Bediüzzaman, her yerde olduğu gibi Kastamonu’da da çok büyük zulümlere maruz kalmasına rağmen zulmedenlerle uğraşmaz. Medresenin açılmasından sonra ona gerekli yaranları, nur hizmetine ve özel hizmetlerine Allah gerekli şahısları gönderir. Medrese açıldıktan sonra, talipliler gelir. Arkasından Münacaat ve Ayet’ül Kübra, Ayet-i Hasbiye ve Tahiyyat risalelerini yazar.
Kastamonu Lahikası Kastamonu’dan talebeleri ile mektuplaşmalarını ihtiva eder, onları teşvik eder, isim isim sayar. Kuvvetli bir hafıza ve insanlara değer veren bir kadirbilirlik ile Kastamonu’ya gelinceye kadarki beldelerdeki hizmet rükünlerini sayar. Onlara müjdeli haberler verir. Özellikle mektupların başında teşvik edici ifadeler kullanır. Tarihte görülmemiş bir dava adamı yetiştirme tarzını takip eder. Davaya en küçük katkıda bulunan insanları bile anar, tebrik eder, dua eder. Onun gibi bir insan ne gelebilir, ne de görülebilir. Onun yaptıklarını, çektiklerini görünce insan kendinden utanıyor, “biz ne yapıyoruz” diyor.
Mehmet Feyzi Efendi, askerlik dönüşü Üstad’ı ziyaret edip iltifatına mazhar olduktan sonra ona öylesine bağlanır ki bir daha hiç yanından ayrılmaz. Yedi yıl onun hizmetinde bulunur. Üstadın deruni ve ulvi hallerine şahit olur. Denizli ve Afyon hapislerinde onunla birlikte çile çeker. Hatta tırnaklarını kesecek kadar ona hizmetkardır. Üstadın yanında değerlidir. ”Selef-i Salihin Mehmet Feyzi Efendi gibi bir talebem olduğuna gıpta ediyorlar” der.
Kastamonu’da çok baskıya ve zulme maruz kalınır. Bir aylık zamanı bir yıl hapse bedel, şartlar son derece ağırdır. Kendi ifadesiyle “fevkalade bir dikkat ve tazyik ve tecrid altında”dır. Suikasttır ama o yine iyimserdir. “Her günümü bir ay kadar mesudane bir ömre çevirdi“ der. Ne olursa olsun imha edilmesi yolunda kararlar verilir. Polislerden izin alıp abdest ve su ihtiyacı için karakoldan dışarı bile çıkmasına müsaade edilmez. Alman kilidi ile kapanan kapıdan çıkar abdest alır. Nasrullah Camii’nden gelir. Polisleri göstererek “kardeşim Mehmet bunlar ne sana ne bana bir şey yapamazlar” der.
Karakolun karşısındaki eve geçer, evin arka sokağına bakan kısmından duvar delinir ve giyecek, yatacak, birkaç parça eşya sokulur. Eşraftan bir heyet valiye rica ederler. İlk üç senedeki sıkı takip haberleşmeye engel olur. Üç sene her şeyden tecrid edilir. Yazdığı mektubu gönderemeyip üç yıl ceketinin cebinde bekletmiştir. Altı yıl sonra biraz serbestlik elde edilir, giren çıkana müsaade edilir. Çaycı Emin ile Mehmet Feyzi Efendi gelir giderler. Üstad eve elli metre yakın çeşmeye gelir ibriğine su doldurur. Kadınlar yana çekilerek ona yol verirler. Bu Honsalar Çeşmesinde onu taşlatırlar iğfal edilen çocuklara. Onların taşlamalarına tebessüm eder “Bunlar bana Yasin süresindeki bir sırrı anlatmaya vesile oldular” der. Ne kadar iyimser, bu cümle yetmez anlatmaya. Orada Yundu Eşeği diye bir eşeğe biner. Açık Maslak denilen tarafa ve Çuhadaroğulları Deresi denilen yere doğru gider. Açık Maslak‘da orada ders yapar çay demlerler.
Evde fareleri öldürmez, onları besler, ufacık yavru fareler ondan kaçmaz pencerenin önünde dururlar. Onu ziyarete gelenler tesbit edilir, hesaba çekilir, dayak atılır. Çoğu insanlar evin önünden geçmeye bile cesaret edemezler. Ziyarete gelenlerin irtibat merkezi Çaycı Emin’dir.
Selahattin Yücelioğlu, baraja giden yol üzerinde bir bahçe alır ve üstadı oraya davet eder, ikramda bulunur. Üstad akşam giderken “Allah çok versin, toprağı nur olsun, meyve ve sebzeleri gani olsun” diye dua eder. Yenge Hanım “o sene yemişleri toplaya toplaya bitiremedik, o sene önce görmediğimiz bir bereket oldu” der.
