordugah. İnsanlar yeryüzünde insan olmayı öğrenirler, talim ederler, bir ordu düzeni içinde varlıktan paylarına düşen görevi yerine getirirler. Mükemmelden öte bir ülkeye layık olmak için talim yaparlar. Bir düzen içinde çalışırlar. Bir milyonu aşkın görevleri ve silahları farklı canlı alemin insanın yaşamasına uygun şekilde çabalarlar.
Kainatın bir algılanış şekli de onun gayet hayretkarane ve şevkengizane düzenlenmiş bir seyrangah ve temaşagah olmasıdır. Hayret hissi insana görmesini bilen, düşünmesini bilen, önündeki objenin inceliklerini bilen insana verilmiş bir estetik histir. Sadece para ve aksesuar üzerinde hayret eden insan, alemin yaratılış inceliklerini görmek için hayret ile donatılmıştır. “Allah’ım hayretimi artır“ diyen Peygamberimiz (asm) bu inceliği bildiği için Rabbinden en istenilecek şeyi istemiştir. Geceleri çıkar semavata bakar ve “Bana ne kadar güzel bir misafirhane ve sanatlı seyrangah yaratmışsın“ diyen Allah Resulü ve ömrünün büyük bir kısmı bu seyrangahın inceliklerini düşünmekle ve yazmakla geçen Bediüzzaman.
Dünya insana hayret veren bir güzellikte düzenlenmiş. Hayret etmek sıradan durumlar için değil sıradanlığı aşan, insanı aşan orijinal görüntüler karşısında yapılır. Hayretin en önemli yansıtma şekli namazdır. Namaz bir hayrettir. Allahu ekber, Subhanallah ve Elhamdülillah Allah’ın sanatına yansımış büyüklük, azamet, incelikleri karşısında duyulan hayret hislerinin ifadesi içinden, Alahu Ekber demek ve başını yere koymak hayretin en sanatlı ifadesidir. Namaz hayrettir, insan ayakta durur, bakar, görür, düşünür ve yavaş yavaş secdeye kapanır. İşte hayretin en mantıklı ve İlahi tasarıma göre yapılan şekli. Bediüzzaman’ın namaza başlarken birkaç defa Alahu Ekber demesi bu hayretin yüzündendir, çünkü o en çok hayret eden adamdır.
Aynı dünya ve kainat “gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalagah”dır. Kainattaki olaylara varlıklara manalar yüklenmiştir. Bütün ilim, din ve felsefe bu manaları çıkarmak için uğraşırlar. Özellikle din, felsefe ve sosyal bilimler bu manaları görür ve ifade ederler. Ama manidarane demek varlıklara, olaylara yüksek manalar yüklemektir. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi insana yirmi dört saatlik bir yaşama süresi vermek içindir. O süreden ne kadar çok manalar çıkar. Güneşin etrafında dönmesi yine insana, insan hayatına endeksli dört mevsim vermek içindir. Ondan ne kadar manalar çıkar. Bütün ilim, din ve sanat bu mevsimler ve yirmi dört saat üzerine yüklenmiştir.
Aleme hikmetler yükleyen gayeler yükleyen bir hakimdir. Kendisi hikmet sevmese bu manaları hikmetin inceliklerini yüklemezdi. Bütün filozoflar ve doğulu filozoflar yani hükema bu manaları bulur ve ifade ederler. Bediüzzaman da kendisine gelinceye kadar kelam ve felsefenin çözemediği bilimin anlamadığı sayısız hakikatleri ve hikmetleri çözmüştür. Bu hikmet çözücüler bu hikmet sever İlahın da takdir ettiği kimselerdir. Çünkü kainatta en zor iş bu hikmetleri bulmak ve çözmektir. Bunun dışındakiler daha kolay olan perspektiflerdir.
Seyyah sırayla, semavatı, gezegenleri, sonra hava boşluğundaki bulut, hava, rüzgar, yağmur, şimşek ve gök gürültüsü gibi coğrafyanın olaylarını gözden geçirir, onlardan Allah’a giden hikemi yollar çıkarır. Bir coğrafyacı gibidir. Seyyah semadan yere iner, hazine-i rahmetin vagonu olan baharı düşünür, yavrulara gönderilen rahmet paketlerini tefekkür eder. Denizleri, nehirleri, ırmakları, pınarlar ve çayların hikmetlerini görür ve okur. Dağlar ve sahralara gider, onların hayata hizmetini mülahaza eder. Ağaçlar ve nebatların kapısını çalar. Çiçekler, yapraklar ve meyvelerin harika tasarımlarına sunulmalarına dikkat eder. Hayvanlar ve kuşların birbirine benzer yumurtalardan hayata merhaba demelerini görür. Bu yedi duraklı seyahat görsel ilimlerin duraklarıdır.
Sonra mana dünyasına geçer peygamberlerin kapısını çalar, alemin müşkül sırlarını çözen bu ilahi anahtarların birleştiği “Lailahe illallah” hakikatini yorumlar. Peygamberlerin kainat içinde şaşkın dolaşan insanlara getirmiş oldukları hakikatleri düşünür. Ülemalar, evliyalar ve kudsi mürşitleri ziyaret eder. İmanı billah, marifetullah ve muhabbetullahı tezekkür eder. Münevver akıllar ve selim kalpler ile görüşür. Sırlarına vakıf olur. Alemi gayba geçer vahiy ve ilham hakikatleri üzerinde düşünür. Dokuz basamaklı bir tefekkür merdiveni ile Peygamberimizi (asm) anlatır. Kur’an-ı Mucizül beyanı altı noktada tefekkürüne mal eder.
