Kayıp Kuşağa Mektuplar 21

Yusuf Tosun'un yazısı...

Sevgili dost,
Ülkem tarihi hadiselere şahitlik ve arabuluculuk yapıyor. Bu tarihi sayılabilecek hadiselerden biri ülkemizde yaşandı: Bu; İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın sözde ilk barış adımını Türkiye’de atmaları oldu şüphesiz. Açıklamanın ertesi günü ajanslara düşen iki Filistinlinin İsrail askerleri tarafından öldürülmesi ise işin cabası oldu. Bu açıklama ve temasların arkasında nelerin yattığını zaman ortaya çıkaracaktır elbette. Ama görülen şu ki; kısa zamanda büyük işler başarıyoruz(!)  Boyalı basın söz konusu hadiseleri flaş haber olarak radyo, TV ve gazetelerde ilk sıralarda duyururken yine aynı tarihlerde İstanbul’da yapılan Kudüs buluşması ise ajanslara bile doğru dürüst yansımadı. Bu paradoksu nasıl açıklamalı? Bu sorunun cevabını sana bırakıyorum. Farklı duygularla yüklü bu mektup, şimdilik bu sorunun cevabı olmayacaktır.

Sevgili dost,
Kurulduğu günden bu yana birçok çatışma ve savaşa sahne olan Kudüs, kutsal olarak bilinen üç dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam) havzası niteliğindedir. Bazı kaynaklara göre 100 savaş görmüş, 32 kez yakılıp yıkılmıştır. Hz. Davud ve Hz. Süleyman  ile başlayan Kudüs serüveninin Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Yavuz  Sultan Selim kareleri yeniden gözümde canlanıyor. Camiler, sinagoglar ve kiliselerin iç içe girdiği bu beldede sabahın erken saatlerinde müezzinlerin sesine karışan çan gürültüleri ve ağlama duvarından yükselen yakarmaları başka nerede görebilirsin ki? Söz konusu manzaraya şahit olmanın bende oluşturduğu derin duyguları kuşağımla paylaşma arzusundayım. Çünkü; Kudüs’in sevda yürüyüşümüzde anlamlı bir yeri olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Seslerin en güzelinin yükseldiği Kudüs’te o ulvi ezan sesiyle  yüreğine çarpmak niyetindeyim. O yüce sevdamıza katalizör olan kutsal bir mekanın sesiyle selamlıyorum seni ey aziz dost! Umarım çok uzak diyarlardan avuçlarına konup semaya kanatlanmanın vakti gelmiştir. Kudüs semalarında inleyen o sesin kanatlarına sığınıp yüreğine konuyorum.

Sevgili dost, 
Bembeyaz, pamuk gibi kar dağlarını andıran bulutlar üzerinde modern bir teyyare ile seyrederken yüreğime düşen; “ne kadın sesi, ne su sesi, ne para sesi.../seslerin en güzeli pervaneli tayyare sesi” manidar sözleri, bana gizemli bir dünyanın kapılarını aralamaya vesile oldu. Yalnızlığı soluyan dünyanın gözbebeği bir kentte başıboş gezerken ezan sesi ile yeniden fıtrata dönüşün sinyalleri ile irkildim. İsminin harflerinin bile insanı heyecanlandırıp büyülediği kutsal bir beldede o davudi sesi algılamak hangi kalbi yerinden fırlatmaz ki? Davut’un Şehri’nde  meşhur “on emir”in yazılı olduğu ve din ile ahlakı birleştirdiğine inanılan ilk belge olarak kabul edilen tabletleri hatırlatıyor  o nağmeli ses. Hz. Davut'un oğlu Hz. Süleyman’ın kenti genişleterek kendisi için, şimdiki Ömer Camii'nin (Kubbetü's-Sahra) bulunduğu yerde bir saray ve Kudüs Tapınağı'nı (Beytü'l-Makdis) yaptırdığı yerde ezan sesi dinlemek... Yani Kudüs’te yüce yaratanı ululayarak, onun son elçisine tanıklık etmenin dayanılmaz hüznüyle doluyor içiniz ister istemez. Ezanın o manevi hazzını bütün zerrelerinizde hissediyor ve bir kuş hafifliğiyle semaya kanatlanıyorsunuz farkında olmadan.