Üstad, sürgün. 1936’da Kastamonu’ya sürgün edilir. “Kastamonu nurların ikinci bir intişar merkezi olarak” tarihe geçer. Cumhuriyetin zulüm şehridir Kastamonu. Şapka devriminde yapılanlar 31 Martta asılanlar gibidir. Maziye dair bütün şeyleri tahrip etmeye kararlıdır, kafasız yeni kafalar. Ayetlerin yazıldığı mezar taşlarını kanalizasyon yapımında kullanırlar, ameleler tarafından lağımlara döşendiğini görünce Bediüzzaman öyle bir hiddetle kükrer ki Ermeni ustalar neye uğradığını şaşırır kaçarlar. Ordaki memurlar da kaçarlar. Araba pazarındaki polis karakoluna teslim edilir. Karakolun merdiven altındaki dar ve izbe bir yere yerleştirilir.
Kastamonu’ya gidişini anlatır. “Bir zaman ihtiyarlık vaktinde Eskişehir hapsinden bir sene cezayı çekip çıktım. Beni Kastamonu’ya nefyettiler. Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler.” Cümleye bak, tam bir iyimserlik numunesi. “Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler.” Polis karakolunda misafir mi olurmuş? Bütün kelimeler ve cümle neler söylüyor? Misafir, en kaba muamelelere maruz kalan bir şahıs bu tarz hareketleri misafir kelimesi ile yansıtıyor. Ne kadar iyimser, sağa sola sataşmadan, kendine sataşsalar dahi bir şey söylememek. “Bana sen şuna buna niçin sataştın diyorlar, farkında değilim, karşımda büyük bir yangın var alevleri göklere yükseliyor içinde evladım yanıyor, o yangını söndürmek için koşuyorum, ayağım ona buna çarpmış ne ehemmiyeti var, dar düşünceler dar görüşler.”
Nurları telife başlar, ne yapsalar yazmaktan gayretten vaz geçmez. Aslında bu kadar velveleye ne gerek var. Bir yazar kitaplarını yazıyor. Bu kıyamete ne gerek var? Tarihte milletlere, cihana ilmi öğreten bir milletin çocukları bir yazara görülmedik zulmediyor. Ayet’ül Kübra ilimler ile kainat ve sanat-ı ilahiyi anlatmada tefekkür tarihinde bir ihtilaldir. Münacaat, Divan şiiri ve dindeki münacaat anlayışına da bir ihtilaldir. Varlığın fonksiyonlarını anlatır, o fonksiyonları onlara yükleyene onların dili ile dua eder. Tahiyyat bahsi namazın alabildiğine derinliğini anlatır. Ayeti Hasbiye onun kendinden bahsettiği ruhunun psikobiyografisi ve otobiyografisidir. Ona benzemek isteyenlerin rehberidir. Kırkıncı Hoca bazen kendisi için bana okuttururdu.
Medrese açılınca talebeler sevki ilahi ile gelmeye başlarlar. Mehmet Feyzi Efendi mektebin en önemli gözde talebesidir, vatani görevini tamamlayıp Kastamonu’ya dönünce onunla tanışır ve ona yedi sene hizmet eder. Bu zaman zarfında eserlerin tamamını yazmış, hem de onları yazarına okumuştur. Üstadı Bediüzzaman bu birinci talebeye “sır katibi“ ünvanını vermiştir. 1943’te onunla birlikte dokuz ay Denizli hapsinde yatar. 1948’de Afyon hapsinde yine onunla kalır. 4 Mart 1989’da Üstadına kavuştu, darı mihmet ve meşakkatten ayrıldı.
Onun halkasına takılan ikinci talebesi Yemen Efendi, Kastamonu’daki rolü ile Çaycı Emin’dir. Mehmet Feyzi Efendi onu “Çaycı Emin ümmi olduğu halde öyle bir sadakat gösterdi ki kemal-i ihlas sahibiydi. Yüksek bir meziyeti vardı. Benden üstündü” der. Öğrenci kadrosuna şarktan sürgün edilip Kastamonu’ya gelir. Nasrullah Caminin şadırvanında çaycılık yaparken Bediüzzaman’a katılır.
1936’nın baharında Kastamonu’ya jandarma refakatinde götürülür Bediüzzaman. Aynı yıl içinde Çaycı Emin ile tanışır. Allah onu yalnız ve sahipsiz bırakmaz. Bediüzzaman’ın eli kolu olur, ihtiyaçlarını karşılar, her türlü zulme göğüs gerer. Dokuz ay Üstadla birlikte Denizli hapsinde kalır. Bediüzzaman kurguladığı bir yatağını satma olayı ile Emin Bey’i her gün kendine uğrar hale getirir. Emin bey hergün Bediüzzaman’dan satın aldığı yatağının kirasını almak için onun yanına gelir ve bu şekilde ihtiyaçlarını giderir. Aynı yıl içinde 1936‘da Ahmet Nazif Çelebi Bediüzzaman’ı ziyaret eder, mıknatıs gibi onun tesir alanına girer. Hizmet onunla İnebolu‘ya uzanır.
Nazif Çelebi Çaycı Emin’e uğrar. H. Tahiri’nin oğlu Ahmet Kuzu’yu arar. Kuzu’nun oğlu Selahattin’in tarif üzerine Karadağ’a gider. Üstad’ın yanına oturur, o bir eser tashih etmektedir. Yarım saat sonra tashih biter. Bediüzzaman ona yazı yazıp yazmadığını söyler yazısını görünce “Maşallah keçeli güzel” der.
