Kastamonu Lahikası çerçevesinde dünya hayatının aldatıcılığı

Mehmet EVREN

ÖZET

Dünya hayatının çok cazip ve tatlı olduğu bir gerçektir. Onun için insan kendini dünyadan bir türlü alıkoyamıyor. Aslına bakılacak olursa bu sevgi ve doyumsuzluk dünya ve âhiret hayatı gerçeğinin tam bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Kimisi dünyayı tamamen kötülerken, kimisi de tamamen dünyaya yönlendirmektedir. Hâlbuki her ikisine bir bütünün iki yüzü olarak bakılmalıdır. Bu görüntüyü yakalamak da Kur'an ve sünnet perspektifinden bakmakla mümkündür.

İkinci Dünya savaşında meydana gelen ve yokluğu fırsat bilen bazı şer odaklar, ehl-i imana geçim sıkıntısı sebebiyle psikolojik baskı yaparak etki altına almak istemişler. Bu nedenle Said Nursi Müslümanlara ve kendi talebelerine yol haritası olarak, Kur’an eczanesinden manevi reçeteler sunmuş ve bunlarla talebelerine ve ehl-i imana manevi bir destek olmuştur.

Anahtar kavramlar: Dünya hayatı, ahiret hayatı, dünya sevgisi, dünya-ahiret dengesi, Said Nursi, Kastamonu Lahikası,

Giriş

İslam Dini; dünya ve ahiret hayatını bir bütün olarak değerlendirir. Âhiret hayatını ihmal etmeyi kabûl etmediği gibi, dünya hayatından kopuk ve dünyanın ahiret'le ilgili belirleyici niteliğini göz ardı eden bir ruhanîliği de tasvip etmez.

İslamiyet her konuda ifrat ve tefrit gibi aşırılıklardan uzak bir dini anlayış getirmiştir. Ne tamamen dünyayı, ne de tamamen ahireti dışlamıştır. Ancak dünya hayatını insan ömrüyle sınırlı bir yer olarak yaratmış ve ahiret hayatına geçiş için bir basamak yapmıştır. Ancak ahiret hayatının ise dünya hayatıyla mukayese edilemeyecek derecede güzel bir hayat olduğunu nazara vermiştir.

Kur’an-ı Kerim, dünya ile ahiret arasındaki ilişkinin ölçüsünü: "Allah'ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî ahiret yurdunu imar etmeye çalış, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilikte bulun, sakın yeryüzünde bozgunculuk çıkarma! Çünkü Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas Sûresi,77) ayetiyle dört ilkede özetlemiştir.

Kur’an ve Hadisler Perspektifinde Dünya Hayatı

Dünya kelimesi, yaklaşmak, yakın olmak, iki şeyin bir araya gelmesi, gibi manaları ifade etmektedir (Yavuz, 2006). Kur'an'da ise ‘dünya hayatı’ yakın veya kısa hayat anlamına gelmektedir. Kur’an’ı Kerimde ‘Dünya’ kelimesi yüz on bir ayette, yüz on dört defa geçmektedir  (Kanık, 2014).

Dünya hayatının çok tatlı ve cazip olduğu bir gerçektir. Onun için insan kendini dünyadan bir türlü alıkoyamıyor. Aslına bakılacak olursa bu sevgi ve doyumsuzluk gerçeğin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an-ı Kerimde “Düşünseler şunu da anlarlardı ki; bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi!” (Ankebut, 64.Ayet) Başka bir ayette; “İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır.” (Hadid, 20.Ayet) buyrulmaktadır. “Kur’ân’ın dünya hayatı hakkında yaptığı bu oyun ve oyuncak benzetmesi çok manidardır. Nasıl ki çocuklar, oyuncak sahibi olduklarında veya onlarla oyun kurduklarında sevinirler, oyunları bozulduğunda veya oyuncakları kırıldığında üzülürlerse, büyükler de dünyalıklarıyla oyalanıp lezzet alır, bunlara bir zarar geldiğinde veya ellerinden çıktığında üzülürler” (Toprak, 2007).

