Uzun yıllar edebî eserlerle meşgul olduğumuza bakmayın; en çok fen dergilerini ve kitaplarını takip etmeye çalışırım. Biyolojiye bayılırım. Her satır, bu âcize ders niteliğindedir. Tam dinsiz bir biyolojicinin kalınca bir kitabından, yarım sayfa mütalâa edip aynı tipten bir biyoloji öğretmen arkadaşa da okumuştum. Buyur, dedim, burada anlatılan sanata, düzgün işleyişe ne diyeceksin? Bu yapılışta, düzgünlükte bir kasıt var. Yani biri, bu sanatı bilerek, görerek, hayatını sürdüreceği yeryüzündeki hayat şartlarına göre tanzim ederek, kasten böyle yapmış. Mesela bir odaya girseniz ki bir sofra kurulmuş; yiyecekler yerli yerinde dizilmiş. Sana, ihtiyacına göre hiçbir şey unutulmamış. Bundan ne çıkarırsın? Demek biri var ki bizi, ihtiyacımızı görüyor, biliyor ve bu sofrayı kasten bize göre hazırlıyor. Yoksa onu şuursuz, iradesiz, ilimsiz atomlara, zerrelere; oradaki eşyaya verecek değilsin.
Şimdi, inkârcıları dinliyor ve okuyorum; sitelerini takip ediyorum. Arkadaş, bu kastî in'am ve ikramı; yapılış ve işleyişi inkâr edemiyorlar. Fakat bunu ifadeden de kaçıyor; kusur olarak gördüklerini abartarak nazara vermeye, kainattaki varlıkları ve farkındalıkları, birbirine muhtaç zıtların çatışmasını bir kusur olarak anlatmaya çalışıyorlar. Neticesi hayır olan cüz'i şerlerin aslında hayır, güzellik adına çalıştığını da idrâk edemiyorlar. Ya da idrâklarının önünde kendilerinin ihdas ettiği, aşamadıkları engeller var. Fakat neticede, ilmin gelişmesi ile eşya üzerinde hükmeden bir kast ve irade inkâr edilemeyecek şekilde görünecektir.
Eskiden de okuduğumu hatırladığım, Taşkın Tuna Beyin "Etrafınızdaki Hava" diye bir zamanlar Y.A. Yayınlarının İlim Teknik Serisinden çıkmış bir kitabı var. Bir vesile, yeniden okudum. Her satırı, bu kastî(bilerek yapma) yapılışının bir izahı gibi gerçekten. Sadece ozon tabakasındaki bu bilerek yapan irade ve tanzimi göstermesi bakımından, ilgili kısmı aynen aktarıyorum.
"Ozon tabakasının üst atmosfer tabakasında önemli görevleri var. Biraz önce de belirttiğimiz gibi, gözlerimiz dalga boyunun 0,4 ile 0,7 mikron arasındaki değişen değerlerini görebilir. 0,4 mikrondan daha küçük dalga boylarına mor ötesi(ultraviyole), 0,7 mikron uzunluğundan büyük dalga boyuna sahip ışınlara da kızılötesi(infraruj) ışınları adı veriliyor. Güneşten gelen ışınlar arasında, mor ötesi ışınların özel bir önemi vardır. Bu ışınların enerjileri çok yüksek olduğundan, canlılar için bir hayli tehlikeli olabilir. Biraz da çok yüksek dozajlarda, deride yakıcı tesirler yapabilir.
Güneşten gelen yakıcı ve öldürücü ışınlar, böylece daha dünyaya ulaşmadan 22 km yukarıda, ozon gazı tarafından yutulur, emilir. Bu olaya bilginler, absorsiyon diyor. Ozon gazı, güneşin ultraviyola ışınlarını absorbe etmekle tüm canlıların hayatını düzenlemekte, onları zararlı ışınlardan korumaktadır. Eğer atmosfer içindeki ozon gazı olmasaydı ve bilhassa bu yükseklikte, bu miktarda bulunmasaydı, hayatın yeryüzünde gelişmesi imkânsız bir hâl alacaktı.
