Risale Haber - Haber Merkezi
Risale Akademinin düzenlemiş olduğu "Kastamonu Müzakereleri-3" Risale Akademi Konferans salonunda yapıldı. Sabah saat 09.30'da başlayan program, sunumlar ve müzakerelerin ardından 16.00'da sona erdi.
Program'da sunum yapan Eğitimci Yazar Ali Irmak, "Korkutan Zamanın Çarpışmaları" sunumunda Kastamonu Lahikası'nın 33. ve 34. mektuplarının tahlilini yaptı.
Ali Irmak'ın makalesini okumak için lütfen tıklayınız
Irmak'ın yaptığı sunumdan kısa kısa...
Korkutan Zamanın Çarpışmaları
- Risale-i Nur çok zor şartlarda ama kolay şekilde yayılmıştır. Bu kolay yayılışın arkasında birçok keramet kendini göstermiş ve talebeleri mektuplarında bunlara yer vermişlerdir. Risale-i Nur’da ele alınan kerametler talebelerinin kuvve-i maneviyelerini takviye etmek içindir. İlahi bir ikramdır. 33. Mektup, talebeleri tarafından yazılmış ve iki kerameti içinde barındırmıştır. Bu mektubu önemli kılan o zor şartlar altında talebelerinin bu kerametlere yüklediği anlamlardır.
- Talebelerin gözlemlediği ikinci keramet ise bir fare ile ilgilidir. Olayın geçtiği şartları talebeleri “Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda, casusların ve taharrî memurlarının evhamları ve tecessüsleri Üstadımızın menzilini sarması dakikasında” diye çok güzel tarif ederler. Zaman gerçekten korkutmaktadır insanları. Küfür şahıs olmaktan çıkmış cemaat hüviyetine bürünmüştür. Tüm kuvvetiyle saldırmaktadır. Denemedikleri yol, oynamadıkları oyun kalmamıştır. Bu kadar baskıların olduğu bir dönemde “Risale-i Nur’un intişarına karşı gelen bütün düşman ve casuslara mukabil bir tek farenin çıkarak, plânlarını zîr ü zeber ettiğine” şahit olurlar.
- Bu mektuptan çıkarılacak sonuçları şu şekilde ifade edebiliriz.
· Talebeleri zamanın ağır şartlarını farkındadırlar ve buna göre hareket edebilecek kabiliyettedirler.
· Kendi nefislerinden çok kardeşinin nefislerini düşünecek yapıya sahiptirler. Birbirlerine karşı saygılıdırlar.
· İnayet altında olduklarını bilecek, kerametleri görecek kadar basiretlidirler. Kerametler onların kuvve-i maneviyelerini arttırıcı bir güçtür.
- 34. Mektup ise; “On Dokuzuncu Sözün âhirinde Kur’ân’daki tekrarın ekser hikmetleri, Risale-i Nur’da dahi cereyan etmesi”nden bahseder.
- "Risale-i Nur, Kur'an-ı Mu'cizü’l-Beyan'ın bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir." bu ve benzeri ifadelerde Üstad, Risalelerin Kur'an'ın manevi mucizesi olduğunu söyler.
- Kur’an’a bağlı olan Risale-ı Nur’ların da Kur’an’a ait özellikleri içinde barındırması kadar doğal bir şey olamaz.
- 34. Mektupta Bediüzzaman; “Herkes her vakit Kur’ân’a muhtaçtır. Fakat herkes, her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sûreye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’âniye ekser uzun sûrelerde derc edilerek, her bir sûre küçük bir Kur’ân hükmüne geçmiş. Demek, hiçbir kimseyi mahrum etmemek için haşir ve tevhid ve kıssa-i Mûsâ(a.s.) gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.” diyerek Kur’an’ın bir mucizesine dikkat çeker.
- Bediüzzaman devamla, bu zamanda herkesin Risale-i Nurlara da muhtaç olduğunu söyler. Kur’an gibi risalelerde de tekrarlar olduğunu ve bunun iradesi dışında yazdırıldığını belirtir. Bunun hikmetini de Kur’an gibi herkesin risalelerin tamamını elde edemeyeceğinde görür. Bunun çözümünü Kur’an’a dayanarak, “Fakat (Risale- i Nur’un) umumunu elde edemez. Elde etse de tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu meseleleri onda okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalâasını tekrar eder.” şeklinde bizlere sunar. Burada asıl dikkat çeken husus talebelerinden bir risalede veya bir konuda uzmanlık yapmasını istemesidir. Fıtratlarına göre bir risale de uzmanlaşan bir talebe diğer risaleleri de daha kolay anlayacaktır. Bunun en güzel örneği tıpta uzmanlıktır.
- Bediüzzaman içinde bulunduğu asrın acip olduğuna vurgu yaparak iman ve küfür mücadelesinin en son noktaya ulaştığını, zirve yaptığını, bu zirvede mücadele ettiğini dile getirir. Bunu da verdiği örnekle çok güze açıklar. Bu örnek yukarıda sorulan soruya çok güzel bir cevaptır. Örnekte iki taburun çarpışmasından bahseder.
- Bediüzzaman verdiği örnekte her şey gayet açık ve anlaşılırdır. “Ehl-i dalalet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mayasıyla bir şahs-ı mânevî ve bir ruh-u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Her bir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me’yusâne çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti.” Mektubun haşiyesinde ise Bediüzzaman “İmam-ı Ali (r.a)’ın, Âyetü’l-Kübrâ risalesini keşfen gördüğünü ve ehemmiyetle gösterdiğini söyler.
- Bediüzzaman mektubunu “Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz, tâ o sırrın bir hülâsası görünsün.” şeklinde bitirir. Mektubun-mektupların her okunuşunda ve hayata tatbik edilmesinde yeni sırlar ortaya çıkacaktır. Bu da Risale- Nur’un diğer eserlerde rastlayacağımız bir özeliliğini gösterir.
- Sonuç olarak;
· Risale-i Nur Kur’an’ın manevi bir mucizesidir. Aynı metodları kullanır.
· Herkes kabiliyeti doğrultusunda bir risalede uzmanlaşabilir.
· Bu zamanda herkes Risale-i Nur’a muhtaçtır. O şuurla hareket edilmelidir.
· Karşımızda cemiyet ve komitecilik ruhuyla hareket eden bir cemaat olduğunun şuurunda olmalıyız. Buna karşı da bir cemaat ruhuyla hareket etmeliyiz. (Şahs-ı manevi ile hareket)