“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!”
(Necip Fazıl KISAKÜREK)
Sevgili dost,
İnsanların hal-i pür melalini gördükçe, içimdeki umutsuzluk bir dağ gibi büyüyor. Çünkü her geçen gün sermayeden yiyerek tükeniyoruz. İçimizi kemire kemire posalaşıyoruz. Tutunacak dallarımız tükeniyor. Her yeni ışıltının içimizi aydınlatması ümidiyle çalmadık kapı kalmadı. Ama yine de umudu elden bırakamıyoruz.
Sevgili dost,
Renklerin içimize yansıyan siluetinde yüreğine uzanarak büyüleniyorum zaman zaman. İşimiz renklere ve fallara mı kaldı diyeceksin? Haklısın dostum. Maalesef renklerin hayatımızdaki yanlış yansımalarından kaynaklanan hataların kurbanıyız belki de. İnsanlar eşit şartlarda doğarlar. Ancak yaşanan süreç bireyi farklılaştırır farkında olmadan. Kendini tanıyıp doğru rota tutanlar başarılı olurken, yanlış renklerden yana yol alanlar ise kaybeder çoğu kere.
Sevgili dost,
Her şeyin hızla yol aldığı bir süzgeçten geleceğe doğru yol alıyoruz. Teknolojinin hızlı gelişimi, insanların da her yönüyle hızlanmasına yol açtı. Bu hızlı yürüyüşte birçok önemli detay unutuldu/unutturuldu haliyle. Hızla akıp giden bir kalabalık var durdurulamayan. Ama nereye? Bu gidiş nereye varacak? Hedef neresi? Netice?... İşte bütün bu ve benzeri istifhamlar cevap bekliyor. “Ey insanlar nereye gidiyorsunuz?” mealindeki ilahi buyruk tam da bu gerçeğe parmak basıyor. Özellikle ülke yönetiminin de farklı bir renge büründüğü böyle bir dönemde, oto kontrol ve öz eleştiriye daha çok ihtiyaç hisseder durumdayız. Mektubun girişinde bir parçasını alıntıladığım büyük üstat Necip Fazıl Kısakürek’in “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!...” şeklinde devam eden mısralar önemli bir uyarı olarak karşımızda duruyor. Geçmiş dönemlerde eleştiri konusu olan mevzuların, bu dönemde de aynı hassasiyeti koruması gerekmiyor mu? Aksi taktirde kendi kendimizi intihara sürükleriz.
Kıymetli dost,
Kendi durumumuzu tespit ederek ayaklarımızın sağlam yere basmasını sağlamamız gerekiyor. İşte bu nedenledir ki; geçmiş dönemlerden daha çok oto kritiğe ihtiyacımız var. Ancak yere oturan sağlam ayak ve öz eleştiriye açık bir kafa ile geleceğe ait sıhhatli bir yol haritası oluşturmamız mümkün olabilecektir. İşte o zaman bu gidişin nereye varacağını da kestirmek mümkün olabilecektir. Aksi taktirde; “bu gidiş nereye?” istifhamının karşılığı boşluğa yuvarlanmış olacaktır. Belki de bir mühendis olmanın tertip ve düzeni içerisinde “yol haritasına” yapmış olduğum vurgunun abartılı olduğunu düşünebilirsin. Ancak geçmiş dönem yaşananların oluşturduğu tecrübe, işaretin bu yönde olduğunu gösteriyor. Geleceğe sağlıklı bir yol haritası ile yürümek elzemdir artık. Başka çıkar yol yok.
Aziz dost,
Geleceğe ait -mühendislik diliyle- plan ve projeler oluşturulurken; geçmişi de asla unutmamak gerekiyor. Ne geçmişi tamamen inkar, ne de her şeyi kabul mantığı ile hareket etmemiz halinde somut ve uygulanabilir projeler üretmemiz mümkündür. Özellikle üzerinde yaşadığımız coğrafyanın tarihsel ve coğrafik karakteristiğiyle örtüşen bir gelecek vizyonuna kavuşmamız artık elzemdir. Yani geçmişimizin hülasası olan Osmanlı ruhunun yeniden yeşertilmesi ve insanlığa faydalı hizmetler sunması, bir insanlık borcu olarak omuzlarımızda durmaktadır. Bu nedenle de her vicdan sahibi ferdin bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir.