Dünyanın çekiciliğini bildiren hadis-i Şeriflerde ise; Peygamber Efendimiz, (a.s.m.) “Dünyanın insan için bir imtihan vesilesi olduğunu” (Müslim, Zikir 99) ifade buyurmaktır. Ebu Hüreyre (r.a), Rasulullah’ın (a.s.m.): "Yanımda Uhud dağı kadar altınım olup da ondan bir miktar yanımda kaldığı halde (iki gün geçip) üçüncü bir gecenin geçmesini sevmem." (Mecmau’z-Zevaid) buyurduğunu söyler. Başka bir Hadislerinde ise "Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir." (Tirmizi, zühd 44, 2378)   buyurmaktadır.

Ayet ve hadislerdeki dünyaya bu olumsuz anlamların yüklenmiş olması, insanın bütün emeğini dünya hayatına hasretmesiyle ilgilidir. Yoksa bu olumsuzluğun sebebi dünyanın bizatihi kendisi değildir. Çünkü dünya yaratılış yönüyle en güzel şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla olumsuzluk insanın yaşadığı hayatın niteliğiyle ve ahiret hayatından uzaklaşmasıyla alakalıdır (Kanık, 2014).

Kur’an ve hadisler açısından bakıldığında kısaca dünya hayatının gerçeği böyledir.

Kastamonu Lahikası Çerçevesinde Dünya Hayatının Aldatıcılığı

Aç gözlülük, aşırı tutku, sonu gelmeyen arzu ve istek gibi manalara gelen hırs duygusu, yerinde kullanılmadığı zaman insanın en önemli meselesi olan ebedi hayatını kaybettirir.

Hırs duygusu doyumsuzluk hastalığına benzer. Onun dünyasında, doymak kavramı yoktur. Yüz yıllardır insanlığı ve dünyayı kasıp kavurmaya ve sömürmeye çalışan dessas ifsat ve zındıka komitelerinin icraatları hep bu duygunun olumsuz ürünleridir.

Dünyada meydana gelen savaşlar ve işlenen cinayetler ve sonu gelmeyen istekler hep bu hırsın mahsulüdür.

İşte Bediüzzaman hazretleri Kastamonu’da sürgün hayatı yaşadığı yıllar; hırslarına mağlup olan güçlerin dünyayı kasıp kavurdukları ve kana buladıkları İkinci Dünya Savaşının olduğu yıllardı. Türkiye, bu savaşa girmediği halde çok ciddi ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşamıştır. Böyle bir Türkiye’de, o gün Bedüzzaman Hazretleri’ne Kastamonu’da polis karakolunun karşısında göz hapsi ve sürgün hayatı yaşatılmış, Bediüzzaman ve talebelerine dâhili bir savaş başlatılmıştı. Ülkenin yıpratılması açısında bu dâhili savaş, harici savaştan daha büyük tahribata yol açmıştı. Bu dâhili tahribat ve psikolojik baskılarla ehl-i imana ve özellikle Bedüzzaman’a ve talebelerine çok çektirdiler. Bu psikolojik baskılarla ülke insanlarına, ehl-i imana ve özellikle Said Nursi’ye kendi tabiriyle “zalim Rus’un çektirmediğini çektirmişler.”

Bu yokluk ve yoksulluk bütün halkı etkilediği gibi Nur talebelerini de etkilemişti. Ancak Nur talebeleri maddi ve manevi olmak üzere iki savaşı ve kışı birden yaşamışlardı.

Said Nursi, ehl-i imana ve talebelerine manen destek ve teselli vermek için şahsi ve ictimai hayatta yol haritası olacak çok önemli ölçüleri ihtiva eden ‘lahika mektupları’ kaleme alır.

Bu mektuplarda Bediüzzaman, ülkenin ve özellikle Nur Talebelerinin içinde bulunduğu zor durumdan istifade edebilecek şer odakların, dünya hayatının aldatıcılığını kullanarak Kur’an hizmetine zarar vereceklerine yönelik: Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkit etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler. Derd-i maişet zaruretine karşı, iktisat ve kanaatle mukabele etmeye zaruret var. Menfaat-i dünyeviye, çok ehl-i hakikati, ehl-i tarikatı dahi bir nevi rekabete sevk ettiği için endişe ederim. Risale-i Nur şakirtleri içinde şimdiye kadar bu cihet onları zedelememiş. İnşaallah yine zedelemez.” (Nursi, S. 2012, Sayfa 275). hatırlatmalarda bulunur.

