Kastamonu Yolu Bir Yeşil Yol - 2

Afife ARTIK

Kastamonu Lahikası Sempozyumunun son günü idi. Sabah kahvaltı yapmak niyeti ile çarşı istikametine doğru yürümeye başladım. Bir sokağın köşesinde “develi han” yazısını görünce o istikamete doğru gittim fakat hana erişemedim. “Hafız konağı” nın kapısını çaldımsa da açan olmadı. Vakit erken olduğundan diye düşündüm. Sokak aralarından harika ve fakat ne yazık ki bakımsız eski konaklar arasından giderken bir türbeye rast geldim “Halife Sultan Türbesi”. Dedim; demek ki sabahın erken saatinde bu mübarek zatın ziyareti için yollara düşmüşüm. Epey de yürümüştüm ve yolun beni buraya getireceğini bilemezdim.

Develi han tabelasından içeri girince bir de karşıma Taşköprü minibüslerinin çıkması ayrı bir güzellik oldu. Elbette Taşköprü yazısını görür görmez Taşköprülü Sadık Bey’e üç ihlas bir Fatiha hediye ettim. Taşköprü demek bizim için Taşköprülü Sadık Bey demekti. Vakit olsa da Taşköprü’ye gitsem iyi olur diye de içimden geçirdim.

Kurşunlu Han’ın da avlusunu bir dolandıktan sonra nihayet Nasrullah Camii avlusuna vardım. Henüz cami avlusundaki çaycı çayı demlememişti. Camiye girip namaz kıldıktan sonra baktım ki Sempozyum için artık gitme vaktim gelmiş. Ne yapalım insan bazen maddi rızkını kovalar da manevileri çıkar karşısına ne güzel.

Hazreti Fatıma Validemizin, Allah ondan razı olsun, evlatlarına yiyecek istemek için muhterem babasının huzuruna varıp da bazı kelimeler ile geri döndüğünü hatırladım. Kendime dedim: “ne yani bir mübarek zatı ziyaret ve Nasrullah Camiinde iki rek’at namaz ve Üstadımın mekanlarından olan Kastamonu kalesini temaşa bir kahvaltının yerini fazlası ile doldurmaz mı?

Ala külli hal nasibimizi yeriz ve ölmeyecek kadar rızkımıza Allah kefildir. Manevi rızıklar ve ilim ise gayret gerektirir. Onlar maddi rızkımız gibi Kadir-i Kayyum’un kefaleti altında değildir. İsteyene ve talep edene verilir ve kendini verene.

Kambur köprünün az ilerisindeki otobüs duraklarından cezaevi otobüsüne binerek Sempozyumun olduğu Üniversite kampüsüne vardım. Doğrusu oradaki coşkuyu anlatmaktan acizim. Hiçbir garaz hiçbir propaganda gayesi olmadan sırf Allah için bir araya gelinen bir yerde nasıl bir manevi hava olacağını tahmin edersiniz. Çok değil bundan 75 sene evvel saklayarak taşımanız gereken kitapları şimdi afiş afiş şehrin her yerinde görmek bir keramet değil de nedir?

Yolda yürürken Kastamonu Lahikasına rastlamak ne kadar da güzel bir duyguymuş meğer. Kocaman billboardlarda Kastamonu Lahikasının fotoğraflarını görmek beni çok heyecanlandırdı doğrusu. Hele o zulüm zamanlarını yaşamış olanlar elbette çok daha büyük bir sevinç, adeta bir bayram yaşıyorlardı. İnşallah Risale-i Nur Külliyatının her kitabı hatta kitaplar içindeki her risale için böyle bir sempozyum düzenlenir de her yerden nurun müştakları toplaşıp kendi kabiliyetlerince ve anlayışlarınca olan çalışmalarını sergilerler. Böylece bu gizli hazine zahir olur ve her talipli ulaşabilir. Hem de tevhid-i kulub tahakkuk eder.

Üniversitede sınavların hemen sonrasına denk geldiği için üniversite talebelerinin katılımı düşüktü. Şehir dışından okumak için gelen talebelerin çoğu sınav sonrası memleketlerine gitmişlerdi. Elbette kendi üniversitelerinde düzenlenen bir etkinliğe en önce onların ilgi duyması beklenirdi.

Kastamonu’nun liselerine gelince; Üstadın kerameti ile Allah’ı anlatan muallimler var maşallah. Cuma günü sempozyumdan evvel lise talebeleri ile bir aradaydık ve onlara Meyvenin Altıncı Meselesindeki cümle sizin de cümleniz midir diye sorduğumda “hayır” dediler. Muhterem Abdullah Yeğin Ağabey’in Üstada tevcih ettiği bu sual cümlesidir bahsettiğim: “Bize Halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar”[i].