Sevgili dost,
Yüzyıllardır  geçmişten günümüze ses yoluyla kalp fısıltıları eşliğinde yüce yaratıcının büyüklüğünü haykırıp, yüce resulün onun son elçisi olduğuna şahitlik yapan evrensel bir çağrıdır EZAN. İnsanı kurtuluşa davet eden o sese hangi yürek kulak vermez ki?  Teknik bir gezi vesilesiyle Mescid-i Aksa’da Cuma namazı için müezzinin o insanın yüreğine çarpan ezan sesine tanık olmanın hazzını kelimelerle ifade etmek mümkün mü acaba? Binlerce yıllık tarihin tam orta yerinde durup, yüce yaratanın büyüklüğünü haykıran sese kulak vermenin dayanılmaz cazibesi altında göz yaşı akıtamamak elde mi? İsrail askerlerinin güvenlik kontrolü altında Mescid-i Aksa’ya Cuma namazı için girmenin utancını hangi inanç sahibi kabul edebilir ki? Peygamberin miraca yükseldiği noktada yeniden kurtuluşa çağrının ne anlam ifade ettiğini tam da o noktada yaşamalı değil mi? Hz. Ömer’in inşa ettiği Kubbetü's-Sahra’da bütün peygamberlere imamlık eden Hz. Muhammed’in sesini yeniden işitiyor olmak hangi kalp sahibini heyecanlandırmaz ki? Esareti yaşayan bir şehrin göbeğinde yer alan  Mescid-i Aksa’da gözyaşları içinde ezanı dinlerken  peygamberi görür gibi oluyor insan.  Ona bakamamanın utancıyla gözden oluk oluk akan gözyaşlarında boğuluyorsunuz. Emaneti koruyamamanın, ona verilen sözü tutamamanın ezikliğini bütün iliklerinizde hissediyorsunuz. Eteğine uzanıp af diliyor, ayak izine yüz sürüp pişman oluyorsunuz farkında olmadan. Bir çağrı yükseliyor yeri göğü inletircesine; “haydi namaza, haydi kurtuluşa”. Her şeye rağmen kurtuluşa davet ediliyorsunuz, affedilmeye çağrılıyorsunuz; şayet affa layık iseniz.

Sevgili dost,
Esareti soluyan bir beldede varlığını haykırırcasına göğe yükselen bu çağrı kulaklarıma değil sanki yüreğime çarpıyordu. Bu ulvi sesin yankısı, içimde neyim varsa alıp sonsuz bir boşluğa götürüyor sanki. Bütün zerrelerime varıncaya kadar hafifleyip göğe uçar gibi oluyorum. Rehberimizin giriş babında Mescid-i Aksa’yı tanıtma konuşmalarını hiç duymuyorum. Sadece buğulu gözlerle kafile arkadaşlarımın abdest aldığını fark ediyorum. Aslında hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Kimseler olmasa da avazım çıktığınca ağlasam, çığlık atsam, kendimden geçsem... Gözlerimden akan göz yaşlarımın sel olup şer güçlerin boğulmasını istiyordum. Bütün yanıklığı ile müezzinin yüce yaratanı ululayan haykırışına tercüman olup ”Allah-u Ekber “ nidaları ile felaha ulaşmak istiyordum. Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da Ezan sesinin beni böylesine derinden etkileyeceğini hiç tahmin edemezdim. Rehberimizle bir an bu yaşadığım sahnede göz göze gelince ancak kendime gelebiliyorum. Namaz için oturan Müslüman kardeşlerimin belki tuhaf, belki imrenen bakışları yüzümün renginin biraz mahcubiyet, biraz buruk bir hale dönüşmesine neden oluyor.