Yine başka bir mektupta, açlık ve kıtlık ile karşı karşıya olan ülkedeki geçim sıkıntısından Ehl-i dalâlet’in istifade edebileceğini ve bu durum karşısında ehl-i diyanetin de kendini mâzur bilip,  “Zarurettir, ne yapalım” diyerek dünyanın geçici menfatı için günaha girebileceğini vurgulamaktadır. Burada Bediüzzaman, İmam-ı Şâfiî’nin (r.a.) “Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim, çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur.” sözünden hareketle ve “Risale-i Nur’un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum.” diyerek Risale-i Nur şakirtlerinin, bu açlık ve zaruret musibetine karşı yine Nurlarla mukabele etmelerini tavsiye eder. Ayrıca Bediüzzaman; “Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devamla olur.”  (Nursi, S. 2012, Sayfa 249) diyerek önemine vurgu yapar.

Başka bir mektupta  “Bu asrın hayret verici bir özelliğinin de; dünya hayatını çekilmez hale getirmesi, yaşama şartlarını ağırlaştırması ve çoğaltması, zaruri olmayan ihtiyaçları görenek belasıyla bağımlı hale getirerek, zorunlu kıldığına” yer verir. Bu asrın dünya algısının “hayatı ve yaşamayı, herkes için en büyük maksat ve gaye yaptığını, onunla dini yaşantıya ve ahiret hayatına mani olduğunu veya ikinci, üçüncü derecede bıraktığını, bu işlediği hatanın cezası olarak da dehşetli bir tokat yediğini ve bununla dünyayı başına cehenneme çevirdiğini” vurgular (Nursi, S. 2012, Sayfa 139).

Yine bu çerçevede Bediüzzaman; "Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler." (İbrahim, 3. Ayet) “âyetinin işaretiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunduklarını” (Nursi, S. 2012. Sayfa 243) ifade eder.

Diğer bir mektupta ise talebelerine bu hususla alakalı farklı bir reçete ile:  Bu dehşetli ihtikârdan (karaborsacılıktan) çıkan kaht (kıtlık) ve galâ (yokluk) ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetiyle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi (ulvi olan dini duyguları) bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalâlete (dinden sapanlara) yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamaya, yardıma koşup vazife-i hakikiyesini (hakiki görevlerini) ikinci derecede bırakır. Onun için böyle sıkıntılı zamanlara uzun bir Ramazan nazarıyla bakıp, kanaat ve iktisatla karşılamak gerektiğini”  (Nursi, S. 2012. Sayfa 239) manevi yaralarını sarmaya çalışır.

İkinci Dünya Savaşı gibi çok trajik sonuçları olan bir dönemde, dünyanın siyasi havasıyla ilgilenmeyen Said Nursi’ye talebelerinin bu ilgisizliğinden dolayı sordukları soruya onun verdiği cevap, ahiretin dünya karşısındaki konumunun ne kadar değerli olduğunu göstermesi noktasında kayda değerdir.

“Evet, bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâva, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâva açılmış ki: Her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvayı kazanmak için bilâtereddüd sarfedecek(tir.)” (Nursi, S. 2012. Sayfa 269) sözleriyle dünyanın ebedi hayata nisbeten değerini ortaya koymaktadır.

Maalesef günümüz dünyasında yaşanan üzücü olaylar, “acımasız siyaset, kalbleri ifsad ve asabî ruhları azap içinde bırakmaktadır.” Türkiye’de ve dünyada meydana gelen dehşet verici olaylar karşısında Nursi, Müslümanlara şöyle bir reçete daha sunar:

“Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.

Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp her şeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.

İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risale-i Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.” (Nursi, S. 2012. Sayfa 153) ifadeleriyle bir Müslüman’ın dünyadaki olaylar karşısında göstereceği tavır ve bakışın nasıl olması gerektiği ölçüsünü verir.