Talebeler dediler; bizim muallimlerimiz Allah’tan bahsediyorlar. Doğrusu çok sevinmiş ve çok şaşırmıştım. Sohbetimizin ilerleyen zamanlarında her biri Risale-i Nur ile alakalı projelerinden ve hedeflerinden bahsettiler. Evet hakikaten de bir nesl-i cedid geliyor ve Medresetüzzehra’nın maddi sureti dahi teşekkül ediyor ve edecek haza min fadli Rabbii.

Bir acıklı durum var ki o da budur; Risale-i Nur’u çok okuyanlar arasında Medresetüzzehranın coşkusunu taşıyanlar azdır. Bu hayalin şevksiz ve zevksiz tahakkuku ise elbette mümkün değildir. Şevk ve zevki coşkuyu taşıyanların bir kısmı ise Risalelerden yeterince beslenmemişler. Demek ki Risale ile donanmış olanlar ile zevk ve şevki taşıyanlar bir araya gelerek bir şahs-ı manevi teşkil edecekler ve şevklilerin şevki Risale donanımı olup da şevkini yiritmişleri de aşka getirecek inşallah.

Risaleler gerçekten de bir kalıbı kabul etmiyor onu parçalayıp atıyor. Bir kalıp altına alanları da savuruyor. Her fıtrata her kabiliyete hitap edip her insanın içindeki cevheri işletiyor. Bize düşen sadece Risale-i Nur’un şefkatli kollarına kendimizi bırakıvermek. Kendi kalıplarımız içinde Risaleleri boğmamak, net olan resmi fululaştırmamak. Böyle olunca bütün bulanıklıklardan Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi bizi çıkarır inşallah.

Lise talebeleri ile olan muhaveremde bunu da düşünmeden edemedim: Acaba Üstad Hazretleri bir başka şehirde bu gibi talebelerle muhatap olsa o şehrin de bugün Allah’ı anlatan çok muallimleri mi olurdu? Allah bilir. İnşallah her yerde hem hali hem sözü ile talebelerine numune-i imtisal olan güzel ahlaklı muallimler çoğalır. Talebelerin kendi alanlarını şimdiden belirlemiş olmaları ve Medresettüzzehra bağlamında bazı planlarını da paylaşmaları hepimiz için şevk vesilesi oldu haza min fadli Rabii.  

Evet, her ilim erbabına her düşünen akla çok iş düşüyor Medresettüzehra ile alakalı. Şüphesiz ki Risale-i Nur harika ve tükenmez bir hazine. Bu muhteşem hazineden her insanın istifadesi için her ilim erbabı kendi ilminin dili ile Risale-i Nurdaki fevkalade hakikatleri çıkartıp insanlara servis yapması ise neşir hizmetidir. Hakikatlerin neşri. Hem de kimseyi ayırt etmeden, dışarıda bırakmadan her insan olana ulaştırmak hizmeti. Elbette yapabileceğimiz sadece insanların akıllarına kapı açmaktır ve bu sebeblede her kesin aklına hitap edebilir olmaklığımız önem arz ediyor.

Madem ki Medresetüzzehra madde ile mananın birlikteliğidir öyle ise her ağaç, her dağ, her kuş, kainatın her bir zerresi Medresetüzzehradır. Zira madde ila mana her mevcudda bir ve beraberdir. Biz ise beşer ve insan olarak madde ile manayı ayırdık ne yazık ki. Madiyyun asra meydan okuyalım derken kimimiz madde yoktur ve hiçtir ve kıymetsizdir demeye kadar işi vardırdık. Elbette bu bir tepkisel hareket idi. Madem her kes maddeci olmuştu biz de manacı olmalı idik gibi bir yanılgıya kapıldık belki. Halbuki insan ancak maddesi ile manasını uyumlamakla yol alabilir. Ruhdan ibaret olmadığımız gibi nefisten ibaret de değiliz öyle değil mi?

Sempozyumda ise maddi unsurların manayı örtmeyecek kadar olması harika bir incelik bence. Çay, kahve, sunum, takdim var ama mana içeriğinden insanın nazarını kopartmayacak kadar var. Gösteriş ve şaşaadan uzak olması da ayrıca Risale-i Nur’un ruhuna uygunluğun bir görüntüsü. Kısacası kafiye için Safiye feda edilmemiş. Madde var ancak manaya hizmet edecek kadar var. Nazarları manadan kopartacak kadar değil. Günümüzde mana içeriği bulansa bile maddenin manayı fazla gölgede bırakması sık karşılaşılan bir durum. Risale-i Nur ise maddenin manaya hizmet ettiğini açıkça isbat ediyor. Kainatın sistemi bu şekilde kurulmuş ve madde ne kadar inceleşirse mana o kadar derinleşiyor ve kuvvet buluyor.  

 

[i] Nursi Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatından Asa-yı Mûsa Envar neşriyat İstanbul 1993, s.23

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.