Dünya Müslümanlarının ilk kıblesi işgal altındayken ve Müslümanlar eziyet ve işkence görürken yumuşak yataklarımızda keyif ve sefa sürmenin mahcubiyeti ve utancıydı aslında yüzüme yansıyan. İran’ın Ruhani Lideri Humeyni’nin bir zamanlar “Her Müslüman bir kova su dökse, İsrail bu suda boğulur” mealindeki sözleri kulaklarımda yankılanıyor bir an. 1980’li yıllarda henüz çocuk iken televizyonlarda gördüğümüz İsrail askerlerinin Filistinli Müslümanların kollarını canlı canlı kırma sahnelerine sessiz kalmanın mahcubiyetini yaşadım bir kez daha. Daha ifade edemeyeceğim ve saniyelik aralıklarla zihnimi derinden yaralayan bir çok hadise ve kare bu ulvi Ezan sesi eşliğinde benliğimi benden alıp başka mekanlara götürdü sanki. Kudüs’te Ezan sesi bir başka çarpar yüreklere. Oralarda namaza ve kurtuluşa  davetin hazzı bir başkadır. Her Müslüman Allah’ın büyüklüğünü hakkıyla haykıramaz buralarda. Peygamberin Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu ifade etmenin farklı bir bedeli vardır bu topraklarda. “Allah vardır ve O birdir” ilahi sözün ne anlama geldiğini bir de Mescid-i Aksa’da imanı tazeleyerek yeniden yaşamak etmek gerekir. Ezan bir çağrıdır ve bu çağrıya her Müslüman muhataptır. Mescid-i Aksa’nın semalarına Ezan sesiyle birlikte terfi etmenin o yüce atmosferinde bütün hücrelerimle eridim adeta.

Sevgili dost,
İşte bu halet- ruhiye ile Cuma namazını eda için gittiğim  Mescid-i Aksa’da o davudi ezan sesine tanık oldum. Hayallerimizi süsleyen şanlı bir geçmişin tam merkezinde ezan sesinin cazibesiyle gözyaşlarına boğuldu yüreğim. Hayallerim ideallerimle birlikte selleşip coştu Mescid-i Aksa’nın avlusunda. Müezzinin o yanık sesi insanın içini boşaltırcasına göğe yükselirken, Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün bizim kuşak için anlamı ve misyonu gözümde bir kez daha canlanıyor. Uğruna her şeyin feda edileceği kutsal değer ve mekanların işgal altında göğe yükselen feryadı gibi kulaklarımı çarpıyor ezan sesi. O sesin manevi atmosferine verilebilecek tek karşılık ancak gözyaşları olabilirdi. Biraz çaresizliğin, biraz mahcubiyetin, biraz ezikliğin kısık bir yansıması olabilirdi ancak gözyaşı. Gözden kalbe açılan bir su yolu gibi iletişim ağı oluşuyor ezan sesine karışan gözyaşlarıyla.  Perişan halimizin, çaresizliğimizin küçük bir ifadesi olsa da, tek sığınılacak yer değildir göz pınarları.

Sevgili dost,
Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen hala Mescid- Aksa’daki o ilahi sesin büyüsüyle ayaktayım. O manevi atmosferin cazibesiyle sana içime akan duygularımı mühürleyip göndermek istedim. Ezan sesinin ruhuma yansıyan fotoğraf karelerini avuçlarına bırakıyorum. Yarım kalan bir öykünün belgeleri olarak kabul buyur bu göz yaşlarını. İçine hayallerimizin hapsedildiği bir zarfa değerse şayet yüreğin, Kudüs’ü hatırla, Mescid-i Aksa’yı hatırla, Kubbetü’s Sahra’yı hatırla.  Yaşam bilincini tazelemek istersen; her gün yanı başında yükselen ilahi çağrıya kulak ver. Unutma ki, Kudüs de, Mescid-i Aksa da, Kabe de, ezan sesi de içimizde. Yani Kudüs biziz, Mescid-i Aksa biziz, Kabe biziz. İçinde olmayan, yüreğine dolmayan hiç bir şey senin olamaz. O nedenledir ki; önce yüreklerimizde inşa etmeli Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı, Kabe’yi. Bilesin ki; Yüreğimize nakşolmayan hiçbir değer bizim olamaz.

Aziz dost,
Ruhumun derinliklerine nüfuz eden o kutsal sesi yüreğine emanet ederek huzurlarından ayrılıyorum. Kabul buyur derinlerden gelen o sesi.
O’na emanet...

 

Edebiyat Haberleri