Ozon gazının önemi, bu kadarıyla bitmiyor. Eğer bu gaz, şimdi bulunduğu miktardan biraz daha fazlaca olsaydı, ne olurdu? Biliyoruz ki mor ötesi ışınların kâfi dozajda alınması, bütün canlı organizmalar için gereklidir. Bebeklerin gelişmesi ve çocukların büyümesi, güneş ışınlarının bu hassas dalga boylarına bağlıdır. Hücrelerin, dokuların, kemiklerin gelişmesi, bünyenin serpilmesi, metabolizmanın düzenlenmesi için güneş ışınlarının bu hassas dalga boyuna ihtiyaç vardır. Atmosferdeki ozon gazı da mor ötesi ışınların tümünü absorbe edecek kadar fazla değildir. Ancak belirli bir miktarını yutup gerisinin arza kadar ulaşmasına izin veriyor. Böylece yeryüzüne kadar inebilen mor ötesi ışınlar, canlı dokularını ihtiyaçlarını ne bir fazla ne bir eksik; tam arzulanan oranında karşılıyor.
Hassas düzenlemeye (kasti yapılış) bakar mısınız? Atmosferdeki ozon gazının değişmeyen miktarı, dengeye, ölçüye ve düzene verilecek en güzel örneklerinden biridir. Ozon şimdikinden biraz fazla olsa, Güneş ışınlarından hayat için gerekli olan radyasyonları yutup arza göndermeyecek; biraz daha az olsa, bu ışınları yutmayıp arza olduğu gibi geçirecek. Her iki durumda da canlılar için büyük tehlike var. Bu tehlikeleri, hemen bütün atmosfer fiziği kitapları, konularının dışında olmasına rağmen, açıklıkla belirtmişlerdir. Tıpkı Kur'an'ın Enbiya Suresinde şu mealdeki âyet gibi:
"Gökyüzünü de korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, hâlâ bundaki delilleri inkâr ederler."
İnkârcılar için, daha hangi nimetlerin aşikar delillerini gösterelim? Atmosferdeki ozon tabakasının bu önemini konuyla ilgili bütün ilim kitapları ısrarla ifade ediyorlar. İlim adamlarınca, ozonsonde rasatları ile, ozon gazının her günkü miktarları dikkatle takip ediliyor. Konularının otoriteleri, uzmanlar, mühendisler, üniversite öğretim üyeleri hayretle, ibretle gökyüzüne bakıyor. En ufak bir nizamsızlık, ölçüsüzlük yok. Her şey yerli yerinde... Kararlı, ahenkli ve ölçülü bir gökyüzü...Tam bir kastî bir denge ve intizam var. Ozon gazının korunmuş bir tavan gibi, gökyüzündeki kuşağında en ufak bir çatlak yok. Bilginler gökyüzünü yıllardan beri bir baştan başa teleskoplarla tarayıp gözlüyorlar; roketler, uçaklar, balonlar havalanıyor. Sun'i peykler, uzay araçları fırlatılıyor. Hesaplar, denklemler, formüller bilgisayarlarda değerlendiriliyor. En ufak bir hata yok. Gözler ısrarla, bir daha, bir daha bir düzensizlik bir çatlak var mıdır, diye arıyor. Ama nafile. Sonunda gözler, yorgun ve çaresiz kalıyor. Onun büyüklüğü, gücü ve iradesi karşısında insan eziliyor, teslim oluyor.
Âyet ne diyor?"
"İşte çevir gözünü, bir çatlak görebilir misin? Sonra gözünü bir daha, bir daha çevir bak. Nihayet gözün bir kusur bulamayıp yorgun ve çaresiz geri dönecek."
Evet dostlar hukuk dilinde de kullanılan bu "kasten, amden" manaları neyi gösterir? Bir 'kasıt ve amdi' göstermez mi? Sıfat varsa, o sıfatın bir sahibi vardır? Bir niyet, elbette bu niyetlerin, bu kastın sahibini, kast, rade sayısınca gösterir. Bu da zerreler ve gökyüzündeki yıldızlar sayısıncadır. Görebilene elbette. Bunları görmek, akl-ı selim ve zevk-i selim (bozulmamış, yanıltılmamış akıl ve zevk) istiyor.
Selam ve dua ile.