Sonuç olarak: Bediüzzaman Hazretleri: Dünyanın cazibedar çekiciliği ile insanın yaratılışına konulan bir kısım duygular arasında bir münasebetin bir bağın bulunduğunu söyler. Ayrıca insanı dünyaya davet eden, his ve heveslerine hitab eden pek çok sebep ve gerektiricilerin de olduğunu ifade eder.

Üstad Hazretlerinin yaşadığı dönemde özelikle ehl-i imanı ve Müslümanları kasıtlı olarak dünyaya şiddetle teşvik eden bir düşünce de mevcuttu. Bunları muhatab alarak: "İnsanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevâsı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları ve çok dâîleri var. Hâlbuki bâkî olan ahirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bîçâre millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-i himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun" (Nursi, S. 2012. Sayfa 214).  uyarısında bulunur.

Demek ki dünyanın bu çekiciliği ve güzellikleri sürekli olarak, insannın tabiatında bulunan bazı duyu ve duygularına hitap etmekle, onları kendine çağırmaktadır. Dünyanın bu yüzü ile baki yüzü arasında bir zıtlık olduğundan, insanı dünyanın cazibedar güzelliklerine çağıran bu dailer ise, aynı zamanda ahiretten alıkoyan ve uzaklaştıran etkenlerdir.

Dünyanın sadece heva, heves, beden ve cismaniyete bakan yönü ile değerlendirilmesi kesinlikle doğru değildir. Bu noktadan Bediüzzaman Hazretleri ufuk açan harika bir yaklaşımla dünyayı üç yüzüyle kategorize eder.

Birinci yüzü: Cenâb-ı Hakk'ın güzel isimlerine bakar ve onların aynasıdır. Bu açıdan dünyaya bir sergi, bir seyir alanı; kâinatta yer alan ve İlahi isimlerin ihtiva edildiği bir kitap ve ondaki isimleri okuyarak mârifetullaha ve muhabbetullaha açılan bir penceredir. Bu yüzüyle dünya, Allah'ın sonsuz güzelliklerine ve Onun tecellilerine bir ayna olduğundan kötülenmeye değil aksine sevilmeye layıktır.

İkinci yüzü, ahirete bakar. Bir hadis-i şerifte de buyrulduğu üzere "dünya ahiretin tarlasıdır." Burada dünyada ekilenler orada biçilecektir. Yol azığı burada tedarik edilir. Cennete hazırlık burada yapılır. Ebedî saadet de yine burada kazanılır.

İşte bu her iki yönüyle dünya sevilmeye değer. Çünkü bu yönüyle, mü'minleri Allah'a götüren nurani bir merdivendir.

Üçüncü yüzü ise, insanın fâni heva ve heveslerine bakar. Bu yönüyle dünya karanlıktır,  pistir, çirkindir, geçici ve aldatıcıdır. Dünyayı bu yönüyle sevmek, insanı Allah'tan ve yaratılış maksadından uzaklaştıran, felakete sürükleyen oyun ve oyalanmadan ibaret bir yer olduğunu ifade eder. (Nursi, S. 2012. Sayfa 877)

Öyle ise insan; ahirette verilecek baki lezzetleri, geçici ve zehirli bala benzeyen gayr-ı meşru, peşin bir kısım zevk ve lezzetler uğruna, heder etmemeli! Maddi ve manevi hayatını tehlikeye atmamalı!  Dünya ve ahiret hayatını karartamamalı! Hayatını helal daire içerisinde sürdürmeli! Çünkü "Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur" (Nursi, S. 2012. Sayfa 29). Ne mutlu dünya hayatını ahiret hayatına basamak yapanlara!..

KAYNAKÇA

KANIK, C.,(2014)  Risale-İ Nur Perspektifinden Dünya-Ahiret Dengesi

Nursi, S. (2012). Kastamonu Lahikası. İstanbul: Söz Basım Yayın.

Toprak, M., (2007), Dini Hayatı Kemiren Tehlike: Dünyevileşme, Yeni Ümit.

YAVUZ, Ö. F., (2006) . Kur'an Perspektifinde Dünya- Ahiret Bütünlüğü. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi,

Nursi, S. (2012). Lem’alar. İstanbul: Söz Basım Yayın.

Nursi, S. (2012). Sözler. İstanbul: Söz Basım Yayın

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.