Hudus ve imkan hakikatlerini, teavün hakikatini, her tarafı işgal eden faaliyeti, tekellümü ilahiyi nazarlara verir.
İkinc babda tevhidin delillerini gözden geçirir. Uluhiyeti mutlaka, rububiyet-i mutlaka, kemalat, hakimiyet gibi hakikatleri aklın mutfağına sokar. Kibriya ve azamet hakikatı, Allah’ın fiillerinin ıtlak ve ihatası, nihayetsizliği gibi dinin fildişi kulesinde dolaşır. İnek, deve, keçi koyun gibi süt fabrikalarını, arı gibi bal fabrikasını, hurma ve üzüm gibi ilahi şekerlemeleri insanın nazarına veren ayeti mukaddeslerin bakışını şerheder.
Seyyahın gördüğü bir hakikat bir gözlem harikasıdır. Birbiri içinde on iki fiilin her biri bağımsız ama karışmadan ve bulaşmadan yaratılışları ve takipleri anlatılır. Kainatın tamamında birbiri ile bağımlı tam bir intizamın bulunması gözlemin bir başka boyutudur. Kainat öyle bir kitaptır ki kudretin altın kalemi çok güzel onları çizmiştir. Gönül ehli onda bir karanlık nokta bulamaz. Basit bir maddeden bütün mahlukların biçimleri, şekilleri ve suretlerinin açılması Fettahiyet hakikatıdır. Rahmaniyet hakikatı zemin yüzünü rahmetin binlerce hediyeleri ile doldurmuştur. Müdebbiriyet ve idare hakikati ise eşyayı yaratmadan önce planlayıp daha sonra onları idare etmesidir. Bir başka hakikat acıyıp varlıkları rızıklarını verme hakikatidir.
Bu büyük tevhid yolculuğunda kahraman bahsin sonunda mükemmel bir iman kazanır ve seyahati şöyle bağlar. “Elhamdülillah her yerde aradığım ve herşeyden sorduğum Halıkımın ve Malikimin vücub-ı vücuduna vücudunun gerekliliğine ve vahdetine, birliğine şehadet eden, O’nu gösteren Otuz üç hakikatı gördüm ve dinledim. Herbir hakikat güneş gibi parlak karanlık bırakmaz. Dağ gibi kuvvetli bir sarsılmaz. Ve herbiri tahakkukuyla vücuduna gayet kati şehadet eder ve ihatasıyla vahdetine gayet zahir delalet eder. Ve Sair erkan-ı imaniyeyi dahi içinde kuvvetli ikbat etmekle beraber mecmuu hakikatlerin icma ve ittifakı birleşme ve birbirini destekleme, imanımızı taklitten tahkike ve tahkikten ilmelyakine ve ilmelyakinden aynelyakine ve aynel yakinden hakkalyakine iblağ ediyor, çıkartıyor. Elhamdülillahihazaminfadli Rabbi.”
Dördüncü şua kendi deyimiyle gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissi, duygularının muhakemesi, duygularının boyutları ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî, imanın muamelesi ve gayet gizli bir mükaleme-i kalbi, kalbin konuşması suretindedir. Onun mütenevvi çok çeşitli ve derin dertlerine şifa olarak tebarüz etmiş ortaya çıkmıştır.
Bediüzzaman “bana tam tevafuk eden tam hissedebilir” diyor. Yoksa tam zevk edemez. Bediüzzaman’ın sığınma atmosferinini, Hasbinallah sigortasını aşk ve beka anlayışını, kimsesizliğini enerjiye çevirmesini, Hasbinallah ile nasıl şikayetten kurtulup mutluluğa uçtuğunu, üç ve dördüncü hasbiyelerde ise güzellik telakkisini ve farklı güzellikleri algılama tarzını anlatır. Bu güzellik telakkisi bütün büyük estetikçilerin varamadığı bir çok yönlülük arzeder. Teşehhüd Risalesi tahiyyattan miraca açılan namazın bir büyük penceresidir. Bütün mahlukatı bütün peygamberleri ve büyük insanları birlikte temsil eden bir namaz asansörüdür.
Münacaat hem vücub-ı vücudu, hem vahdeti, hem ehadiyeti, hem rububiyetin haşmetini, hem kudretin azametini, hem vüsat-ı rahmet, hem umumiyet-i hakimiyet, hem ihata-ı ilm, hem şumül-i hikmet gibi en önemle iman esaslarını harika bir icaz içinde fevkalade bir katiyet ve halisiyet ve yakiniyet ile isbat eder. Haşre işaratı ve bilhassa ahirdeki şiddetli işaratı çok kuvvetlidir.
Kastamonu hayatının bütün kahramanları kahramanlıklarını ifa edip maveraya göçtüler ama bu harika eserler insanlığı tenvir etmeye devam edecekler. Kastamonu mehdi ve deccal-süfyan mücadelesinin bir safhasıdır, galip kimdir ortada. Biri göstermelik bir şekli yenilik temennisi, diğeri ise ruhun yenilenmesidir. Nizamı cedidden beri yapılan bütün yenilikler şeklidir, ruhu yenileyen sadece Bediüzzaman’dır.