Kastamonu bir merkez durumuna gelir, civar vilayet ve kasabalara nurların intişarını sağlar. Ahmet Fuat Eflani’nin Kur’an davasının merkezi olmasına sebep olur. Mustafa Oruç Ramazanoğlu, on beş yaşındadır. Abdullah Yeğin ağabeyinin vasıtasıyla üstadı ziyarete giderler. Küçük Sözleri Dokuzuncu Söze kadar yazıp Üstada okurlar. O sırada Üstad’ın hizmetinde Mehmet Feyzi Abi vardır. Onun vasıtasıyla yeni yazıyla yazmak için izin isterler. O da “Senin hatırın için müsaade var“ der. Ramazanoğlu anlatır: ”Üstad’la orada iki sene görüşme fırsatı buldum. Ayrılırken bize bir hatıra vermesini istemiştik. O da Osmanlı Türkçesiyle yazılmış bir Tarihçe-i Hayat, Münacaat Risalesi ve mendilini vermişti. Kendisine has bir namaz kılışı vardı, tekbir getirince adeta sarsılırdı. Bize namazı özellikle de farzları kılın derdi.”
“Yazıyorsun, sana bir risale vereyim yazar mısın” der. Birden dokuza kadar küçük sözleri verir. Medrese üniversite yeni bir talebe kazanmıştır. İnebolu’ya risaleler böyle girer. Onu Bediüzzaman şöyle anlatır. ”Nazif’in sarsılmaz sadakat ve irtibatı ve kuvvetli ümitleri bize tam bir nefes aldırdı.” Naif Çelebi ile oğlu Selahattin’in iki kahraman olarak niteler onları ümidinin fevkinde görür. Okul açılınca Feyzi, Emin, Hilmi, Sadık, Nazif, Selahattin gibi nurun kahraman şakirtleri nurların neşri ve teksiri için o medreseye devam ederler. Okul açılmıştır kitaplar basıma girmiştir, yazanları dağıtırlar. Üstelik onlarla müzakere-i ilmiye yaparlar. Bediüzzaman gençliğindeki eski talebeleriyle kıymettar müzakere günlerini hatırlar. Bediüzzaman yazar, okur, tashih eder ve müzakere eder.
Nazif Çelebi’nin oğlu Selahattin Çelebi Bediüzzaman’ın Kastamonu’ya gelmesinden iki yıl sonra 1938’de ölür. Onu nurun kahraman şakirtlerinden olarak isimlendirir. Sadakatine ve sebatına fırtınalar hiç tesir etmez, baba oğulu Isparta kahramanları gibi sarsılmaz görür. Bediüzzaman hasların hayatını Risale-i Nur’a ait görür. Onu tam bir Abdurrahman olarak telakki eder. Denizli ve Afyon hapsine girer.
İbrahim Mırmır, Büyük İbrahim, 1937 yılında Nasrullah Camii’nin kahvecisi Emin Efendi‘den üstadla görüşmek istediğini söyler. Yanına varınca Üstad ondan Nazif Çelebi’yi sorar, “kitap vereceğim ona götürür müsün“ der. “Ben de götürebileceğimi söyledim, kitapları bir çimento torbasına koydu, Bunları Nazif Efendi’ye götür dedi” der. İnebolu Hapishanesinde daha sonra Afyon hapsinde yatar.
1938’de Tahsin Bey doğudan sürgün edilir. Şeyh Fakirullah’ın torunlarındandır, o da sürgündür. Bediüzzaman’ı ziyaret eder ve talebesi olur. Taşköprülü Sadık Bey de üstadın yemeğini pişirir ve onunla Denizli hapsinde dokuz ay yatar.
Hıfzı Bayram 1942‘de Üstad ile tanışır. Üstad Hıfzı Bayram’ı harika sadakat ve alakadar görür. Hizmet böylece Safranbolu’ya kadar uzanmış olur. Onun hanesini küçük medrese-i Nuriye olarak niteler. Denizli ve Afyon hapislerinde yatmıştır üstad ile birlikte. Hilmi Bey vali Avni Doğan’ı öldürmek için giderken Bediüzzaman’ın himmeti ile geri döner ve halis bir Nur talebesi olur. Onun hatırı için içişleri bakanı Hilmi Uran’a beddua etmez Bediüzzaman. Taşköprülü Sadık Bey, Plevne kahramanı Sadık Paşa’nın torunlarındandır. kahramanlık damarı irsi olan bu şahıs bir kahramanın yanında yer alır. Denizli hapsinde dokuz ay kalır. Üstad’ın yemeğini kendi elleriyle pişirir. O dönem talebeleri toplumun telakkilerine zulmüne baş kaldıran iman ve kahramanlık, cesaret abidesi insanlardır.
Mustafa Osman, Ahmet Kureyşi, Halit Akmansü, Hacı Mehmet Nuri Acar, Hacı Dursun Özçelik, Hacı İhsan Ertem, Bediüzzaman’ın halkasına takılan fedakarlar kafilesinin diğer şahıslarıdır.