Sevgili dost,
Birey ve toplum olarak yönelişimizin kendi aklımızın mı, yoksa başka akılların mı ürünü olduğunun ayırtında olmak gerekir. Yani mesele; ‘oyun kurucu olmak veya oyunda figüran olmak’ hadisesidir aslında. Oyunu kendimiz kurup, hadiseleri de kendi aklımızla yönlendirebiliyorsak, geleceğe de emin adımlarla yürüyebiliyoruz demektir. Şayet kurulan oyundan bihaber ve oyunda figüran rolünde isek, ne yaşadığımız hayattan ne de geleceğimizden hayır beklenmez. Bugün hem yaşadığımız coğrafyada, hem de dünyada yapılanları böylesi bir mantıkla ele aldığımızda hal-i pür melalimiz kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ve böylece insanlığın gidişinin nereye aktığını da daha sarih bir şekilde görmek mümkün oluyor. Kalabalıkların önüne geçip; ‘bu gidiş nereye?’ diye haykırası geliyor insanın. Gerçekleri nasıl haykırmak ve bu kötü gidişi nasıl durdurmak gerekir? İşte bütün sır, bu düğümü çözmekte yatıyor.
Kıymetli dost,
Son zamanlarda bir ‘OBLOMOV’ var beynimi sürekli tırmalayan. Yani Rus yazar İvan Gonçarov’un kendi hayatından da kesitler taşıyan meşhur roman kahramanı Oblomov… Yukarıda bir parça tasvirini yapmaya çalıştığım bu kör gidiş karşısında Oblomovsu bir tavırla yan gelip yatmak sanki bizim mahallenin temel meziyeti haline geldi. Ve Oblomovka felsefesi doğdu sanki. O da bizim duvardibinin meşhur ; ‘hem yatam, hem de yönetem’ gizemli sloganında yatıyor. İçinde bulunduğumuz geminin hızla su almaya başladığı bir dönemde olup bitenlerden bigane kalarak oblomovluk yapmanın vakti değildir şüphesiz. Bu gemide hepimiz varız ve geminin su alarak batmasının önüne de hep birlikte geçmemiz şarttır. Bu nedenle el birliğiyle insanlığın kurtuluşu için gayret sarfetmemiz ve bulunduğumuz şartların imkânları ölçüsünde gayret etmemiz gerekmektedir.
Sevgili dost,
Sana bu satırları rahmet dolu bir ayın seher vaktinde kaleme alırken, o uzun ama kısa yürüyüşü de bir kitabın sayfalarını çevirir gibi tek tek okuyorum. Ramazan’ın muhasebe kâtiplerine teslim ediyorum altını çize çize o kitapçığı. Elmastan bir dağ gibi içinde çoğunlukla hülyalarımızın yer aldığı satırlara değince yüreğim, bir kez daha yıkılıyorum. Ve yeniden anlıyorum ki; toplum olarak; ‘binmişiz bir alamete, gidiyoruz topluca kıyamete’. Daha önce de bahsini yaptığım o yarım kalan öykünün mutlu sona bağlanabilmesi için, kolları yeniden sıvamanın vakti gelmiştir güzel dostum. Fıtratımızın da sesine kulak vererek o özlenen tabloların oluşması için öykünün o geri kalan kısmını dikkatli ama özenle tamamlamamız gerekmektedir. O yarım kalan öyküde birimizin eksikliği, hepimizin eksikliğidir aslında. Bu nedenle de o toplu fotoğrafta hep birlikte yer almamız ve o alamete binip kıyamete giden yürüyüşü uçurumdan kurtarmamız boynumuzun borcudur artık.
Selam ve sağlıcakla...
O’na emanet…