بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
[Üstadın Eskişehir'den sürüldüğünde, Kastamonu'ya varış tarihi: 29 Nisan 1936.
O gün perşembe idi.
Kastamonu'dan Denizli'ye sürgün tarihi; 26-27 Eylül 1943, Kadir Gecesi/Pazar-Pazartesi gecesi
Merhum Ziya Dilek Hatırası/BTB Said Nursi-N.Şahiner]
İkinci Mesele:
Ben hem kendimde hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum.
Sebebini vâzıhen bilmiyordum.
Nasıl maddî hava fena ise fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir.
Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddi teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor.
Müthiş arızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
***
EMİN’LE FEYZİ’NİN SORDUKLARI BİR SUALE ÜSTADDAN ALDIKLARI CEVAP
Sual:
-Bize verdiğiniz cevapta diyorsunuz: “Siyasî geniş daireleri merak ile takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.”
Bunun izahını istiyoruz.
Elcevap Üstadımız diyor ki:
-Evet, bu zamanda merak ile radyo vasıtasıyla, ciddi alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır.
Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur.
Evet, ben kendim gördüm:
Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hatırı için böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?
***
İKİNCİ MESELE
(2.Dünya Savaşı'nda neden tarafsız kaldık ve savaş biterken İngiliz blokuna dahil olduk?)
-Yirmi sene evvel tabedilen Sünuhat Risalesi’nde, hakikatli bir rüyada âlem-i İslâm’ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir.
O zaman, o manevî meclis demiş ki:
“Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”
Cevaben eski Said demiş ki:
-Eğer galip olsaydık medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi.
Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti.
İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi.
Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra yine gecede:
Gelen cevap manevî canibden geldi.
Bana denildi ki:
-"Sen, yirmi sene evvel (1939) manevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır.
-Yani eğer galip taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi âlem-i İslâm’a, mevâki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti.
Üç yüz elli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.”
***
Manevî bir ihtar ile bir iki ince meseleyi size yazıyorum:
BİRİNCİSİ
Geçen ramazan-ı şerifte, Ehl-i Sünnet’in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususi iki sebep ihtar edildi:
-Birincisi: Bu asrın acib bir hâssasıdır. (Hâşiye)
Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane affetmesi ve bir tek haseneyi ve binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan bir tek haseneyi görse ona bir nevi taraftar çıkmasıdır.
Bu suretle; ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil taraftar ile ekseriyet teşkil ederek,
ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstahakız derler.
Evet, elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var.
Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama’ ve hafif bir korku ile tercih edilse eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstahak eder.
Hem âlîcenabane affetmek ise yalnız kendine karşı cinayetini affedebilir.
Kendi Hakkından Vazgeçse Hakkı Var;
Yoksa, başkaların hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bakmaya, hakkı yoktur, zulme şerik olur.